Gülmek Politik Bir Eylemdir

Sayı 16, Şubat 2014

Gezi Parkı'ndaki ilk direniş çadırını yıllar önce Kemal Sunal kurmuştu...

Hükümetle cemaat ilişkisi bozuldukça, yeni filler tepiştikçe ortalık her geçen gün daha da toz duman oluyor, deyim yerindeyse at izi it izine karışıyor. Geniş kitlelere de, bunlara bakarak bir şeyleri anlamaya çalışmak kalıyor.

İşte bu noktada, güncel kültür ve sanat ürünlerinin, bu tepişmeyi teşhir etmekten çok kenarda kıyıda beklediklerini, hatta hiç ortada görünmemeyi seçtiklerini söylemek mümkün.

Mağduriyet edebiyatının ardından seçimler sonucu başa gelen bir güruhun zamanla, neredeyse padişahlık yetkileriyle donanmış olması, en ufak bir eleştiride bulunanın bile kellesinin gittiği bir dönemi kendilerince normalleştiriyor.

Dizilerdeki yapma karakterlere bile tahammülsüzlük gösteren bu anlayış, son bir yılda görülen odur ki, gerçekleri de manipüle etme becerisini gösteriyor.

Ama bu hep böyle miydi? Elbette hayır.

Baskıcı hükümdarların egemen olduğu bu topraklara isyan ile birlikte mizah ve hiciv de gelişti. Kalelerin, sarayın dışında bir muhalif dildi bu aynı zamanda.

Mizahtaki o derin inceliği anlamayan sultanlar çok da önemsemez görünseler de, kuşaktan kuşağa dillendirilen öykülerle, isyanın taşıyıcısı da oldu haliyle.

Günümüzde de sinema, hep bu baskıcı otoriter anlayışa karşı duran örnekler verdi, faşist darbe koşullarında bile.

12 Eylül darbesinin ardından, her şeyin yasaklandığı dönemde, belki de kültür sanat alanında ilk belirgin karşı koyuş Deli Deli Küpeli filmi oldu. Film, bir akıl hastanesinden kaçan iki kişiden birinin, kasabanın aylardır beklediği kaymakam sanılması üzerine kuruludur. Bu kaymakam, sözleri, davranışları, aşı kampanyaları ile inceden inceye Kenan Evren’i eleştiriyle doludur.

Filmin bir sahnesinde, kurulan mahkemede yargılanan Karaoğlu, sırf Samsunlu olduğu için 10 yıl daha cezaya çarptırılır. Çünkü deli kaymakam Fenerbahçelidir ve Samsunspor Fenerbahçe’ye 4 çekmiştir. Bugün bile uydurma gerekçelerle on yıllarca tutsak edilenleri düşününce, askeri darbe ve sıkıyönetim koşullarında böylesi bir eleştirinin değerinin daha da çarpıcı olduğu açıktır.

“Normale dönüş” ile birlikte başımıza Turgut Özal getirilince de çok şey değişmedi. Özal, o meşhur kalemini ekranda sallaya sallaya yalanlarını sıralarken, dilinden hiç düşürmediği bir şey de ortadirek idi. Kapitalizme entegrasyonda arada kalmışlar, hep bir üst sınıfa terfi etme gayretinde olanlar bu ortadirek sözünü öylesine sevdi ki, sözcük ondan sonraki politikacıların da sözlüğüne girdi.

Toplumsal duyarlılığı bugüne göre oldukça yüksek olan Yeşilçam Sineması da bu söyleme seyirci kalmadı. Ortadirek Şaban gibi filmlerle bu sınıflararası ayrım gülümseterek, hem politikacılar hem de bu yalanlara kananlar hicvedildi.

Bu icraatının ardından, Adnan Kahveci ile kafa kafaya verip vergi düzenlemesi yaparak neredeyse her şeyi vergiye bağlayan Katma Değer Vergisi de gündemi oldukça meşgul etmişti. Yeşilçam, bu kez bunu resmetti: Katmadeğer Şaban.

Barınmak için yaptığı gecekondusunun yıkımına engel olmak için tekerlekli gecekondu yapan bir karakterin anlatıldığı Gülen Adam filmi de unutulmazlar arasında. Hatta yıllar sonra buna benzer bir olayın gerçekten yaşanmış olması, sinemanın öngörüsünden değil, beslendiğimiz mizah kültürünün ortak olmasından diyebiliriz.

Farklılıklarla Bir Arada, İsyan Alanına!

Geçtiğimiz yıl Gezi Parkı’nda başlayan ve önce Taksim Meydanı’na, sonra da neredeyse bütün kentlere sıçrayan direniş, Gezi Parkı’na kurulan çadırlarla başlamıştı. Küçük bir memurlukta çalıştığı için aldığı parayla geçinemeyen, bu yüzden de ev kirasını ödeyemeyen bir çiftin anlatıldığı Yakışıklı filminde Kemal Sunal’ın canlandırdığı karakter, belki de, Gezi Parkı’nda çadır kurma eylemini ilk gerçekleştirendi.

Günümüzde, dershaneler üzerinden başlayan bir tartışma emniyet müdürlerini, bakanları bile koltuklarından edecek boyuta ulaşmış, okyanusun ötesinden beddualar edilmişken, bunun yalnızca “saray” diliyle konuşuluyor olmasına ne demeli? Kral ve soytarıları her gün televizyonda arzı endam ederken biz ne yapıyoruz?

Tamamen Duygusal!

Sinemanın bu anlamda iyi bir dil kuramadığı ortada. Belki de on yıllar boyunca Cem Yılmazlara, Ata Demirerlere gülmeye alıştırılan izleyici, gene onların ağzına ya da o tarza bakıyor. Onlar içinse her şey “tamamen duygusal!”.

Oysa gönlümüz ve gözümüz, bir Kemal Sunal filmi arıyor. İstanbul’un kenar bir mahallesinde geçen, bir dershane patronu ile bir Kuran kursu imamı ve bir mahalle muhtarı arasındaki zaman zaman komik olayları resmeden bir film. İsmi Dershaneler Kralı olmaz belki ama 4+4+4 Şaban olabilir, kim bilir.

Ya da ayakkabı kutularında saklanan trilyonlar neden Köyden İndim Şehire tarzında işlenmesin ki? Kazarak çıktıkları yer İnönü Stadı değil de bir alışveriş merkezi neden olmasın?

Günümüzde politik film diye yapılan işlere baktığımızda da, bu mizahi inceliği göremiyoruz. Daha sert daha asık suratlı filmler, daha politik olarak sunuluyor, bu aslında sistemin de işine geliyor: Mizahı tamamen komediye çevirip içini boşaltmak. Bunu kabullenen sanatçılar da bolca olduğundan, bir sıkıntı da açığa çıkmıyor.

Bir diğer sıkıntı! da adaleti sağladığını, birlik ve beraberliği koruduklarını iddia edenlerin yüzlerinin bir türlü gülmemesi. Oysa madem güzel, faydalı işler yapıyorlar, o halde asıl onların yüzlerinin gülmesi gerekmez miydi?

Ama bakıyoruz, ayakkabı kutusu dolusu parası olanın suratı asık, oyların yarısını alan partinin başının suratı asık. Elinin altında bir cemaat tutanların yüzleri asık.

Düzmece suçlamalarla, uydurma kanıtlarla, yalan karalamalarla tutuklananların yüzlerindeki gülümse ise hiç gitmedi. Ali İsmail’in, Berkin Elvan’ın gülümsemeleri içimizi ısıtmayı sürdürüyor.

Çünkü bu asık suratlı efendilerin karşısında yalnızca gülmek bile politik bir eylem oldu.

Gürşat Özdamar

Meydan Gazetesi Sayı 16, Şubat 2014

Paylaşın