Michel Foucault “Hapishanenin Doğuşu” adlı eserinde iktidarların cezalandırma biçimlerinin tarihten günümüze evrimini incelemişti. Ben de size kişisel deneyimimden yola çıkarak, daha yakın ve sınırlı zaman kesitinde, tutsakların “bağlanma” biçimlerinde ve araçlarında, yirmi yılda yaşanan bir evrimden bahsetmek istiyorum. Evrimin son halkası, üzerine yazı yazılmasını hak ediyor.
Asma Kilitli Çelik Zincir:
90’lı yılların başında hapishanelerde, mahkeme ve hastane sevklerinde çelik tellerle örülmüş, fiyonk şeklinde halkalardan oluşan zincir ve asma kilit kullanılırdı. Her asma kilidin ve anahtarının üzerinde numara bulunur, çıkarılacağı zaman rütbeli numarayı söylediğinde, öne çıkılıp, kilit açılarak çıkarılırdı. O günleri yaşayanlar iyi bilir; her gün çatışma ve karakol baskınlarının, her iki taraftan cenazelerin sıra sıra dizili olduğu zamanlardı. Bu yüzden siyasi konjonktüre göre askerin elinde bulunan bu zincirler, siyasi tutsaklara karşı işkence aleti olarak kullanılıyordu. Yaşanan her karakol baskını veya çatışma, ertesi gün mahkeme veya hastane sevklerinde, yansımasını, zincirin bir halka daha fazla sıkılmasıyla gösteriyordu.
Hiç unutmam, yine öyle bir günde, kalabalık bir grupla hastane sevkimiz vardı. İzmir Kapalı Bölge Hapishanesi’nin kapı altı denilen, zincirlenip ringe bindirildiğimiz bölümünde, rütbelilerin, bazı arkadaşların zincirlerini daha fazla sıkması yüzünden bağrışmalar yaşanmıştı. Halen hapishanede bulunulduğundan gitmeme ihtimali olduğu için, asker ‘alttan alıp’ “sonra görüşürüz” diyerek ringe binmemizi sağlamıştı. Hastaneye gidildiğinde mahkum koğuşu denilen, kapısı parmaklıklı bölüme alındık. Ellerimizdeki zincirleri, bizi içeriye koyduktan sonra dışarıdan kilidi açıp, zinciri çekerek çıkarıyorlardı. Birkaç kişinin zinciri sorunsuz çıkarıldıktan sonra, rütbeliyle tartışan arkadaşa sıra geldiğinde, rütbeli “şimdi görüşebiliriz” diyerek kilidi açtıktan sonra, kapının arkasından zinciri ellerine sarıp, bir ayağını demir parmaklıklara dayayıp, alabildiğine zinciri çekerek, arkadaşın ellerini parmaklıklara sıkıştırmış, slogan atmamıza, kapıya vurmamıza rağmen, uzun süre sıkıştırmaya devam etmişti. Olay sonrası hepimiz muayene olmadan geri dönmüş, yol boyunca hakaret ve tekmelere maruz bırakılmıştık. O dönemlerde zindan deneyimi olanlarda, zincirin böyle hatırası çoktur.
İki Çemberli Klasik Kelepçe:
Sanırım 2000’li yılların başında, F tiplerine geçildikten sonra, arasında iki-üç zincir halkası olan polis kelepçelerini, askeriye de kullanmaya başladı. Bunların arasında kısa da olsa zincir bulunduğundan, ellerin hareket etmesine imkan veriyordu. Zaman zaman son tırnağa kadar kapatıp, acı çektirmeye dönük tutumlar olsa da, bu kelepçeleri takmaktan rahatsız olup da kendine özgü yöntemler geliştirmiş olan deneyimli hükümlülerin müdahalesiyle, problem tutsaklar tarafından çözülüyordu.
Pranga Kelepçe:
En son bir hafta önce hastaneye gittim ve “bağlama” konusunda geliştirilen son icadı deneyimlemiş oldum. Bu konuda, birilerinin ciddi ciddi kafa yordukları anlaşılıyor. Hareket noktaları tutsakların canını daha fazla nasıl yakabilirim, hareketlerini nasıl sınırlandırabilirimdir. Kelepçe, kolların hareket etme imkanını büyük oranda engelliyor. Çelik çemberlerin kenarları, özellikle keskin bırakılmış, köşeli yapısı yuvarlandığı için hiç sıkmasa bile değdiği yerde iz bırakıyor. Ring araçlarında 1.5x1 metrelik bölmeye altı kişi konulduğundan, her virajda, her tümsekte tek kütleymiş gibi sağa sola devrilmeler olduğundan, pranga kelepçeler takılı olduğunda yandaki kişilerin çarpması, basınç oluşturması, düşmesi, kelepçelerin bileğe oturmasına yol açıyor. Kaza durumunda, bileklerin kırılmaması zaten işten değil. O esnada, bu prangalar takılıyken, kendini kurtarmanın imkanı yok. Çünkü aradaki zincir yerine her iki çember, çelik bir tabla üzerine dört çelik çubukla sabitlenmiş. Oynak nokta sadece kilit sisteminin olduğu yarım ay şeklindeki, kilitlenince kapanan çember. Daha önce ring araçlarında çıkan yangında çığlıklar atarak yanan mahkumlar hafızalardan çabuk silinmiş. En azından onlar, çıkmak için kapılara vurmuşlardı ama pranga kelepçeler bilekleri kıracağı için, öylesi bir çaba bile mümkün olmaz.
Bakanlığın bu kelepçeyi hangi zavallıya tasarlattığını merak ettim. Acaba tasarım yarışması mı düzenlendi de, bu pranga mı beğenildi? Tamam, güvenlik testlerinden geçmiş olabilirler de, buna kullanılabilir onayını hangi insanlıktan çıkmış kurul verdi acaba? Üzerinde herhangi bir marka da yok. Zaten mahkumlar kobay olarak görüldüğünden, herhangi bir teste tabi tutmak da gerekmemiştir muhtemelen. Ama yakın dönem bu coğrafyada kimlerin ellerine kelepçe takıldığı, hapishaneye atıldığı akıllara geldiğinde, bir gün bu kelepçelere icazet verenlerin de bunu deneyimleme ihtimali hiç de az değil. Bunu hiç kimse için arzu etmesek de, “Yeni Türkiye” diye meydan meydan dolaşanların, Ortaçağ’ın prangalı işkencelerini günümüze taşıyıp, bu işkenceleri sıradanlaştırmaları kabul edilir gibi değil.
Bu prangalı kelepçelerin kendisi işkencedir. Eskiden konjonktürel değişimlere göre maruz bırakıldığımız işkence, rutinleştirilmiş oldu. Artık yaşanacak bütün “kaza”ların, yaralanmaların sorumlusu Bakanlık olacaktır. Bu sebeple, bütün tutsakların, pranga kelepçelerin kilitlerini “patlatmayı” deneyimlemesi de meşru bir eylemdir ve bu mümkündür.
Meydan Gazetesi Sayı 24, Şubat 2015