Yaşamın Kalite Kontrolü

Sayı 13, Ekim 2013

Doktorların, çoğunlukla strese bağlı oluşan rahatsızlıklar karşısında hastalarına sıkça söylediği bir tavsiye vardır; “yaşam kalitenizi yükseltin”. Hastalar doktorun bu tavsiyesini ne derece dinler, gerçekleştirir ve iyileşmenin sırrına kavuşur bilemeyiz. Ancak özellikle yaşadığımız toplum için düşünülürse, yaşam kalitesi denilen kavram oldukça sıkıntılı. Çünkü bazılarımız için yaşam, en başından itibaren “kalitesiz”.

Gözlem

Ortalama yaşam süresi, aile, toplumsal yapı, ekonomik durum, iklim ve coğrafya, iş güvenliği, hak ve özgürlükler, cinsel eşitlik vb. tüm bu etkenler, yaşam kalitemizi belirleyen faktörlerden bazıları. Bu etkenlere göre herkes için yaşamın kalite ölçüsü de farklı.

Bu etkenlerden biri olan ortalama yaşam süresine birkaç örnek verilebilir. Örneğin İsviçre’de aylık 3600 Frank işsizlik maaşıyla yaşamak, çikolata obezi olmak ve 96 yaşında “eceliyle” ölmek mümkündür. Türkiye’de ise aylık 800 TL asgari ücretle, haftada 6 günden günde 10 saat, ayda 1560 saat, yılda ise toplam 18.720 saatini çalışarak geçiren bir işçi, yani yaklaşık 2000 gününü aktif iş hayatına adayan insan, eceline kavuşamadan belli ki erken göçecektir hayattan.

Bir başka örnek ise şu olabilir; bazı “utanmaz” hükümetler engelli nüfusunun %13 olduğu bir yerde, engelli vatandaşına sözde hak ve özgürlükler çerçevesinde çözüm aradığını iddia ederken, bazı “utangaç” hükümetlerle el sıkışıp nükleer santral anlaşması imzalıyor. Hani mutlaka hatırlarsınız, unutmak çok zordur çünkü. Nükleer santral denilince, Çernobil felaketiyle kanserin pençesine düşmüş Karadenizlinin bitmek bilmeyen yasını tutmak gelir akla. Tutulan yas, 4 bin ölü, 66 bin ölümün de öngörüsü. Yani “utanmaz” hükümetin politikası dört kollu, üç bacaklı, iki kafalı bebekler doğmasın değil, bacağı olmayana otobüste bir koltuk veya bir basamak koymak, gözü görmeyene pürüzlü yollar çizmek. Hal böyleyken herkesçe görünür bu iyilik. Ancak görünmeyen politika sermayeyi büyütmüş, kapaklamış, geliştirmiş “utangaç” hükümetlerden sadece bir özür dilemektir o kadar.

Saptama

Yaşam kalitesi derken, yaşadığımız coğrafyada hepimiz engelliyiz aslında. Engelliyiz de doktorlar engelleri daha çok zihnimizde oluşturduğumuzu ve engellerin sosyal olarak çözülmesi gerektiğinin vurgusunu yaparlar. Yani kişinin kendi fiziksel, psikolojik ve sosyal işlevlerinden ne ölçüde memnun olduklarının ve yaşamlarının bu yönleri ile ilgili özelliklerin varlığının veya yokluğunun ne ölçüde olduğunu, onları rahatsız edip etmediğini saptarlar.

Örnek: Havuzu, güvenliği, asansörü ve çocuk parkı olan ortalama bir sitede yaşamak, yaşam kalitenizin yüksek olduğu anlamına gelir. Çünkü kendinizi siteniz içerisinde spor yaparak sağlıklı; sizi “sarmalayan”, gözetleyen güvenlikle huzurlu; 43 tuşlu asansörünüzle efor harcamadan, yükselişte hissedersiniz. Tıpkı toplumun gözünde olduğu gibi. Üstelik 18. kattan bile duyabileceğiniz cıvıl cıvıl oynayan çocuk seslerini işittiğinizde, kendinizi daha da iyi hissedersiniz. Çünkü sizin gibi bir başkaları da bu alanı sizinle paylaşıyor, sizin hissettiklerinizi hissediyordur. O zaman sorun nedir?

Tabi ki tüm bu fırsatları tırnaklarınızla kazıyarak yarattığınız bilinci ve kendinizce yaşamınızı kolaylaştıran tüm bu fırsatların size bolca boş vakit kazandırdığı algısı, en büyük oyalanışınız. Çünkü kazanmak uğruna bencil ve rekabetçi olduğunuz bu sistemin sosyalliğinde kaybetmiş her 3 kişiden biri de, aslında sizsiniz. Bu yüzden şiddetli baş ağrısı çekiyorsunuz. Hemen ardından stres başlıyor, kaçınılmaz sonuç depresyona giriyor ve “yetiş doktor” naralarını atıyorsunuz.

Tanı

Doktor size anormal olmadığınızı, normal olduğunuzu, hatta çoğu kişinin benzer rahatsızlıklardan şikayetçi olduğunu söylediğinde “ohhh” diyerek çektiğiniz o huzur yok mu! Öyle değil mi ki, hastanın doktora başvurduğunda anlattığı ilk şikayet belirtisi huzursuzluktur. Doktor da ilk olarak bizi huzursuz eden şeylerin yaşamdaki beklentilerimizle ilgili olduğunu söyler. Beklentilerimiz karşılanmadığında duyduğumuz huzursuzluk üç kuruşa çalışan işçinin de, yaşamına engeller çekilenin de, yükseklerden bakanların da ortak sorunu değil midir? Ortak sorun, ayrı sıkıntıların farklı yansımaları olarak görülebilir, öyle de. Nitekim illa ki huzur, beklenen en önemli şey değil midir?

Doktorların “yaşam kalitenizi yükseltin” tavsiyesi sanırım bizim yaşadığımız toplum nezdinde pek mümkün gözükmüyor. Sorun sadece bu coğrafyaya ait değil, besbelli. “Yaşamdan ne beklediğimizden ziyade, anladığımız nedir peki doktor?” Demeden, sormadan da edemiyor insan. Belki başka bir yazıda…

Dünya Sağlık Örgütü’nün yaşam kalitesi kriterleri, kişinin beklentileri, hedefleri, alışkanlıkları ve sağlığına endeksli olarak belirlenirken; kaliteden ödün vermeyenlere varsın bizim gibilerin bir huzur borcu olsun.

Saliha Gündüz

Meydan Gazetesi Sayı 13, Ekim 2013

Paylaşın