Sansür yalnızca gazete ve dergilerde karşılaşılan bir şey değil. Neredeyse bütün kültür sanat ürünlerinde, en başta da sinemada, sansür hep vardı ve günümüzde de sürüyor. Bu yılki Antalya Film Festivali’nde ayyuka çıkan sansür hadisesi aslında ne ilk, ne de son örnek.
Bundan bir yıl önce Taksim Gezi İsyanı’nda sokaklarda, alanlarda olanlar, bir soluklanmak için evlerine döndüklerinde son gelişmeleri görebilmek için açtıkları televizyonlarında kalabalıkların doluştuğu meydanlarla, polisin gazıyla ve TOMA’sıyla, sokaklarda Vendetta maskesi ile yürüyenlerle değil; penguen belgeselleriyle karşılaştılar. Gazetelerde de durum farklı değildi; bir şeyler oluyordu, ama medyaya göre böyle bir şey yoktu.
O zaman ellerdeki cep telefonları yalnızca birbirini tanıyanların iletişim kurduğu bir ağa değil, o alandaki tüm insanların bilgi paylaştığı bir medyaya dönüştü. Belki medyanın görmezden gelme durumu, yani açık sansürü, bu şekilde kırılmış oldu. Ama devlet, bu konuda da çabucak yasaklama ve engelleme ile bu bilgi alışverişini kesmeyi denedi.
Bir yılın ardından bu kez Gezi, bir film festivalinde engelleniyor... Reyan Tuvi’nin Taksim Gezi İsyanı’nı alnattığı “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” isimli belgesel, festival komitesince gösterim dışı bırakılıyor. Komitenin bu konuda yaptığı özrü kabahatinden de büyük açıklama da, bunun bir sansür olduğu gerçeğini gizlemeye yetmiyor. Yani bu, geçtğimiz cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında ortaya sürülen “Yeni Türkiye”nin belki de ilk film sansürü oluyor.
Devlet Varsa Sansür de Var
Eskiden de durum farklı değildi. Sansür bu topraklarda hep vardı. 1864 Matbuat Nizamnamesi, 1925 Takrir-i Sükun Kanunu, 1931 Matbuat Kanunu, 1940 Örfi İdare Kanunu, 1950’den-1991’e kadar yürürlükte kalan 141., 142. ve 163. kanun maddeleri, 27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül-28 Şubat darbelerinin hükümleri-yönetmelikleri, 1990’ların Terörle Mücadele Kanunu ve sansür sürgün kararnameleri, 2005’ten bu yana yürürlükte olan Terörle Mücadele Kanunu...
Tüm bu yasa ya da yönetmelikler, sisteme karşı düşünceleri birer “suç” olarak tanımlamanın yanı sıra, “kamu düzeni, milli güvenlik ve genel ahlak” bahaneleriyle gerçeklerin üzerine kalın bir sansür gölgesi de örttü. Çünkü Osmanlı zamanında padişah ve saray, Cumhuriyet döneminde de hükümet ve meclis; bağımsız düşüncelerden, yalın gerçeklerden ve kendi yalanlarının ortaya dökülecek olmasından açıkça korktu.
Sansür tabi ki yalnızca gazete ve dergilerde karşılaşılan bir şey değil. Neredeyse bütün kültür sanat ürünlerinde, en başta da sinemada, sansür hep vardı ve günümüzde de sürüyor.
Bu yılki Antalya Film Festivali’nde ayyuka çıkan sansür hadisesi aslında ne ilk, ne de son örnek. Örneğin Atıf Yılmaz’ın filmi Kara Çarşaflı Gelin filmi de 1975 yılında Antalya Film Festivali’ne alınmamıştı. Yılmaz Güney’in 1972 yılında çektiği Baba adlı filmi ise Altın Koza’da birinci olmasına rağmen, Yılmaz Güney’in o dönemde cezaevinde olması ve politik kişiliği sebebiyle, filme verilen ödül geri alınmıştı.
Geçmişte de muhalif filmler engellenir yasaklanırdı. Mesela bir filmde İstanbul Boğazı görünür, stratejik önemi olan yerler düşmana gösteriliyor diye sansürlenir; Yıldız Kenter rol icabı tecavüze uğrar, devlet sanatçısı tecavüze uğrayamaz diye sansürlenir; hatta Halit Refiğ’in Şafak Bekçileri filmi bile düşen uçak yüzünden “halkı askerlikten soğuttuğu” gerekçesiyle sansürlenirdi.
Bir filmde başakların cılız gösterilmesini “biz yoksul bir ülke değiliz”, iki kadın arkadaşın “kazancımızı ortaya koyar beraber harcarız” diyalogunu “komünistlik yapılıyor”, bir inşaat işçisinin yaşamını “Anadolu genci böyle gösterilemez” diye pek çok sefer sansürlemişlerdi.
“Elbet bir gün insanlık, sizden hesap soracak” Sözleri İsyancı Bulunup Sansürlendi
Orhan Gencebay’ın gecekondu meselelerine eğildiği Derdim Dünyadan Büyük adlı filmi de “insanları isyana, anarşiye ve halkın ikiye bölünmesine sebebiyet verdiği” gerekçesiyle yasaklandı. Film, “Elbet bir gün insanlık, sizden hesap soracak” gibi sözleri olan müzikleriyle de hala hafızalardadır. O yıllarda, aralarında Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Tarık Akan ve Fatma Girik’in de olduğu pek çok oyuncu ve sinema emekçisi, sansüre karşı Ankara’ya yürüdü.
Kimi zaman bir filmin gösteriminin yasaklanması, kimi zaman da Sürü filminin gösteriminde olduğu gibi sinema salonuna atılan bir bomba oldu sansür. 1980 darbesinden sonra Yılmaz Güney’in Cannes’da Altın Palmiye kazanan filmi Yol’un gösterimi de sansürden payını alıp yasaklanmıştı ama darbeden önceki son Antalya Film Festivali, Ömer Kavur’un “Yusuf ile Kenan” ve Yavuz Özkan’ın “Demiryol” isimli filmlerini festivale almamıştı. Yani her dönem sinema filmleri yasaklama ve sansürle karşı karşıyaydı. Hatta sansür o boyuta gelmişti ki, TRT, kendi yaptırdığı “Yorgun Savaşçı” filmini dahi sakıncalı bulup yakarak ortadan kaldırmıştı.
Günümüzde de RTÜK, televizyondaki sansürün adı. Ama zaten bağımsız olmayan kanallar, işlerine gelmeyen her şeyi engelledikleri için RTÜK’e çok da iş düşmüyor denebilir. Canlı yayında bile programlar kesiliyor, konuk konuşmacıların sözü “teknik aksaklık” nedeniyle engelleniyor.
Dün Gezi, Bugün Kobanê
Yazıya Gezi ile başlamıştık, şimdi Şırnak’a geçelim. Burada yaşanan bir Kürt katliamını ortaya çıkaran, tanıklarıyla anlatan Aydın Orak’ın Berivan isimli belgesel filminin, geçtiğimiz yıl yasaklandığında bu kadar gündeme gelmemiş olması, sinemada var olan çifte standart ve ayrımcılığı da gözler önüne seriyor. Elbette sansür kötü, ama görmemek daha kötü.
Bugün, devletlerin kendi elleriyle yarattıkları çetelerin saldırılarına maruz kalan Kobanê’de yaşananlar, ana akım televizyonlarda, gazetelerde yer almıyor. Bugün yaşananlar da, sinsi bir sansür perdesinin ardında tutulmak isteniyor, gerçekler bilinmesin, kirli ittifaklar anlaşılmasın, devletin kanlı hesapları ortaya dökülmesin diye görüntüler gizleniyor. Haber almak dahi olanaksızlaştırılıyor, devletin resmi ya da kontrgerilla güçleri gerçeklerin peşinden koşan gazetecilerin, bağımsız kameramanların üzerine kurşun yağdırıyor.
Sansür kanunlarıyla yasaklansa da, polis zoruyla korkutulmaya çalışılsa da, kendini alternatif ya da özgürlükçü olarak adlandıran festival komitelerince engellense de, gerçeklerin peşinden gidenler hep var olacak, ya bugünden haber yaparak bize bu gerçekleri aktarmayı sürdürecekler, ya da yarın film çekerek, belgesel hazırlayarak izleyiciye bugünü aktarmayı, kendini, yalanlar üzerine inşa eden ve bu yüzden gerçeği yasaklama çabasındaki devlete rağmen seçecekler.
Gürşat Özdamar
Meydan Gazetesi Sayı 22, Ekim 2014