Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi adayların medyada boy göstermeye başlamasıyla, çeşitli tartışmalar ve polemikler de beraberinde gelmeye başladı. Adayların devletin resmi televizyonu TRT kanallarında ne kadar süre yer alabildiği, bu tartışmaların ana gündemlerinden biriydi. Üç adaya, söz konusu kanallarda verilen süre ayrıntılı olarak açıklandığında, ortaya oldukça trajikomik ve adaletsiz bir tablo çıkıyordu. Tartışmalar gündeme gelmeden, 3, 4, 5 ve 6 Temmuz günleri, 3 TRT kanalı baz alınarak yapılan araştırma şöyleydi:
TRT Türk: Erdoğan 305 dakika, İhsanoğlu ve Demirtaş “0” dakika.
TRT 1: Erdoğan 24 dakika, İhsanoğlu 2 Dk 5 Sn, Demirtaş “0” dakika.
TRT Haber: Erdoğan 204 dakika, İhsanoğlu 1 dakika 29 saniye, Demirtaş 45 saniye. (Seçim haberi olarak değil, teyzesi ve yengesinin aynı gün ölmesinde “haber değeri” bulunarak.)
Adaylarla alakalı yayın politikasında, devlet televizyonunun yaptığı bu bariz adaletsizliğin ortaya çıkarılmasıyla televizyon kurumuna yapılan şikayetlerin ardından, konuyla ilgili başka bir kurum olan RTÜK’ün Başkan Vekili Hasan Tahsin Fendoğlu’nun yaptığı açıklama da oldukça ilginçti. Fendoğlu yaptığı açıklamad,a adaylara ekranda yer verilme sürelerinde ortaya çıkan bu “açık farkı”, Erdoğan ile diğer adayların “eşit olmamasına” bağlıyordu.
Recep Tayyip Erdoğan’ın aslında herhangi bir yerde yaptığı bir miting, toplu açılış vb. etkinliğinin TRT’nin ilgili kanalları dışında da 20’ye yakın ulusal kanaldan naklen yayınlanmasına epey zamandır aşinaydık aslında. Bizzat Erdoğan’ın da, zaten televizyon ekranlarında kendisinin ve siyasi rakiplerinin yer alış süreleri ve biçimlerine olan “hassasiyeti”, 30 Mart seçimleri öncesi interenete düşen “Alo Fatih” tapelerinden biliniyordu. Bu anlamda cumhurbaşkanlığı adayları arasında, ekranda yer alış sürelerinde böylesi bir uçurumun doğmasına şaşırmamak gerek.
AKP’nin özellikle 17 Aralık sonrası sürüme soktuğu “Yeni Türkiye” söylemine göre, askeri vesayet döneminin uygulamalarının terk edildiği iddia ediliyor. Ancak 20’ye yakın ulusal kanaldan canlı ekrana getirilen iktidar partisi mitingleri, “Eski Türkiye”nin 12 Eylül 1980 dönemlerinden aşina olduğumuz görüntüleriyle neredeyse birebir aynı. “Yeni Türkiye”nin iktidar sahipleriyle benzer bir şekilde dönemin iktidar sahibi generalleri de, dönemin tek kanalı olan TRT ekranlarında yayınladıkları mitinglerde, hazırladıkları cunta anayasasına evet oyu isterken; diğer yandan da yaşadığımız coğrafyada “aslında ne olup bitmekte” olduğunu topluma “açıklıyorlardı”. Bugün gelinen noktada ise, söz konusu “açıklama” görevi, askerlerde değil; sivil politikacılarda.
Her fırsatta, darbe dönemleri sonrası kurumsallaşan askeri vesayet rejimini ortadan kaldırdığını söyleyen günümüz iktidarı kendi vesayet rejimini kurarken; ister seçim dönemi, ister seçim dışı dönemler, bu vesayetin toplumsal algı ayarını medya üzerinden gerçekleştirmeyi ihmal etmiyor. İktidarının tehlikeye düşeceğini hissettiği Taksim Gezi Direnişi ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu sonrası bahsi geçen devlet ve özel tv kanallarında aynı anda canlı yayınlanan “Milli İrade Mitingleri” ve meydanlarda “toplanan” kalabalıklar; bu kanallar tarafından,mitinglerin “haber değeri taşıması”ndan çok, bu amaçla insanlara izletildi.
“Yeni Türkiye” projeleri, şimdilerde de cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle hemen her gün bir çok ulusal kanalda naklen ekranlarda açıklanırken; “Eski Türkiye” muktedirleri ile “Yeni Türkiye” muktedirleri arasındaki fark, tek kanallı TRT günlerinden, artık günümüzde birden fazla olan TRT kanalı ve alabildiğine artan özel televizyon kanalları olarak ortaya çıkıyor sadece.
Hakan Aktuğ Gültürk
Meydan Gazetesi Sayı 20, Temmuz 2014