Ortaçağ Avrupası’nda kilise, toplumda korku ve baskı yoluyla otoritesini sürdürdü. Kilise başlıca “kötülük” odağı olarak kadınları gösterdi. Binlerce kadın, büyücülük yaftalamarıyla suçlanarak “cadı avı” adı altında katledildiler. Aslında bu katliamların her biri, politik, ekonomik ve toplumsal yaşamı kadınsızlaştırmak içindi.
Kadınlara atfedilen cadılık söylemi, o dönemin ahlak anlayışına ya da düşüncesine aykırı hareket eden, erkek algıya karşı çıkan ve isyan tehdidi oluşturan kadınlara yönelik bir ithamdı. Bu ithamın ötesinde kadınları katletmeye yönelik her türlü bahane, erkek algının egemen olduğu her yerde, her dönemde üretilmiş ve sürdürülmüştür. Burada incelediğimiz, dünyanın farklı bölgelerinde yakın zamanlarda gerçekleştirilen katliamlar, sistematik tecavüz ve şiddet olayları, kadına yönelik erkek şiddetinin niteliğini anlamak açısından önem taşımaktadır.
Erkek egemen sistemin şiddetini, bazen yaşadığımız coğrafyalarda IŞİD’in, Boko Haram’ın yaptığı gibi toplu katliamlarla; bazen Afganistan’da, Hindistan’da, Liberya’da devletin sistematik olarak uyguladığı katliamlarla; bazen savaşların içinde ayrıca bir kıyım yöntemi olarak kullanılan kadın tecavüzleriyle; bazen de kadınların savaşlar boyunca ordu için zorunlu seks işçiliğine mahkum edilmesiyle tanırız.
Toplu Kadın Kıyımları
Montreal Politeknik Katliamı
Aralık 1989’da, Marc Lepine isimli bir erkek, tüfekle girdiği Politeknik Fakültesi’nde 14’ü kadın 28 kişiyi katletti. Feminizmle mücadele ettiğini iddia eden katil, önce bir sınıfa girip erkek ve kadın öğrencileri ayırıp kadınlardan dokuzunu öldürdü. Sonrasında sınıf dışına çıkarak fakültede gördüğü kadınlara ateş etmeye başladı. Onlarca kadının yaralandığı saldırı sonrasında intihar eden Lepine, bıraktığı notta Quebec Feminist Hareketi'nin içinde “öldürülmesi gereken” 19 kadını listelemişti. Kadın örgütleri eylemin kadın karşıtı niteliğine vurgu yaparak 6 Aralık gününü Kanada Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ilan etti.
Din Kökenli Katliamlar
Avrupa’da 1480-1750 arasında gerçekleşen cadı avlarında 30 bine yakın kadının katledildiği biliniyor. Modern devletin var oluşundaki erkek ahlakı ve zihniyeti anlamak için çok önemli veriler içeren bu süreç, bugünkü politikaları anlamlandırmak açısından da önem taşıyor.
Din kaynaklı katliamlar Ortaçağ sonrasında Avrupa’da örtük bir şekilde devam etmiştir. Örneğin İrlanda’da 1925-1961 yılları arasında Bon Secours rahibeleri tarafından işletilen “Ev”’in yanında 796 çocuk ve bebek cesedi, gizlice foseptik çukuruna atılmıştır. Ailelerinin “onurunu” zedeledikleri gerekçesiyle zorla kapatılan kadınlar, köle gibi çalıştırılmış, çocukları başka ülkelere satılmış, satılamayanlar bakımsızlıktan ve önlenebilir hastalıklardan öldüklerinde bu çukura atılmışlardır.
1765’ten 1996’ya kadar, İrlanda devleti ve Katolik kilisesinin işlettiği Magdalene Çamaşırhaneleri, evlilik dışı hamile olan (çoğu tecavüz kurbanı) “düşkün” kadınların özgürlüklerinden alıkonulup, ücretsiz olarak, haftada 7 gün, zor şartlarda uzun saatler çalıştırıldığı yerlerdi. 1993 yılında Dublin’de, bu evlerden birinin bahçesinde bulunan toplu mezarlıkta 155 kadının bedeni vardı.
Tabii ki din kaynaklı katliamlar denildiğinde radikal islamcı örgütlerin Afrika ve Ortadoğu’da gerçekleştirdiği katliamların akla gelmesi normaldir. Ekim ayından bu yana, IŞİD’in kontrolü altındaki bölgede gerçekleştirilen sayısız katliam ve şiddet görüntüleri, hepimizin hafızasına kazınmış durumda. Bölgede yaşayan Ezidilere yönelik ilk katliam girişiminde birçok kadın öldürülmüş ve yaklaşık 5 bin kadın IŞİD tarafından kaçırılmıştı. IŞİD’in tutsak aldığı Ezidi ve Hristiyan kadınları sattığına yönelik fotoğraflar kasım ayında sosyal medyaya düşmüş, bu gelirin IŞİD’in en büyük gelir kaynaklarından biri olduğu ortaya çıkmıştı.
Aralık 2014’ün ortalarında El-Anbar’da idam edilen 150 kadın bir başka gerçeği gözler önüne seriyordu. IŞİD’li askerlerle cihad evliliği yapması için getirilen 150 kadın, evliliğe direndikleri için önce bir dizi işkenceye maruz kaldı, sonra katledildi. Özellikle IŞİD’e destek veren devletlerden getirilen Müslüman kadınlar cihad evliliğine zorlanıyorlar.
Bibi Ayşe
Bibi Ayşe ailesi tarafından babasının borcuna karşılık zorla bir Taliban üyesiyle evlendirildi. Evlendiği günden bu yana sürekli şiddete maruz kalan Bibi Ayşe, şiddetin dozunun iyice arttığı bir gün evden kaçarak komşularına sığındı. Zorla evlendirildiği kişi, babası ve erkek akrabaları tarafından yakalanan Bibi, ıssız bir dağa götürülüp burnu, kulakları ve saçları kesilmiş bir halde ölüme terk edilir. Akrabaları tarafından kadının yüzündeki uzuvlarının kesilmesi, bölgede yaygın bir uygulama. Bibi Ayşe, Afganistan’daki erkek şiddetinin ulaştığı boyutları görmek için en önemli isimlerden biri.
Nijerya Baga’da yoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan binlerce kişi Boko Haram tarafından katledildi. IŞİD’in Afrika türevi olan örgütün ideolojisinde, kadının toplumsal hayat içindeki konumunun Şer’i hükümlerle belirlenmesi önemli yer tutuyor. Nisan 2014’te onlarca kadının katledildiği, iki yüzden fazlasının kaçırılmasıyla sonuçlanan okul saldırısı, Boko Haram’ın en sık kullandığı yöntemlerden. Örgüt, tıpkı El-Kaide uzantılı örgütler gibi kaçırılan kadınları köle pazarlarında satıyor.
Sistematik Katliamlar
Kadın katliamları denilince sadece belli bir bölgede kısa bir süre içerisinde birçok kadını öldürmeye yönelik girişimlerden bahsedersek, kadın katliamlarının hangi boyutlara ulaştığını göremeyiz. Özellikle Afganistan, Hindistan ve Liberya, kadına yönelik erkek şiddetinin devletle özdeşleştiği yerler olarak karşımıza çıkar. Bu coğrafyalarda cins ayrımcılığının bir devlet politikası olarak işletildiği göz önünde bulundurulursa, çok kısa süre içerisinde olmayan ancak bir veya birkaç senelik istatistiklere bakıldığında kadına yönelik sistematik işkence, tecavüz, ve katliam gözler önüne serilecektir:
1995’te Zarmina isimli bir kadın, otuz bin erkek izleyicinin gözü önünde Kabil Stadyumu’nda kocasını öldürdüğü için önce işkenceye maruz bırakıldı, sonra da başından vurularak katledildi.
1996’da iki yüz yirmi beş kadın, giyinme yasağını ihlal ettiğinden dolayı işkenceye maruz kaldı. -2009’da Bibi Ayşe evden kaçtığı gerekçesiyle erkek akrabaları tarafından kulakları ve burnu kesilmiş bir halde ölmesi için dağa bırakılır.
2012 yılında “kendini yakma girişimleri” sayısı gittikçe arttı. Bu girişimlerin kadınların erkek akrabaları tarafından yapıldığı bilinse de tehditler yüzünden kadınlar kendini yakmış gibi gösteriliyor.
2011-2013 yılları arasında, 400’ü aşkın kadın namus cinayeti nedeniyle öldürüldü.
2013 yılının sadece Mart-Haziran arasındaki sürede, erkek şiddetine maruz kalan kadın sayısı 2500.
Katliamlarda Katliam
Aslında katliam denildiğinde akıllara, 1500 ve 1900 yılları arasında Amerika kıtalarını keşfettikten sonra Avrupalıların gerçekleştirdikleri katliamlar gelir. Bu uzun süreli ve sistematik katliam sürecinde çok sayıda kadın da katledilmiş, toplu tecavüz ve işkencelere maruz kalmıştır. Kıtanın köleleştirilme sürecine de denk düşen bu zaman diliminde, katledilmeyen yerli kadınlar köleleştirilip erkek şiddetine maruz kalmışlardır.
1541-1542 Tiguex Katliamı: İspanyol kaşifler 50’ye yakın Tiguex kadınına tecavüz edip, evlerini yaktı, sonra da katletti.
1712 Detroit Kızılderili Katliamı, en az 1000 kadın Fransız yerleşimcileri tarafından katletildi.
1724 Norridgewock Katliamı, aralarında kadın ve çocukların bulunduğu 80 Abenakis yerlisi koloni milisleri tarafından katledildi.
1782 Gnadenhütten Katliamı, Pensilvanya ordusu yoğunluğunu kadınların oluşturduğu 100 yerliyi katletti.
1805 Canyon del Muerto Katliamı, İspanyol askerler yoğunluğunu kadınların oluşturduğu 115 yerliyi Arizona’da katletti.
1840 Councill House Katliamı, Comanche delegesi 40 kadın San Antonio’da katledildi.
1856 Grande Ronde Nehri Vadisi Katliamı, çoğu kadın 60 yerli Oregon’da katledildi.
1859 Pit River Katliamı, 60 kadın beyaz yerleşimciler tarafından katledildi.
1868 Washita Katliamı, 75 kadın katledildi, yerlilerin evleri ABD ordusu tarafından yakıldı.
1877 Big Hole Katliamı, çoğunluğu kadın 89 yerli ABD ordusu tarafından katledildi.
Özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen, katliam içerisinde katliam, militarist erkek zihniyetin en önemli stratejilerinden biridir. Katliamın gerçekleştiği coğrafyada bulunan kadınlara yönelik tecavüz, bir savaş silahı olarak kullanılmaktadır. Özellikle Yugoslavya’nın dağılması sürecinde, Bosna ve Kosova savaşlarında 50 binin üzerinde kadın tecavüze uğramış ve tecavüz bir “soy bozma” yöntemi olarak Sırp askerler tarafından Boşnak ve Hırvat kadınlara karşı kullanılmıştır. Aslında 20. yüzyıl öncesindeki savaşlarda da kullanılan bu yöntem 1. Dünya Savaşı’ndan sonra askeri bir strateji olarak dünyanın farklı bölgelerinde uygulanmaya başlanmıştır. Diğer bir yöntem ise özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren uygulanan, işgal bölgesindeki kadınları seks işçiliğine zorlamaktır. 2. Dünya Savaşı’nda 50 bin kadın Nazi ordusu tarafından, 200 bin kadın Japonya ordusu tarafından seks işçiliğine zorlanmıştır. Vietnam Savaşı’nda da benzer şekilde ABD ordusunun Vietnamlı kadınlara yönelik uygulamaları olduğu bilinmektedir.
Nanking Katliamı
1937 Aralık ayında başlayıp 1938 Ocak’ında biten katliam, Japonya ordusu Çin’in Nanking şehrini ele geçirdiğinde gerçekleştirdi. 300 bin kişinin katledildiği, gencinden yaşlısına en az 20 bin kadının öldürülmeden önce tecavüze maruz kaldığı, katliamdan on yıl sonra açıklanabilen raporlar arasında yer alıyor.
My Lai Katliamı
16 Mart 1968’de ABD ordusu tarafından Vietnam Savaşı sırasında, My Lai, My Khe ve Son My köylerinde eş zamanlı olarak yoğunluğu kadın ve çocuklardan 347 kişi katledilmiştir. Olayı bir gazeteci ortaya çıkartmış, ABD ordusu bu katliamı doğrulamış ve saldırıyı gerçekleştiren askerlere herhangi ceza vermemiştir.
Ruanda Katliamı’nda “Soy Bozma”
Nisan 1994’te başlayıp Temmuz’a kadar devam eden Ruanda Katliamı’nda, büyük bölümü kadın ve çocuklardan oluşan bir milyona yakın kişi katledildi. 500 bin Tutsi kadınının maruz kaldığı şiddetin ardından katliam dönemi tecavüzlerinden kaynaklı 5 bin ile 10 bin arasında hamilelik vakası yaşanmıştır.
Sri Lanka İç Savaşı’nda Kaybolan Kadınlar 1990’larda Sri Lanka’daki iç savaş sırasında on binlerce kadın tecavüz ve erkek şiddetine maruz kalırken binlerce kadın savaş sırasında kaybolmuştur.
Doğu Kongo İsyanı’nda Önce Tecavüz Sonra Katliam
1998’de Doğu Kongo’da çıkan isyanı bastırmak için ordu, burada yüz binlerce kişinin öldüğü bir katliam gerçekleştirmiştir. İki yüz binin üzerinde kadın bu iç savaşta tecavüze maruz kalırken büyük bir kısmı katledilmiştir. 2010 Ağustos’unda yine aynı bölgede gerçekleşen isyan bastırılmaya çalışılırken 500 tecavüz vakası daha rapor edilmiştir. Mevzu bahis katliamlar içerisinde gerçekleşen katliamlara ilişkin veriler, sadece bilinen ve rapor edilen veriler olup gerçek sayıların raporlardakinin kat be kat daha fazlası olduğu düşünülmektedir.
Ruanda’dan Sudan’a bütün bu olaylara müdahil olmak için giden BM “barış” güçlerinin de binlerce tecavüz vakasına dahil olduğu bilinen bir gerçekliktir. Sadece rapor edilen durumlardan kaynaklı binlerce BM askerinin “tecavüz davası” vardır.
Kadınlara yönelik katliamlar, bilinçli bir politika olarak sadece içinde bulunduğumuz coğrafyada değil, dünyanın farklı bölgelerinde; sadece içinde bulunduğumuz zamanda değil, Ortaçağ’dan bu yana devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet ve katliam politikaları modern yüzüyle kadınları yok etmeye devam ediyor. Bu imha politikaları bazen eli kanlı devletin ürettiği şiddet çetelerinin elinde toplu kadın katliamlarına dönüşüyor, bazen devletlerin fark ettirmeden münferit cezalar gibi gösterdikleri katliamlara ve sistematik şiddete dönüşüyor. Soy bozma adı altında gerçekleşen savaş zamanı tecavüzler ve seks işçiliğine zorlama politikalarıyla, katliam içinde kadına başka katliamlar yaşatılıp kadının kimliği ve iradesi öğütülmeye çalışılıyor.
Hesaplanamayacak olansa bütün bu koşullar altında kadın olduğunu özgür bir şekilde söylemekte ısrar edenler olacaktır. Afganistan’ın kadın düşmanı politikalarına rağmen mücadele veren Mina Keşvar Kemal*’in söylediği gibi:
Kadınım ben bin yıllık uykusundan uyanmış
Buldum tutacağım yolu ve hayır asla dönmeyeceğim geri.
Yalınayak çocuklar gördüm, evsiz, dolaşan sokakta.
Gelinler gördüm elleri kınalı ama karalar bağlamış
Dev duvarlarını gördüm hapishanelerin, aç bir kurt gibi yutan özgürlüğü
Yeniden doğdum direniş destanlarında
Öğrendim son nefesinde özgürlük türküsü tutturmayı, kan dalgalarında ve zafer kutlamalarında
(* Meena Keshwar Kamal: Afganistan Devrimci Kadınlar Derneği (RAWA) kurucusu. 4 Şubat 1987 tarihinde devletle bağlantılı paramiliter güçlerin düzenlediği suikast sonucu katledilmiştir. Yaşamı boyunca kadın mücadelesinin ve devrimci mücadelenin önde gelen isimlerinden biri olmuştur.)
Nergis Şen - Pelin Derici
Meydan Gazetesi Sayı 25, Mart 2015