Seçimin Adayları

Sayı 26, Nisan 2015

Listelerde Kimler Var? Kimler yok?

7 Haziran Seçimleri yaklaşırken, partiler kesin aday listelerini belirlemeye başladı. Açıklanan listeler sonucunda da konuşulması ve tartışılması gereken pek çok şaşırtıcı durum ortaya çıktı. Aday listelerinin açıklanması ile başlayan tartışmalar ise aday adaylıkları süreci içerisinde meydana gelen tartışmaların bugüne evrilmesi niteliğinde.

Aday adaylıkları sürecinde bilhassa sosyal medyada ironik paylaşımlara konu olan, iktidar partisi AKP’nin Neo-Osmanlıcı/Pan-İslamist söylemlerine paralel olarak fırsatçılıklarını ve yaratıcılıklarını konuşturan padişah kostümlü, “Allah referanslı” AKP milletvekili aday adaylarının hiçbirinin adaylık listelerinde yerlerini alamamış olması, iktidar partisi cenahındaki dikkat çekici durumlardan biriydi. Böylelikle özellikle iktidar partisi etrafında rant, ihale vb. için kümelenen ve “verili durumu anında kavrayıp bu duruma göre her türlü kılığa giren” bu müteşebbis kişiliklerin söz konusu yaratıcılıkları şimdilik hüsranla sonuçlandı. Bunların dışında iktidar partisi başta olmak üzere diğer tüm partilerde, kamuoyunda tanınan pek çok adayın listelerde isimlerinin bulunmamasının şaşkınlığı yaşanırken, listelerde sürpriz isimler de yer aldı.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek, eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk aday gösterilmemesi sürpriz olan isimlerdi. Son dönemde yaşanan, aslında nedeninin “çözüm sürecinde” izleme heyetinin oluşturulması ile ilgili Erdoğan-Hükümet çatlağının olduğu tartışmadaki Melih Gökçek-Bülent Arınç geriliminde taraflar “birer fire vererek” şimdilik “tansiyonu düşürdüler”. Bülent Arınç’ın şerh koymasıyla Osman Gökçek ve bunun karşılığında da Arınç’a yakın bir isim olduğu söylenen Kemal Öztürk’ün “millete hizmet vuslatı” başka bir bahara kaldı.

Muhalefete baktığımızda ise, CHP Dersimli iki milletvekilini (Hüseyin Aygün ve Kamer Genç) de bölgelerinden aday göstermedi. Hüseyin Aygün, 2012 yılında Dersim kırsalında HPG gerillalarınca bir süre alıkonulmuş, serbest bırakıldıktan sonra gerillalar için “terörist” ibaresinin aksine “arkadaşlar” hitabını kullanmış, kamuoyunda geniş yankı uyandıran bu olay sonrası CHP’nin, Dersimli-Alevi kimlikli vekili olarak reel politik gündemde bilinirliği daha da artan bir isim olmuştu.

Parlamentoda en eski isimlerden biri olan ve neredeyse profesyonel mesleği milletvekilliği diyebileceğimiz Kamer Genç ise aday gösterilmeyerek merkez sağ partilerden(DYP) merkez sola(SHP, CHP) ve oradan bağımsızlara uzanan “geniş siyasi kariyerini” istemeyerek de olsa sonlandırmış oldu.

Milletvekili adaylıklarına seçilemeyip hayal kırıklığı yaşayanların yanı sıra pek çok isim de seçilemeyecek sıralardan aday gösterilerek hayal kırıklığı yaşadı. Örneğin, Deniz Baykal döneminde CHP’li olan Savcı Sayan tüm AKP ile yakınlaşma çabalarına rağmen ancak İzmir 2. Bölge yedinci sıradan aday olabildi. Savcı Sayan 2010 yılında Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlığından istifası sırasında “baba bizi bırakma” feryatları ve hıçkırıklar içinde salonu terk ederken kameralara yansımıştı. Yine iktidarın “yılmaz savunucusu” AKP’li Kürt vekil Mehmet Metiner de İstanbul 3. bölge on ikinci sıradan listeye girebildi. Metiner iktidara yönelen her tehditte “bir feda eylemcisi gibi” öne çıkması, partisini “cansiperane bir biçimde” savunmasıyla biliniyor. Mehmet Metiner yalan olduğu artık gizlenemez bir vakıa olan Kabataş olayı ile ilgili görüntülerin de ellerinde olduğunu iddia etmişti.

Bu isimler dışında, kadınlara yönelik “düşünceleriyle” cumhurbaşkanı Erdoğan’la senkronizasyon içinde bulunan iktidar şarkıcısı Uğur Işılak da aday gösterilerek muhtemelen önümüzdeki dönem TC parlamentosunda arz-ı endam edecek isimlerden biri oldu. Işılak AKP yanlısı bir TV programında erkeğin görevi “sahip olmak” kadınınki ise “ait olmaktır” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın bir dönemde sarf ettiği “kadın erkek eşitliği fıtrata ters” sözleriyle güzel bir uyum yakalıyordu.

Muhalif gazetelere iktidar karşıtı yayın politikalarından dolayı yaptırdığı vergi denetimleriyle muhaliflere yönelik iktidar sopasını devletin ekonomik yaptırımları bağlamında elinde tutan Maliye Bakanlığı Müsteşarı Naci Ağbal da seçilmesi garanti, aday olan isimlerden biriydi. Ağbal da böylece devlet iktidarının adaletsizliklerinin gizlenmesinde pay sahibi olmuş bir devlet bürokratı olarak mükafatlandırıldı.

İktidar partisi AKP’nin Kürdistan’da gösterdiği adaylardan bazıları da aslında devletin şimdilerde AKP üzerinden, Kürt meselesine bakış açısının bir özetini yansıtıyor. Barzani-KDP çizgisiyle yakınlığı bilinen ve daha ötesinde 1990’lı yıllarda Cizre Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde JİTEM ile ilişkileri olan Haşim Haşimi, Amed’den aday gösterildi. Hâşimi’nin o dönemlerde JİTEM’e ait olan Güney İnşaat-Gıda-Ticaret adlı şirkete belediye başkanlığı nüfuzunu kullanarak ihaleler verdiği ve bir anlamda devletin bu kontra çetesini finanse ettği biliniyor.(http://www.lekolin.net/haber-880-Hasim-Hasimi8217nin-Kirli-JITEM-Iliskisi.html)

AKP’nin diğer “Kürdistani” adaylarından biri olan Muhsin Kızılkaya ise İstanbul’daki Kürt nüfus yoğunluğu göz önünde bulundurularak bu kentten aday gösterildi. Hakkârili olan Kızılkaya, 2009 yılında yayına başlayan ve devletin, Kürt halkının dili olan Kürtçe’ye yönelik olarak aslen bir asimilasyon politikası olarak da yorumlanabilecek olan “Kürtçe” yayın yapan devlet kanalının fikir babalarından.

Mardin’den aday gösterilen Orhan Miroğlu’ndan ise yazarlarımızdan Merve Arkun gazetemizin 23.sayısındaki “Savaşı Görmeyip Barışa Bak’anlar” başlıklı yazısında müstakbel AKP adayının,12 Eylül döneminde hapis yattığı Diyarbakır Cezaevi sürecini “unutarak”, katıldığı bir TV programında “devlet eliyle sistematik işkence yoktur” şeklinde konuştuğu bilgisini vermişti. Miroğlu böylece, 2010 referandumu sonrası yaslandığı devlet iktidarı ekseninde, devlet nazarında makbul bir Kürt olmanın, onun katliam ve işkencelerini inkar etmenin karşılığını parlamentoda vekil olarak almış görünüyor.

Aday olamayanlar ve listeye seçilemeyecek sıralardan girebilen bu isimlerin “hizmet aşkına” yaşadıkları bu düş kırıklığı bir tarafa, liste başı ya da “garanti yerden” gösterilen adayların ise seçilmeleri takdirde kazanacakları rant, ihale vb. ayrıcalıkların ve paraların hesaplamasını yapmaya daha şimdiden başlamış olmaları muhtemel.

Bu arada aday listelerinin hazırlanmasına ilişkin yöntemlerde partilerin takındığı tutumlarla alakalı olarak bazı istifa haberleri de gelmeye başladı. Özellikle CHP, adayların belirlenmesinde “demokratik” bir yöntem olarak partilerinde ön seçim uygulandığını lanse etmiş ve özellikle AKP ve MHP’nin “merkez ataması” yöntemine gönderme yaparcasına “ön seçim” yöntemini vitrinine çıkarmıştı. Fakat ön seçimin kimi bölgelerde yapılmaması veya kimi bölgelerde genel merkezden belirlenen kontenjan adayların ön plana konup ön seçimin göstermelik kılınması sebebiyle bazı tepkiler ortaya kondu ve Dersim İkinci Sıra Milletvekili Adayı Gürsel Erol adaylıktan istifa ettiğini açıkladı. Erol’un ardından Siirt Adayı Cindi Eren’in de benzer nedenlerle adaylıktan çekildiği haberi geldi.

“Ne Kadar Demokratik”?

Partilerin uzun analizler sonucunda belirlediği listeler şüphesiz önümüzdeki yıllar boyunca yürütecekleri politikalar doğrultusunda şekil aldı. Aday adaylığı sürecinde özellikle çok sayıda bürokratın ve şirket sahibinin başvuruda bulunması ve bunların pek çoğunun listelerin üst kısımlarından aday gösterilmesi özellikle sistem partilerinin aday belirleme konusunda hangi kriterleri baz aldığını net bir şekilde ortaya koydu.

Adayların kişisel özelliklerinden, aday belirleme yöntemlerine, seçilen milletvekillerinin söylemlerinden, yolsuzluklarına kadar tüm yapılarında adaletsizliği ve köleliği yapılan seçimler yoluyla meşrulaştıran temsili demokrasi, özellikle ezilenlerin önüne “demokrasi görevi” olarak konulan tüm bu seçim süreçlerinde çıkarcı ve rantçı ruhunu tüm açıklığıyla sergiliyor. Adaletsizlik ve sömürü düzenini sürdürmeyi misyon edinen sistem partileri, ezilenlerin parlamento denilen yasama kurumunda kendilerini “temsil” edecek vekilleri seçerken dahi toplumu ve bireyi hiçleştiren, sermayeyi, rantı ve iktidarlarını garanti altına almayı hedefleyen yöntemler kullanıyor. Bu yanıyla özellikle, kapitalist sistemi seçimler yoluyla “demokratik bir biçimde” sürdürmeyi esas alan sömürü ve adaletsizlik düzeni partilerinin “demokrasi mabedi” seçim sandığı ,bir aldatmacadan öteye geçemiyor.

Didem Deniz Erbak

Meydan Gazetesi Sayı 26, Nisan 2015

Paylaşın