Bugünlerde yeni bir cezaevi projesi gündemde: Avrupa Birliği tarafından desteklenen; Türkiye, Fransa, İngiltere ve Slovenya’dan cezaevi yöneticilerinin katılımıyla yürütülecek “Öğrenen Cezaevi” (Learning Prison) projesi. Proje kapsamında hem cezaevi yöneticileri, hem de tutuklular “kaliteli cezaevleri” için eğitilecek. Türkiye’deki ortağı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi olan bu projenin hedefinin, eğitim alan tutukluların cezaevine bir daha dönmemesi olduğu söyleniyor.
“Öğrenen Cezaevi” projesinin yaratıcılarının yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’de yaklaşık 140 bin civarında hükümlü tutsak var ve bunların dört bini üniversite ve yüksekokul mezunu, 60 bin kadarı ise ilkokul mezunu ya da okula hiç gitmemiş. Bu demek oluyor ki, eğitim seviyesi istenilen düzeyde olmayan tutsakların sayıca artışı, “gelişen” Türkiye için oldukça sıkıntılı bir durum. Bunun ötesinde projenin yaratıcılarına göre cezaevinden çıkanların büyük kısmı yine suça eğilimli ve ötekileştirilmiş suçlu psikolojisiyle cezaevine geri dönme potansiyeli yüksek tutuklular.
Projeyle amaçlanan, cezaevlerinin öğrenme odaklı birer “iyileştirme kurumu”na dönüştürülmesi. Bu konuda ise ilk olarak cezaevi yöneticilerinin tutuklularla kurdukları ilişkiyi yeniden tanımlamak gerektiği vurgusu yapılıyor. Yani yöneticilerin eskiye ait olan tüm yöntemlerini bir bir terk etmesi gerekiyor. Ayrıca proje tarafından, cezaevi koşullarının bireyi etkin kılmadığı ve koşulların öğrenme-uygulama konusunda sınırlı bir anlayışa sahip olduğundan da bahsediliyor. Projeyle birlikte, tutuklu bireye geniş bir esnekliğin ve beraberinde hayal gücüne gereksinim konusunda uygun şartların elverişli hale getirilmesinin sağlanacağı iddia ediliyor. Proje yaratıcılarının dahiyane bir başka vurgusu ise, tüm bunların gerçekleşmesinde cezaevi gibi kapalı ortamların yetersiz kaldığı ve bu nedenle cezaevi yönetimiyle tutuklular arasındaki iletişim kalitesinin yüksek olması gerektiği.
Planlanan bu projeyle birlikte, cezaevi koşullarımız artık Avrupa Birliği standartlarını yakalamış bir seviyeye gelecek ve bu dönüşümle birlikte diğer ülkelere de örnek olmayı başaracak! Yakın bir tarihte uygulamanın gerçekleşeceği cezaevinde, projenin yaratıcılarına göre “pozitif bulgular elde edilirse şayet, denenen metodolojik uygulamalar tüm cezaevlerinde yaygınlaştırılacak ve cezaevleri deyim yerindeyse kısmen bir okul işlevi üstlenecek”.
Oysa cezaevlerinden bizim şimdiye kadar öğrendiğimiz şeyler hiç iç açıcı değil. Bu topraklarda bir kez cezaevine düştüysen, daha içeri girerken bir “hoş geldin dayağı”nı yemeden edemezsin. Eğer adli bir koğuşa düştüysen ve kimin kimsen yoksa oradan çıkmak değil orada canlı olarak kalmayı başarmak zaten yeter! Yönetimle işbirliği içindeki haraççılar, sana gardiyanları aratır hale gelirler.
Siyasi olarak girdiysen de işkencenin bin bir türünü öğrenirsin cezaevinde. Bok çukuruna mı sokmazlar, Filistin’e mi asmazlar, üzerine köpek mi salmazlar. Tacizin de, tecavüzün de ne demek olduğunu öyle bir öğrenirsin ki, ölüm sana az gelir. Zorla, dayakla marşlar söyletirler, bunlara direnmeyi öğrenirsin ama düşüncelerinle, umutlarınla dalga geçilir, kimliğin, değerlerin yok sayılır, işte bu kez kendini ateşe vererek yine direnmeyi öğrenirsin, öğretirsin.
Yalnızca sen değil seni ziyarete gelen ailen de bu işkenceden payını alır. Yapayaşlı anneler çırılçıplak aranır da öyle alınır içeri. O da gardiyanın ya da müdürün keyfi olursa. Ama anneler bunu söylemez içeridekinin direnci kırılmasın diye. İçeride olmak çok şey öğretir de, öğrendiklerini pek hatırlamak istemezsin.
Bu uygulama anlaşılan, Türkiye cezaevlerinin bu “vahşet” imajını silmek için bir girişim. Ancak tutsaklara uygulanan işkenceler sürerken, işkenceciler korunurken ve içeriden hasta tutsakların ölüm sesleri yükselirken, bu oldukça zor.
Meydan Gazetesi Sayı 14, Kasım 2013