Kullan-at: Patronla Karşı Karşıyayken - Polisle karşı karşıyayken

Sayı 2, Ağustos 2012

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

Patronla karşı karşıyayken

İşçi patron ilişkisinde patronun işçiyi sömürdüğü alanlardan biri de işçinin işten atıldığında alması gereken kıdem ve ihbar tazminatlarının verilmemesidir. Her ne kadar 4857 sayılı İş Kanunu işçileri bu alacak gasplarına karşı koruyan hükümler içerse de günlük yaşamda patronlar işçilerin çaresizliğini fırsat sayarak bu uygulamaları umursamamaktadırlar ve çeşitli yollarla işçilerin bu haklarını çalmaktadırlar. Birçok işçi, alacaklarının çalındığının farkına varamadan işten atılmaktadır.

İş kanunu, en az otuz işçinin bulunduğu bir işyerinde (patronun birden fazla işyeri varsa, bütün işyerlerindeki işçi sayısı birlikte sayılır), altı aylık kıdemi bulunan bir işçinin işten atılmasını çeşitli yönlerden kısıtlamıştır. Örneğin; sendikalı olmak, işyerinde sendikal faaliyet yürütmek, patrona karşı herhangi bir mahkemede herhangi bir sebepten dolayı dava açmış bulunmak, patronla işçi arasındaki sözleşmeden kaynaklı oluşan bir alacağı talep etmek işten çıkarılmak için patrona bir hak vermez. Patron işçiyi işten çıkartırken “haklı sebeplere’’ dayanmak zorundadır. Bunun yanında işten çıkartma işleminin kanunda belirtilen usul şartlarına uyması da gerekmektedir. İşçinin işten çıkartılmasıyla ilgili fesih bildirimin hem yazılı bir şekilde yapılması hem de işten çıkartma sebeplerinin fesih bildiriminde açık ve net bir şekilde belirtilmiş olması zorunludur. Ayrıca işçinin işten çıkartılmayla ilgili savunma yapma hakkını kullanması da fesihin geçerli olabilmesi için zorunlu şartlardan biridir. (Kanunun 25. maddesinde sayılan haller için savunma şartı aranmamaktadır yani ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan hareketler halinde işçi savunma yapmadan da işten çıkartılabilmektedir.)

Yukarıda belirttiğimiz yasal gerçekliklere rağmen patronlar, işçileri istedikleri gibi işten çıkartmaktadırlar. Her ne kadar adli yollar yavaş işlese de, işçi haklı bile olsa, hakkını iki üç yıllık süreler sonunda alabilse de bu gibi haksız işten çıkarmalarda işçinin “işe iade davası” açabilme hakkı vardır. Bu davayı açabilmek için ilk şart davanın işten çıkartmadan itibaren 1 ay içinde açılmasıdır. İş yerinin bulunduğu il/ilçede açılacak bir işe iade davası sonucunda, işçi tekrardan işe dönme hakkına sahip olabilecektir. Patron işçiyi mahkeme kararına rağmen işe geri almaz ise en az sekiz aylık maaş tutarında tazminat ödemek zorunda kalmaktadır. Bunun yanı sıra işçi işe geri alınsa da alınmasa da kıdem ve ihbar tazminatı hakkını kaybetmez. Bu her iki hak için de işleyen zamanaşımı süresi 10 yıldır.

Kıdem tazminatı

İhbar tazminatından farklı olarak, işçinin kendi isteğiyle işten ayrıldığı durumlarda da kıdem tazminatı hakkı vardır. Ancak bunun için işçinin işi haklı sebeple bırakmış olması şarttır. Kanun haklı sebep olarak sağlık şartlarını ve iyi niyet-ahlak kurallarına patron tarafından uyulmamasını saymıştır. İşçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için en az 1 yıldır o işyerinde çalışıyor olması zorunludur. Aksi halde kıdem tazminatı hakkından söz edilemez. Çalışma hayatında patronların başvurduğu hilelerden en önemlisi işçinin SGK kaydında, 1 yıl dolmadan çıkış göstermeleridir. Yani işçi fiilen işten çıkartılmamakta sadece SGK kayıtlarında işten çıkartılıp, 1 ay sonra işe geri alınmış olarak gösterilmektedir. Bu durum mahkeme aşamasında, işçi lehine sonuçlanan boş bir çaba olarak kalmaktadır. Ancak işçi bu hakkını mahkemede kazanabileceğinden habersiz olduğu için patron tarafından SGK kayıtları gösterilerek kolayca kandırılabilmektedir. Patronların başvurduğu ikinci hile de işçiye işten çıkartırken imzalattığı kâğıtlardır. İşçinin işten çıkarken kesinlikle hiç bir kâğıdı imzalamaması, ileride hak ileri sürebilmesi için önemlidir.

İhbar tazminatı

Bu tazminata hak kazanabilmek için de işçinin en az altı aylık kıdemi bulunması gerekmektedir. Patron işten çıkartmayla ilgili geçerli bir sebebe dayanıyor olsa (işçinin yeterliliğinden, davranışlarından veya işin gereklerinden kaynaklı bir geçerli sebep) bile kanunda belirtilen bazı sürelere uymak zorundadır. Altı aydan daha az bir süredir çalışmakta olan işçisine işten çıkartmadan 2 hafta önce; altı ayla bir buçuk yıl arası çalışmış işçisine 1 ay önce; bir buçuk yıl ile üç yıl arası çalışmış işçisine 6 hafta önce; üç yıldan fazla çalışmış işçisine 2 ay önceden işten çıkarmayla ilgili durumun patron tarafından belirtilmesi zorunludur. Patron bu sürelere uymaz ise bu süreler oranında ihbar tazminatı ödemek zorundadır. Burada önemli olan, işçinin işten çıkartılırken ihbar tazminatını aldığı yönünde herhangi bir kâğıdı imzalamamasıdır. İhbar tazminatını işçi işten çıkartıldığı tarihten itibaren 10 yıl boyunca talep edebilir.

Polisle karşı karşıyayken

Güncel hayatta karşılaştığımız bir başka hukuksuzluk, hak ihlali biçimi de 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun polis tarafından kasıtlı bir şekilde keyi yorumlanması ve uygulanmasıdır. Devletin polisi; devletin, vatandaşının rızasını alabilmek için oluşturduğu sözde suç ve ceza olaylarını çözebilmek için uydurduğu yasaları dahi uygulayamamaktadır.

-Belirtmeliyim ki, öğrencilik ve avukatlık yaptığım yıllar süresince suç, ceza ve benzeri olayların gerçekliği olmayan, zorlama yasalarca çözülmeye çalışılmasında hukuk sisteminin saçmalığını deneyimledim. Bu deneyimden çıkarımlarım sonucu hiçbir şekilde ne devletin hukukundan ne de devletin polisinden vb. herhangi bir beklenti içerisinde değilim. Ve herhangi bir beklenti içinde olunmaması gerektiğini düşünüyorum.-

Bahsettiklerimizin en yaygın örneklerinden biri, aiş asma eylemi esnasında polis uygulamalarıdır. Aiş asma eylemi gerçekleştirildiği takdirde kanundan da anlaşıldığı gibi, bu eylem karşılığındaki yaptırım idari para cezasıdır. Ancak polisin aiş asan kişilere rastladığı takdirde ilk yaptığı hukuksuzluk, kişiyi karakola götürmektir. Polis burada bunun doğal olduğunu, bu yetkiyi kanundan aldıklarını, hukukun bunu gerektirdiği yönünde bahaneler öne sürmektedir. Ancak hukuken polisin Kabahatler Kanunu’na dayanan bir eylemden dolayı vatandaşı gözaltına alma, “karakolda misair etme” gibi bir hakkı yoktur. Kişinin idari para cezasını, kanunu ihlal eden iilin işlendiği yerde, hemen o an kesilmesini istemesi gibi bir hakkı vardır. Kişi karakola gitmek zorunda değildir. Polislerin karakola gidilmesi yönünde ısrar etmesi halinde, polislere sorulması gereken bunun gözaltı işlemi olup olmadığıdır. Eğer polis gözaltı işlemi yaptığını ileri sürüyor ise, polisten Türk Ceza Kanunu ve Ceza Usul Hukuku’nda belirtilen prosedürü izlemesi, gözaltına almayı Türk Ceza Kanunu’nda belirtilen suçlardan birine göre yapması gerektiği söylenmelidir. Dolayısıyla polisin gözaltına alma işlemini yaptığını söylediği andan itibaren, kişinin avukat isteme hakkı mevcuttur, yani polisin Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca kişiye avukat isteme hakkını sorması, hatırlatması mecburidir. -Ki bunların olmasını beklemenin bana komik geliği gibi size de komik geleceğinin farkındayım; ama yine de bunları bilmek önemlidir.-

Ancak polisin gerçekleştirdiği hukuksuzluk sadece iilen gözaltına alma, saatlerce karakolda bekletmekten ibaret değildir. İdari para cezasının kesilebilmesi için gerekli olan tutanak da polis tarafından genellikle yanlış bilgilerle doldurulmaktadır. Böyle bir durumda yapmamız gereken, tutanağı dikkatlice okumak ve imzadan imtina ederek tutanağı imzalamamaktır. Aişi asan kişinin tutanağı imzalaması zorunlu değildir, aynı şekilde idari para cezasının kesildiğine dair tebliği de kişinin imzalamama hakkı vardır. Tebliği imzalamamak, ceza kesilen kişiye fazladan zaman kazandırmakta ayrıca her idari para cezasına karşı açmaya hakkımız olan itiraz davaları için de şansımızı arttırmaktadır.

Polisin keyi işlemlerine karşı ürettiği bahanelerden bir tanesi de aişlerin içerik incelemesinin karakolda yapılacağının söylenmesidir. Bu durum da polis tarafından uydurulmuş yöntemlerden biridir. İçerik incelemesi diye bahsedilen aişin herhangi bir yasadışı unsur taşıyıp taşımadığının belirlenmesidir. Böyle bir durumda aişin içeriğinin ne olduğu sorusundan kaynaklı sorumluluk polis güçlerindedir. Kişinin bunu kanıtlamak gibi bir sorumluluğu yoktur. Polis aişin yasadışı içeriğe sahip olduğunu düşünüyor ise hemen orada gözaltı işlemine başlamalıdır. Polis böyle durumlarda kağıt üstünde gözaltı yaparak sorumluluk almak istemediğinden sanki aişin içeriğinin ne olduğunun kanıtlanması kişiye aitmiş gibi aiş asan kişiyi iilen saatlerce gözaltında tutmakta, saatler sonunda içerikte sorun yok diyerek kişiyi serbest bırakmaktadır. Ve karakolda geçirilen bu süre resmen, sanki hiç gerçekleşmemiş gibi gözükmektedir.

Polislerin aiş asanlara karşı bu keyi uygulamaları polislerin bilgisizliğinden veya o an orada bulunan polislerin karakterleriyle alakalı olarak meydana gelmemektedir. Kendisinin bir hukuk devleti olduğunu iddia eden her devlet gibi yaşadığımız topraklara egemen olan devlet de, en demokratik hak olarak beyan ettiği “ikir ve düşünce özgürlüğü”ne kağıt üstünde saldırmaktan zaman zaman çekindiği için, uygulamada bahsettiğimiz hukuksuzluklara başvurmaktadır. Yani aiş asarak gerçekleştirdiğimiz eylemin kağıt üstündeki sonucu idari para cezası olmakta, ancak iili olarak maruz kaldığımız durum resmi olmayan bir gözaltı süreci, yıpratma ve yıldırma olmaktadır.

Cengizhan Karaşin

Meydan Gazetesi Sayı 2, Ağustos 2012

Paylaşın