Kitap : Pyotr Kropotkin -Tarlalar Fabrikalar ve Atölyeler Yarın

Sayı 18, Mayıs 2014

Cenazesi, Bolşevik Rusya’da anarşistlerin son kitlesel gösterisiydi. Cenaze töreninde açılan pankart, anarşist mücadeleyle bütünleşmiş, özgürlük tutkusuyla dolu bir yaşamı, Kropotkin’i anlamak açısından önemliydi: “Otoritenin olduğu yerde özgürlük yoktur.”

Kropotkin’in 1888-1890 yılları arasında kaleme aldığı ve 1899’da kitaba dönüştürülen makalelerden oluşan Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler-Yarın Sibel Sevinç’in çevirisiyle geçtiğimiz Nisan ayında Kaos Yayınları tarafından basıldı. Colin Ward’ın önsözü, ekleri ve editörlüğüyle hazırlanan kitap beş bölümden oluşuyor.

Kitabın ilk bölümünü oluşturan “Sanayi’nin Desantralizasyonu”nda Kropotkin, kapitalizmin çok da önemsenmeyen bir özelliğini tartışmaya açıyor. Kapitalist sistemin yarattığı merkezler ve bu merkezlerde hem sermayenin hem de malların birikmesi meselesinin, sanayinin gelişiminin doğal bir evrimi olduğu düşüncesini eleştiriyor.

Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği ile teorisini oluşturduğu bir düşünceyi, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların farklı mallar üretmek için sınıflara ayırılmasının sorgulandığı bölümde, Kropotkin kapitalizmin tüm insanlığı ulus bazında atölyelere böldüğü tespitinde bulunuyor. Bu uluslararası işbölümünün kendiliğinden hammadde sağlayan coğrafyalar, bu hammaddeleri işleyen coğrafyalar; dolayısıyla ekonomik açıdan eşitsiz bir uluslararası sisteme dönüşeceğine ilişkin bir tespitte bulunuyor. “İnsanlığın tüm ırkları, Avrupa’nın ihtiyacı olan temel gıda maddelerinin yanı sıra lüks yiyecekleri, gündelik giysilerin yanı sıra kıyafet balolarında giyilen elbiseleri temin etmek için üzerine düşeni yaparken, Avrupalılar da karşılık olarak yüksek zekasının, teknik bilgisinin, güçlü ticari ve endüstriyel örgütlenme yeteneklerinin ürünlerini geri kalanlara gönderiyor! Bu tam bir kabus değil mi?”

Sanayinin desantralizasyonu ile Kropotkin, kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayan bir ekonomik yapılanma öngörürken, uluslararası alanda yaşanan merkezileşmenin yerine federatif bir ekonomik örgütlenmenin gerekliliğini vurguluyor.

Bu örgütlenmenin tarımla olan ilişkisini vurguladığı ikinci bölüm “Tarımsal Olanaklar”. Malthus’un çoğunluğun yoksulluğunun bir doğa yasası olduğu iddiasıyla gelişen siyasal iktisatın yaşam için gereken kaynakların yetersizliği ve sınırlılığı hipotezine karşı Kropotkin, tarıma yeterli önem verildiği takdirde toplumun ihtiyaçlarının karşılanabileceğinden bu bölümde bahsediyor. Özellike sanayinin tarım alanlarını yokederek genişlemesinin altını çizerek, kendi ihtiyaçlarını karşılayan bölgelerin tarımsal alanlara dikkat etmesi gerektiğinden bahsediyor. Bu uyarıyı sadece makro düzeyde değil; ayrıntılı tarım yöntemlerinden, tohum dikme tarzına detaylandırılmış ve yöntemlerin uygulandığı yerlerdeki verimlilik oranları gözönünde bulundurarak önerilerde bulunuyor. İkinci bölüm, Kropotkin’in tarım bilgisini konuşturduğu bir bölüm.

“Küçük Sanayi ve Sanayi Köyleri” ilk iki bölümün birlikte işlemesi gerektiğini savunan üçüncü bölüm. Eski şehirlerde tarım ve sanayinin içiçe geçtiği vurgusuyla, yeni şehir tarzının tarlaları ıssızlaştırdığını vurguluyor Kropotkin. Bu ıssızlaşmanın zor kullanılarak topraktan uzaklaştırılan milyonlarca emekçinin iş aramak için şehire gelmesiyle sonuçlandığını aktarıyor. Dolayısıyla, Kropotkin ekonomide köklü bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç olduğunu söylüyor. Köy ve şehiri, tarım ve sanayiyi biraraya getirecek; ara üretim alanlarından ve ara yerleşim alanlarından bahsediyor. Atölyelerin bu noktada ortada olma durumunu irdeliyor. Tam anlamıyla sanayi üretimi gibi olmayan, öte yandan tarım ekonomisinde kalmayan, her ikisinden de özellikler taşıyan atölyelerin sanayinin olanaklarını kullanan ama köyle ilişkisi sayesinde komün ruhunu koruyan yapısının önemsenmesi gerektiğini vurguluyor.

Bu ekonomik örgütlenmenin Kropotkin tarafından vurgulanması sadece toplumsal ihtiyaçların sermayenin yoğunlaşmasına izin verilmeden karşılanabilir bir model olması değildir.”Kapitalist Merkezileşme” Marx gibi dönemin muhalif ekonomistleri tarafından savunulsa da, işçilerin menfaati için savunulmasının doğru olmadığını söyleyen Kropotkin, 11 saat çalışan ücretli işçilerin konumu düşünerek bu yeni ekonomik modeli önermektedir.

Üçüncü bölümde ayrıntılarıyla savunduğu ekonomik yapının temelinde, üreticinin kendisi için üretme zorunluluğu ilkesi vardır. Dolayısıyla dördüncü bölümde işlenen, bu ekonomik yapılanmanın öznesidir. “Kafa ve Kol Emeği” başlığı altında, sadece ekonomik değil yeni bir yaşamsal örgütlenmenin yeni öznesini tasvir etmeye koyulur. Kafa ve kol emeğinin iç içe geçtiği model, günümüz mavi yaka-beyaz yaka ayrımlarını ortadan kaldırmakla kalmaz. Aynı zamanda “iş”in ne, “işçi”nin kim olduğu sorusuna da yanıt arar. Bu noktada “iş”, “düşündüğünü eyleyen insan faaliyeti”nden ayrılır. “Modern sanayinin başlangıcındaki işçilerin dehası, bizim profesyonel bilim insanlarımızda eksikliği hissedilen şeydir.” derken “emek” insan yaratıcılığı ve insan ihtiyacının uyumlu bir faaliyeti olarak belirir. Yeni toplumdaki yeni öznenin özelliği budur.

Colin Ward’ın bölüm sonlarındaki yorumları ve tespitleriyle sunduğu katkı, günümüz ve eskisi arasında sağlıklı bir kıyaslama yapmaya olanak verse de, bölüm sonlarındaki yorumların yapacağı yönlendirmeden kendimizi uzak tutarak Kropotkin’i anlamaya çalışmak sadece kapitalizmin evrimini değil, toplumsal devrimin nasıllığını kafamızda canlandırmaya olanak veriyor.

Serhat Yaşar

Meydan Gazetesi Sayı 18, Mayıs 2014

Paylaşın