Yazın gelişiyle biz kadınlar vücudumuzdaki tüy ve kıllarla zorlu bir savaşa gireriz. Kışın marifeti uzun çorap, kazak, kıllarımızı örterken yaz gelince pürüzsüz bir tene kavuşmak için her yola başvururuz. Tüy ve kıllarımızdan kurtulmanın güzelliğin reçetesi olduğunu söyleyenlerse bu yollarla milyon dolarlar kazanırken, güzelleşmek uğruna acı çekip üstüne dolandırılan yine biz oluruz.
Herkes kıllı doğar
Kıl, insan vücudunda daha rahimdeyken görülmeye başlar. Cenin 22 haftalık olmadan, çoktan 5 milyon kıl kökü vücutta oluşmuştur bile. Vücudumuzdaki kılların her birinin birer fonksiyonu vardır. Bu kılların, tüylerin, pulların ve benzeri deri üzerindeki yapıların çoğu, vücudun su ve ısı dengesini sağlar. Kıl köklerinde bulunan küçük kaslar, soğukta kasılıp tüylerimizi dik hale getirerek enerji ve ısı oluşturur. Sıcakta ise terleyerek vücudumuzun serinlemesine yardımcı olurlar. Kulak, kirpik, kaş gibi kıl yapıları ise etraflarında bulunan hassas organlarımızı (kaş ve kirpik kılları gözü korur) dış ortamdaki zararlı maddelere karşı korur. Vücudumuzdaki tüy ve kılları yok etmek doğrudan vücudumuza bir zarar vermiyor; ancak yok etme yöntemlerinin kendisinden kaynaklanan ciddi zararları saymazsak.
Vücuttaki yoğun kıllanma ise birçok nedene bağlı oluşur. Genetik yapının ve ilaç kullanımının yanı sıra hormonal düzensizlikler yoğun kıllanma nedenleridir. Kıllanmanın artık katlanılamaz bir hale geldiği noktadaysa kurtulmak adına her şeyi ama her şeyi göze alabiliyoruz.
Fazla traş cildi bozar
Bir yanda yüzündeki kıllardan dahi jilet kullanarak kurtulmayı denemiş, bu yüzden her gün bir erkek gibi tıraş olup epilasyon merkezlerini tedavi(!) zannederek gitmek zorunda kalanlar, diğer yanda sadece güzelleşmek uğruna tüy ve kıllarından kurtulmak isteyenler…
Ağda sarkıtır, jilet bir yerden üç fırlatır, tüy dökücü tahriş eder, iğneli iz bırakır, lazer kıl rengine bağlı azaltır, ninemin tavsiyesi tuz ve limon ise tarihe karışır… Ne yapsak, ne etsek aslında tüy ve kıllarımızı tamamen yok etmek mümkün değildir.
Peki, neden tüy ve kıllarımızdan bu kadar çok kurtulmak istiyoruz?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit. Toplumun bizlere dayattığı güzellik anlayışı tüysüz, kılsız, pürüzsüz bir tenin güzel olduğudur. Bu yüzden biz kadınlar neredeyse güzelliği acı ile bağdaştırır bir hale geldik. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil hemen her coğrafyada, sadece güzel olmak için türlü acılara katlanan milyonlarca kadın var. Tıpkı boyunlarına halka geçiren Padaung kadınları gibi.
Tereyağından kıl çekmek kolay, peki ya vücudumuzdan…
“Elinde cımbızı aynası” diyerek başlasa da Mahmure şarkısının sözleri, artık tüy ve kıllarımızdan kurtulmanın icatları da epey gelişti. Limonlu- şekerli, analı- kızlı yapılan kalabalık ağda günleri geçmişte kaldı. Artık epilasyon merkezlerine gidip taksit taksit borçlanıp, acılarımızı dörde katlayıp kökten çözümler arıyoruz. Kimimiz epilasyon merkezlerine uygulanan teknolojinin zararlarını bilerek, kimimiz ise bilmeden gidiyor. Bu konuda farklı birçok yöntem uygulanıyor. Hepsinin vücudumuza bir takım zararları bilinmesine rağmen yine de bu yöntemlere başvurmaktan kaçınmıyoruz.
Çünkü kılı kökten çözmek istiyoruz.
Kıl kökü bir bitki gibidir. Nasıl ki bir bitkinin uç, gövde ve kök kısmı bulunur, kıl yapısında da aynı şekildedir. Kökte bulunan soğancığın alt kısmı oyuktur ve kılı besleyen damarlar burada bir yumak gibidir. Kıl kökünün etrafını ise cilt tabakaları sarar. Tüm bu teknolojiler tüy ve kıllarımızı kısa sürede, kökünden yok etme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bunların aralarında en fazla tercih edileni ise lazer epilasyondur. Öncellikle belirtmeliyim ki uygulanan bu teknolojilerin ileride doğuracağı olumsuz sonuçlar hakkında şimdi konuşmak kimilerine inandırıcı gelmeyebilir, zaten asıl amacımız konuya dikkat çekmek.
Yeni model lazer, yeni model ütü
Lazer epilasyoncular, lazer ışığının cilt dokusuna zarar vermeden kıl kökündeki pigmentlere nüfuz ettiğini, kıl kökü tarafından emilen enerjinin ısıya dönüşerek kıl kökünü tekrar büyüyemeyecek şekilde tahribata uğrattığını iddia eder. Biliyoruz ki röntgen ışınları vücutta artık bırakmakta ve belirli bir zaman içerisinde farklı riskler oluşturmaktadır. Hastanelerdeki “girilmez” yazılı odalar da bu yüzdendir. “Lazer ışığının vücutta bıraktığı herhangi bir artık yoktur” iddiası ise epilasyoncular tarafından genelde kullandıkları makinenin modeliyle ilişkilendirilir. Makinenin dalga boyu, atım sayısı, soğutması vs. her yeni model bir eskisinin etkisiz olduğunu ispatlamak üzerine kuruludur. Yani epilasyon merkezlerinde genellikle uygulamadan önce yapılan açıklamalar sağlığınızla değil, kullanılan makine ile ilgilidir.
Nitekim uygulamayı da dermatologlar ya da plastik cerrahların yanı sıra kendine güzellik uzmanı diyen herkes yapabilmektedir. Lazer epilasyon sonrasında birçok kadının cildinde kızarıklıklar, kabarıklıklar, farklı derecelerde yanıklar, lekelenmeler ve sivilceler oluşmaktadır. Bu firma açısından gayet normal bir durumdur; ne de olsa makine yüzünden! “4-5 seansta biter” dedikleri uygulama, 8-9 seansa kadar sürdüğünde size sadece yüzde elli indirim yaparlar; devam edebilesiniz diye. Tüm bunlar dışında her seans başına dolara endeksli dünya kadar para ödersiniz. Belki her seansta her bir atışla hissettiğiniz acı da bunların yanında önemini kaybediverir.
Anlayacağınız güzellik timsahları daha çok para kazanmak için bize yalan söyler. Çünkü her yıl yeni bir teknoloji piyasaya sürüldüğünden ve talebe bağlı olarak piyasadaki rekabet giderek arttığından yeni model bir makine almak adına yalan söylemek onlar için oldukça kolaydır.
Peki, iğneden korkar mısınız?
Çocukken okula aşı yapmaya gelen sağlık görevlilerini, ellerindeki şırıngaları, oluşan kuyruktaki gergin ve korkulu bekleyişi kimse unutamaz. Hepimiz en azından bir kez iğneden korkmuşuzdur. Neredeyse yüz yıldır uygulanan iğneli epilasyon dedikleri şey ise bir iğnenin- şayet yüz bölgesindeki tüy ve kıllardan kurtulmaktan bahsediyorsak- bütün yüzümüze çok kez batıp, çıkması demektir. Üstelik aynı esnada vücudunuza verilen elektrik cabası. Ancak bu yöntem günümüzde kadınlar açısından hem fazla acılı olmasından, hem iz ve leke bırakma gibi olumsuz sonuçlar doğurduğundan pek tercih edilmiyor. Ancak yine de lazerli uygulamaya göre daha ucuz olduğu için bu yönteme başvuran kadınlar yok değil.
İğneli epilasyoncular lazerliye göre bu yöntemin vücudumuzdaki tüy ve kıllarımızdan ölene dek kurtulma garantisi yarattığını anlatırlar. Bu ne yazık ki(!) doğrudur; çünkü her kıl kökünün iğne yoluyla yakılarak delik deşik edilmesi sonucunda oluşan oyuk yaralarla, iltihaplanma olasılığı yüksek kıl kökünüzün zaten yeniden yeşerme gibi bir şansı kalamaz. Lazerdeki gibi son model makine kullanma ya da uzmanlar tarafından uygulama yapılması gibi şeylerde iğneli epilasyonda beklenmez. Önemli olan saatlerce süren uygulama sırasında iğneci ablanın gösterdiği sabırdır.
Kadınlık hali mi? dediniz…
Kimi erkek sakalı, bıyığı ile övünürken, tüysüze erkek bile denmezken, kadının ise tüyünden, kılından utandığı, sıkıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Vücudumuzdaki tüy ve kıllar bizi o kadar rahatsız ediyor ki her acıya katlanıyor, her yolu sorgulamadan deniyoruz. Bir kadınlık halidir dediğimiz, kendi kendimizi dertlendirdiğimiz, üstüne paralar harcadığımız tüm bu yöntemler bir tek şey için; güzel olmak.
Çünkü bu sistemin çirkinleri sevilmiyor, beğenilmiyor. Çünkü bu sistemin çirkinleri güzellik kalıplarına sığmıyor, sığamıyor. Sistemin güzelliği gün geldiğinde acı çektiriyor, gün geldiğinde öldürüyor. Oysa güzellik ne tüyümüzde, ne de kılımızda. Güzellik nasıl gördüğümüzde, nasıl baktığımızdadır. Görmek istediğimiz gerçekten baktığımız kişi midir, yoksa sistemin güzel dediğine benzetmek istediği kişi mi?
Bu yazının sonunda gerçekten kılı kırk yarmak lazım bu yüzden bundan sonra elinize cımbız almayın, epilasyon merkezlerine gitmeyin, tüy ve kıllarınızla yaşamayı bilin demeyeceğiz, çünkü sistemin biz kadınlara dayattığı güzellik sadece vicdanımızı çirkinleştiriyor.
Çünkü içinde yaşadığımız bu sistemin güzelliği; Afrikalı kadınların aç kalmamak için saçlarını satmaları ve başka kadınların güzel olmak için o saçları satın alıp peruk olarak kullanmasıdır.
Zeynep Kocaman
Meydan Gazetesi Sayı 19, Haziran 2014