Çam; kadim hikâyeleriyle dilden dile dolanan orman halkı. Güçlü gövdesi ile kırılgan sincapları ağırlayan, dallarında kuşların dinlendiği, başını gökyüzüne saplamak istercesine uzatmış, kökleriyle toprağın kalbine sarılmış; büyüğü küçüğü, uzunu kısasıyla beraber tüm yeryüzüne yayılmış geniş bir ahali. Çam, ölümsüz yaşamı simgeler. Öyle ki, rüzgârların en sertinde, fırtınaların en çetininde bile dökmez yapraklarını. Belki de bu yüzdendir; ormana, baltasını saklayıp da girmesi oduncunun. Son 200-300 yılın tarihi, “yaşam” dan “meta”ya dönüştürülenlerin tarihidir. Eğer bir şeyi anlamından koparmak istiyorsanız, içindeki yaşamı çekip almanız yeterlidir. Kapitalizm, bunu yapar. Kökleri dünyanın varoluşuna uzanan her şey, kapitalizmin eleğinden geçtikten sonra değersizleşir. Tabi ki, çam ağacı da bunun dışında kalmayacaktır. Bir pagan geleneği olan Noel’in, Hristiyanlık inancıyla kesişiminden doğan ritüellerde kullanılırdı çam ağacı. Avrupalı Paganların, evlerine ölüm girmesin diye bahçelerine koydukları, eski Hristiyanların kuşlar evlerinde konaklasın diye evlerinin önüne diktiği bu ağaç; bugün bin bir çeşit renkli parlak zırvayla, yeni yıllarda süslenip püslenip evlere servis edilir hale geldi. Özellikle Avrupa ve Amerika’da, sadece süslenmek için yetiştirilmeye ve hatta plastikten yapılmaya başlandı. Artık çocuklar bu ağaçlara tırmanmak yerine, diplerinde oturup hediye beklemeye başlamış; aileleri ise bu ağacın gölgesinde piknik yapmak yerine, bu ağacın altını hediyelerle doldurmak için AVM’den AVM’ye koşturur olmuştu. Ölümsüzlüğünağacı çam; içi boşaltılmış bir salon süsüne, plastiğe, yani aslında trilyonluk bir pazarın metasına dönüşmüştü. Orman korur, orman saklar. Geçmişte ağalara beylere karşı ayaklanan eşkıyalar, çam ormanlarını mesken tutar, izlerini bu ağaçların gölgesinde kaybettirirlerdi. Orman, bir çam ormanı, herkes için biraz korkutucu olduysa da, en çok efendileri korkutmuştur. Çünkü çamların gölgesinden ne çıkacağını, sık ormanların kalbinde neyi sakladıklarını bilemezlerdi asla. Bundan birkaç yüzyıl önce, sık ormanlara fillerle giren akıl ile, bugün o ağaçları evlere tıkmaya çalışan akıl; aynı değilse bile akrabadır. Ama yaşam değişir, kendini yeniler. Yaşayan her şey, yıkıcı ve yaratıcı yaşama dürtüsüyle doludur. Bir çam ormanı ateşe verilse, ağaçlar tutuşup yansa bile, yaşam sona ermez. Yanan ağaçların kozalakları patlayarak kendilerini yüzlerce metre ötelere fırlatır. Ve bu kozalaklar yeniden yeşerecek yaşamlara tohum olur. Bu, çamın yaşama arzusudur. Nasıl ki bir incir ağacı beton blokları delerek güneşle buluşuyorsa; devasa dağların doruklarından, engin ormanların kuytularından koparılıp oturma odalarına sığdırılmaya çalışılan çam ağacı da, yaşamla tekrar buluşmayı becerecektir.
Meydan Gazetesi Sayı 15, Ocak 2014