Ağustos ayının başlarında, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Marikana Bölgesi’nde İngiliz Madencilik Şirketi Lonmin’e bağlı olan platin madenlerinde çalışan 3.000 işçi daha iyi çalışma koşulları ve maaş artışı talebiyle greve çıkmıştı. Yaklaşık bir haftadan beri grevlerini sürdüren işçilerin üzerine polis tarafından açılan ateş sonucunda 34 işçi hayatını yitirmiş, onlarcası da ağır yaralanmıştı. Aynı hafta içerisinde polisin saldırıları sonucunda yine 10 işçi daha katledilmiş, bir o kadar kişi de yaralanmıştı. Katliamın yaşandığı günün hemen akşamında ana akım medya bu görüntüleri, “trajik” ya da “korkunç” diye adlandırıp bize servis ederken, Marikana’daki işçileri “zavallı kurbanlar” olarak lanse etmiş ayrıca sanki tüm yaşananlar iki sendikanın arasındaki rekabetten kaynaklanıyormuş gibi bir hava yaratmış, olayların iç yüzünü saklayarak hem duygusal bir manipülasyona girişmiş hem de bu işçi direnişini çarpıtmaya çalışmıştı. Olayın gerçekten “trajik” ve “korkunç” olması bir yana buradaki işçilerin direnişi ve olayları bu noktaya taşıyan süreçler ana akım medya tarafından bilerek es geçilmişti. Aslında bu süreci anlamak için, bölgedeki yaşam alanlarına ve yaşamların tümüne saldıran madencilik sektörüne, bir de Güney Afrika’da sömürünün çeşitli boyutlarıyla hep sürdüğü yakın tarihe biraz göz atmak yeterli olacaktır.
Güney Afrika Cumhuriyeti dünyada platin rezervlerinin % 75’ine sahip ve çıkartılan tüm platinin % 96’sını kaynağı. Lonmin Şirketi de, buradaki birkaç büyük şirketten biri. Bu şirketin altında çalışan binlerce işçi ise, “taşeron” ya da “amele tellalları” aracılığıyla her gün çok ağır koşullar altında, uzun saatler boyunca ve çok düşük bir ücret karşılığında çalıştırılıyor. Tabii, diğer irmalarda çalışan işçiler için de durum bundan daha farklı değil. Zaten 3 ay öncesinde bir başka platin maden şirketi olan İmplants’ın çalışanları da yine aynı şikâyetlerle greve gitmişti.
Tabi ki yoğun sömürü ve katliamlar, Güney Afrika için yeni şeyler değil. İngiliz kapitalistlerin bu bölgeye gelip, burayı yağmalamaya başlamasından, “beyaz” iktidarlarını yasallaştırdıkları 1948 yılına ( Apartheid rejimi Ulusal Parti İktidarı), ardından ırkçı rejimin yerini siyahların yönetimine bıraktığı sürece kadar ve o günden günümüze kadar geçen süreçte bir “iktidar” olmayı başaran siyah iktidar zamanında yaşanan katliamlar da bunun açık göstergesi. Apartheid rejimi boyunca yok sayılan, sömürülen ve katledilen insanlar verdikleri onca kavganın ardından 1994 yılında ırkçı rejimin yıkılması ve sosyal demokrat çizgideki ANC’nin iktidara gelmesi ile beraber birçok şeyin değişeceğini umuyorlardı. Fakat durum hiç de öyle olmadı. İktidarı eline alan ANC (Afrika Ulusal Kongresi), SACP (Güney Afrika Komünist Partisi) ve COSATU’nun (Güney Afrika Sendikalar Birliği) oluşturduğu üçlü ittifak “demokrasi, özgürlük, sosyal adalet ve eşitlik” haykırışlarıyla kaptığı iktidar koltuğunu şimdilerde “katliam, kan ve ölüm” haykırışlarıyla korumaya çalışıyor. Yani geçmişte ezilen, sömürülen ve yok sayılan -çoğunluğunu siyahların oluşturduğu- yoksullar, sadece rengi değişen iktidar tarafından sömürülmeye devam ediyor.
Öyle ki, başa geçtikleri süreçten itibaren sömürmek ve katletmek konusunda “beyaz kardeşleri”ni aratmayanm ANC hükümetinin ilk icraatlarından biri, çok uluslu maden şirketlerine pek bulaşmadan, onlardan arta kalanları “madenlerin ulusallaştırılması” yalanıyla, çevresindeki güç odaklarına paylaştırarak, halihazırda varolan beyaz sermayenin yanına yeni bir zenginler kulübü eklemekti. Hükümet geçmişten aldığı mirası aynı doğrultuda kullanmaya devam etmişti. Bugüne kadar katliamlar konusunda eskinin Ulusal Partisi’nden geri kaldığı sanılan ANC Hükümeti son “Marikana Katliamı” ile durumu neredeyse eşitlemiş, bir “devlet” olmanın gereğini layıkıyla yerine getirmiş oldu.
Bu iktidar üçgeninin diğer iki köşesini oluşturan SACP ve COSATU ise, Apartheid dönemindeki radikal duruşlarını bugün artık bir parçası oldukları “iktidar bataklığı”nda yitirmişler, hatta katliama zemin hazırlayan tavırları ve katliamın hemen sonrasında ölümlerden işçileri sorumlu tutan açıklamarı ile “dünün mazlumu, bugünün zalimi” deyişinin somut birer örneği haline gelmişlerdir.
Aslında burada COSATU’ya ve onun madencilik iş kolunda örgütlü olan sendikası NUM’a ayrı parantez açmak gerekir. O ünlü 1973 Durban grevi ile Güney Afrika’da militan sendika anlayışını oluşturan COSATU - NUM, bugün o eski radikal tutumlarından çok uzaklar. Öyle ki, bu son grevlerin başlangıcında işçilerin maaş taleplerini “gerçekçi bir talep değil” diye değerlendirerek şirket ve devletle aynı dili paylaşmakta hiçbir sıkıntı duymamışlardır. Hatta, NUM Başkanı Frans Balent’in söz konusu maden şirketlerinin yönetiminde yer alıyor olması, COSATU - NUM’un bu mücadele içindeki konumunu hiç bir dolaylı anlatıma yer bırakmayacak kadar net bir şekilde ortaya koyuyor.
1994’ten sonra, ülkenin “yeniden” yapılanması sürecinde ANC ve SACP ile beraber bir “kutsal ittifak” içerisinde olan COSATU, yaşadığı bu “iktidarlaşma” dönemiyle beraber, geçmişte nispeten de olsa ilişki kurduğu en dipteki yoksul işçilerle bağlarını yitirmiş, zamanla daha temiz ve daha tehlikesiz ilişkiler olan beyaz yakalıları yükseltmiştir. İşte tam bu kritik noktada kendisini “apolitik ve komünist olmayan” diye tanımlayan ve COSATU - NUM’un kendisi ve diğer maden işçileri üzerindeki baskılarına karşı, “biz madencilik işkolunda rekabetten yanayız; biz de olalım onlar da olsun” diyecek kadar omurgasız bir anlayışı benimsemiş AMCU adlı sendika ortaya çıkmış, işçilerin zam ve iyi çalışma koşulları taleplerini dikkate alıp, hâlihazırda, NUM’dan kopmuş ya da kopmakta olan işçileri kendisine çekmeyi başarmıştı. Bu son süreçte kendi yerel sendikalarını örgütlemeye çalışan işçilerle beraber AMCU da bu grevlerde etkin olarak boy göstermiştir.
Tüm bunlara rağmen ve tüm bunlarla birlikte, Güney Afrika’daki yoksul insanlar etralarını saran bu bürokratlar ve sarı sendikalar sarmalından kurtulup, neo-liberal şirketlere ve kapitalizme karşı kendi öz-örgütlülüklerine dayalı bir mücadele hattı oluşturmaya çalışıyorlar. Katliamdan sonra, ülkenin her yerinde hayatını kaybeden işçiler için yapılan anmalarda, Lonmin Şirketi’nin hala yüzsüzce sürdürdüğü tehditlere kulak asmadan direnişlerini kararlılıkla sürdürmeye niyetli olduklarını vurgulayan işçilere ise aslında en büyük destek, ülkenin diğer madenlerinde ve işkollarında art arda patlayan yeni direnişlerden geliyor.
İşçiler Direnmeye Devam Ediyor, Grev Dalgası Büyüyor!
Son süreçte, direnişçilerin işbaşı yapmaması durumunda, hepsinin işten atılacağını duyuran Lomin Şirketi, iş-çilerin buna kulak asmaması ve madende çalışanların sadece % 6’sı kadarının iş başı yapması nedeniyle, onları görüşmeye çağırmak zorunda kaldı. Görüşmelere Lonmin yöneticileri, AMCU temsilcileri ve bağımsız işçi temsilcileri katılacak.
Ayrıca grev dalgası ise giderek büyüyor. Katliamın hemen ardından iki platin madeninde daha grev patlak verirken; Gold One’a bağlı altın madeninde ve dünyanın en büyük dördüncü altın üreticisi olan Gold Field Şirketi’ne bağlı madenlerde de, 12.000 işçinin greve gittiği öğrenildi.
Polis: İşçiler, birbirlerini öldürdüler!
Katliamın hemen sonrasında, tüm dünyada dolaşmaya başlayan kamera görüntülerine rağmen olaydaki sorumluluğunu reddederek, işçilerin kendilerine saldırdığını ve bundan sonra kendilerinin silah kullanmak zorunda kaldığını iddia eden Güney Afrika polisi, bu yalan tutmayınca, katledilen işçilerin sırtından vurulduklarını belirtip, işçilerin arkadaki diğer işçiler tarafından tarandığını iddia etti. Bu iddia doğrultusunda haklarında dava açılan 270 işçi geçtiğimiz günlerde tutuklanmıştı. Son olarak tutuklamanın ardından gelen yoğun tepkiler üzerine savcı soruşurmayı geçiçi olarak geri çektiğini belirtti.
Güney Afrika’lı Anarşistlerden Ortak Bildiri:
ANC’nin Maskesi Düştü, İşçiler Katledildi!
Zabalaza Anarşist - Komünist Cephesi, Tokologo Anarşist Kolektii ve İnkululeko Wits Anarşist Kolektii katliamın ardından, yayınladıkları ortak bildiride, katliamın sorumlularının devlet, kapitalistler ve polis olduğunu belirtip, “ANC’nin Maskesi Düştü, İşçiler Katledildi!” dedi ve işçileri devletin ve kapitalistlerin oyununa gelmemeleri konusunda uyararak, bunların karşısında birleşmeye çağırdı. Ayrıca, meclis dışı siyaset ve hareketlerden olan Abahlali BaseMjondolo (Gecekonducular Hareketi) Güney Afrika Topraksızlar Hareketi ve Yoksul İnsanlar Birliği yaptıkları açıklamalarda olayı kınayarak, olayın sorumlusunun polis, devlet, kapitalistler olduğunu yinelediler.
Meydan Gazetesi Sayı 3, Eylül 2012