"Büyüklük peşindeler insanlar. Göğe, tanrı katına kadar bir kule inşa etmeye giriştiler."
Babil Kralı Nebukadnezar’ın Kraliçe Amytis için yaptırdığı bahçelerde; meyve ağaçlarıyla, çiçeklerle, şelalelerle, türlü egzotik hayvanlarla dolup taşan Babil’in Asma Bahçeleri’nde başladı belki de hikâye; bahçelerin ortasında bulunan, bulutlara uzanan kule başlangıçtı. Asma bahçelerinin içine, bundan binlerce yıl önce inşa edilen Babil Kulesi, yükseğe, daha yükseğe çıkmanın ilk adımlarındandı.
Tanrı’ya ulaşmak isteyen Babil halkı, inşa ettiği kuleyle çok yükseklere, bulutların üstüne çıkmaya çalışsa da olmadı. Tanrı, kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine kızınca, insanları birbirinden ayırdı, kule yerle bir oldu.
Tabi ki Babil’de başlayan “göğe uzanma macerası” burada son bulmadı. Mısırlıların piramitleri, Çinlilerin pagodaları, Hristiyanların çan kuleleri, Müslümanların minareleri, Mezopotamyalıların zigguratları… Tarih boyu göğe yükselen binalar kimi zaman dinin, kimi zaman yönetenin ama her zaman iktidarın simgesi oldu.
İnsanlık tarihinin başlarından bu yana, hep daha yükseklere çıkmaya, yükselmeye çalışanlar oldu. Daha yüksekten bakıp her şeyi görmek, daha yükseğe çıkıp en yukarıda olmak isteyenler. Kimileri en yukarılardan aşağıya bakıp dururken, kimileri de en aşağıdan baktı yukarıya, baktıkça başı döndü, başı döndükçe korktu yukarılardan.
"Otorite, giderek “yükselen” mekânsal araçlar vasıtasıyla topluma sızarken, mimariyi de bu noktada araçsallaştırır."
İdeolojik Aygıt Olarak Mimari
Mimarlık ya da mimari, fiziki yapıların tasarlanmasını ve inşa edilmesini kapsasa da, farklı disiplinlerle doğrudan ilişkili. Teknolojinin ilerlemesiyle gelişen mimari, zaman içerisinde farklı disiplinlerle ilişkilenmiş, kendi dışındaki alanları etkilemiş ve bazı zamanlar bu alanları da belirlemiştir.
İdeolojiler, iktidarı elinde bulunduran egemenlerin ideolojisini örtük şekilde taşıyan “ideolojik aygıtlar” ile bireylere aktarılır; mimari de bu aygıtlardandır. Mimarlığın ortaya koyduğu ve onun nesnesi olan fiziksel mekan ise, genel kanının aksine, insanların yalnızca “temel ihtiyaçları”nı karşılamakla kalmamış, gelişen uygarlıkla ideolojik bir misyon üstlenmiştir. Mimarlığın somutluğa kavuşturduğu mekân, bu ideolojik aktarımın gerçekleştiği bir ortamdır. Bu mekân aynı zamanda, iktidarın varlığını halka dayatması, iktidarı normalleştirmesi ve meşrulaştırması görevini de üstlenir.
Eski Mısır’dan bugüne, erkek egemen toplum yaşamının, otoritenin, iktidarın baskınlaşarak devam etmesinde, mimariyle görünür kılınan “fallik kültür”ün etkisi büyüktür. “Fallus/erkek cinsel organı”nın simgeleştiği gökdelenlerde, kulelerde, kısacası tüm yüksek yapılarda “erk” normalleştirilmiş ve ataerkil toplum biçiminin devamlılığı sağlanmıştır.
Yükseklere yapılmış tapınaklar, şatolar, kuleler… mimarinin zaman içerisinde gelişip, etkisini arttırmasına örnek verilebilir. Bahsi geçen birçok mimari yapının gerisinde, bazı durumlarda “savunma” amacı egemen olsa da, yapının sahibi olan kişinin (kral, derebeyi, rahip vb.) komplekslerinin etkisi de yadsınamaz. Aslında böylesi yapılar, yöneten kişinin, iktidarı altındakileri yönetimsel ya da mistik açıdan, baskı altında tutması için inşa edilmiştir. Kamu yapıları içinde devlet yönetiminin gücünü en iyi şekilde göstermesi istenen ve bu sebeple daha yüksek/daha büyük/daha ihtişamlı inşa edilen adliyeler; dışında kalanın kendini aciz ve güçsüz hissetmesine sebep olarak, “kutsal”a ibadeti dayatan dini mabetler; toplumsal denetim mekanizmalarının en belirgini ve serti olan, altındakilere yönelik bir baskı ve şiddet inşasına dönüşen gözetleme kuleleri… iktidarın mimarisine yalnızca birkaç örnektir.
Küçük ve alçak binaların aksine, giderek artan büyük ve çok katlı yüksek binalarsa, yukarıda bahsi geçenlerin sıkça görülen halidir. Otorite, giderek “yükselen” mekânsal araçlar vasıtasıyla topluma sızarken, mimariyi de bu noktada araçsallaştırır. Metrelerce yükseklikte anıtlar, güvenlik gerekçesiyle inşa edilen kuleler, ucu bucağı görünmeyen gökdelenler dışında kalan her insan için bu durumun kendisi, bir korkuya yol açar: Yükseklik korkusu.
"İnsanlık tarihinin başlarından bu yana, hep daha yükseklere çıkmaya, yükselmeye çalışanlar oldu. Daha yüksekten bakıp her şeyi görmek, daha yükseğe çıkıp en yukarıda olmak isteyenler."
Aşağıda Kalanların Fobisi: Yükseklik Korkusu
Çok sık duyduğumuz, hatta belki bizlerin de mağduru olduğumuz yükseklik korkusu, tıp literatüründe akrofobi, kişinin yüksek yerlerde duyduğu aşırı korku olarak tanımlanır. Yükseklik korkusu olan kimse, dikey mesafeyi olduğundan daha derin görürken, böylesi durumlarda hissettiği yoğun kaygıyla panikler. Panik kalp atışlarını hızlandırır, kişi bastığı yerin ayağının altından kayacağını zanneder, her an düşecekmiş gibi hisseder. Korku, giderek bir travma halini alır.
Anne ya da babasında yükseklik korkusu olduğunu gören bir çocukta da, akrofobi görülme ihtimali yüksektir. “Aşağıya itilme paranoyası” olarak da ifade edilen bu korkunun tedavisi, korkunun kendisiyle yüzleşmekten geçer. Ancak, eğer kişi bu yüzleşmeye hazır değilse, yüzleşme aşaması da bir travmaya dönüşebilir.
Aslında, yükseklik korkusunun, bu bildiğimiz anlamı dışında, başkaca açıklamaları da mevcuttur. Böylesine yaygın olan bir korkunun sebepleri, korkunun toplumda görülme oranı kadar çoktur.
Toplumun bir kısmının kendini daha küçük, daha aciz ve daha güçsüz hissetmesi için giderek yükselen binalar, yükseklik korkusunun temel sebeplerinden sayılabilir. Dışında kalanı küçülten, ona aşağıdan bakmak zorunda olanı hiçleştiren yapıların giderek yaygınlaşması, akrofobinin görülme oranını da giderek arttırır. Kendinden metrelerce büyük, sonunu bile göremediği binaların gölgesinde yaşamak zorunda bırakılanlar, tüm yaşantılarının “yüksektekiler” tarafından denetlendiğinin farkındadır ve kişinin her an izleniyor, denetleniyor, takip ediliyor oluşu da, kişi üzerinde paniği arttırır ve zaman içerisinde bir travmaya dönüşür.
Onlar, metrelerce yükseklikte beton dökerken, sıva yaparken, elektrik çekerken, cam silerken akrofobiyi hissetmeye, “yüksekten” korkmaya başlar.
Aşağıdakiler için hal böyleyken, yukarıdakiler için de yükseğe çıktıkça işler değişir.
"Yükseklik kompleksi olan bir burjuva yüksek binalardan baktığında, aşağıdakileri yalnızca fiziki manada “küçük görmez”. Kompleksli kişiler yükseğe ulaşamayan herkesi, küçük görür, hor görür ve aşağılar."
Bir Burjuva Hastalığı: Yükseklik Kompleksi
Aşağıdakilerin aksine yukarıda olanlar yüksekliğin korkusunu değil, kompleksini yaşarlar. Psikolojik bir rahatsızlık olan yükseklik kompleksi, “kendini üstün görme” hastalığı olarak açıklanır. Akrofobi kadar yaygın olmasa da, yükseklik kompleksi de sık görülen bir rahatsızlıktır.
Yükseklik kompleksi olan herhangi biri, kendisi dışındakilerin fikirlerini önemsemez, bu ve benzer sebeplerle de çevresine yönelik ciddi rahatsızlıklar yaratır. Yükseklik kompleksinin tedavisi, kişinin kendini tanımasından ve ona yardımcı olacak insanlara danışmasından geçer. Ancak yükseklik kompleksi olan hastalar, genelde tedaviyi kabul etmezler.
Zaten bu tanımının dışında, yükseklik kompleksinin de farklı tanımları vardır.
“Yükselme arzusu” ve iktidar hırsıyla yakından ilişkili olan burjuva sınıfına özgü kompleksin görüldüğü kimseler, kibirli ve bencildirler. Bu kişilerin, her zaman daha yükseğe çıkmalarındaki öncelikli amaçlardan biri, aşağıdakilerden olmayı istememeleridir.
Yükseklik kompleksi olan bir burjuva yüksek binalardan baktığında, aşağıdakileri yalnızca fiziki manada “küçük görmez”. Kompleksli kişiler yükseğe ulaşamayan herkesi, küçük görür, hor görür ve aşağılar. “Ondan olma kudreti”ne erişemeyen ve aşağıda yaşamak zorunda bırakılan herkese “yukarıdan bakar”. Yüksekteki burjuva, bulutlara uzanan binasında efendiliğini yaşarken, toplumsal denetim görevini de üstlenir. Ondan olmayanı “aşağılar”, ve aşağıya mahkûm ettiklerini her daim kendi yüksekliğinin gölgesinde, onun ezilmişliğinde yaşamaya mecbur bırakarak, kendi varlığının da sürekliliğini sağlar.
Kendini aşağıdakilerden yalıtmak için ulaşabileceği “en yükseğe” çıkanların kompleksi de aslında sıradan bir hastalık değildir. Yükseklik kompleksi, burjuvanın iktidarını sağlamlaştırmak ve kalıcılaştırmak için başvurduğu bir aygıttır.
Yüksektekiler ve aşağıdakiler arasındaki çelişki, her zaman için kaçınılmazdır.
Kibiriyle aşağılara bakıp, oradakileri “küçük görenler”in başını döndüren; metrelerce yükseklik değil, içlerindeki iktidar hırsıdır. Aşağıdakileri metrelerce yükseklikten korkutan ise, “yüksekliğin kendisi” değil, yüksektekilerden birine dönüşme korkusunun kendisidir. Yukarıdakilerin efendiliklerini süreceği binaları inşa etmek için metrelerce yüksekliğe çıkan aşağıdakiler, “yükseklik”ten değil, onların yaşamlarını hiçleştiren yukarıdakilerin iktidarından korkarlar.Ama bırakmazlar kendilerini, onlardan biri olmamak için, bencilleşmemek, iktidar hırsına bürünmemek, “düşmemek” için koyarlar her tuğlayı.
Onları bir kulenin tepesinden, bir binanın çatısından, bir rezidansın 32. katından aşağıya atıp katletmeye çalışanlara inat direnirler.
Merve Arkun
Meydan Gazetesi Sayı 21, Ekim 2014