Bir belediyede köpek itlaf işinde çalışıyor olsanız, ama günün birinde öldürmek için ateş ettiğiniz köpeklerden biri yaralanarak ölmekten kurtulsa, siz de o köpeği iyileştirmek için evinizde saklasanız, bu durumu, duyulursa işinizden olacağınız korkusuyla iş arkadaşlarınızdan, evde köpek beslemeyi efemine bularak sizi aşağılayacağı korkusuyla abinizden saklamak zorunda kalsanız...
Ya da, uzun süre hapis yattıktan sonra salıverilseniz, ama bunun karşılığında, sürekli bombalar patlayan bir gecekondu mahallesinde bombacı “terörist”leri bulmak için çöp toplayıcısı görünümü altında muhbirlik işi yapmak durumunda bırakılsanız… Ancak işinizi iyi yapmazsanız, yani bombalarla ya da bombacılarla ilgili herhangi bir bilgi veremezseniz gerisin geri hapse döneceğiniz tehdidiyle ve korkusuyla her şeye şüpheli olarak yaklaşsanız…
Emin Alper’in Tepenin Ardı’nın ardından senaryosunu yazıp çektiği Abluka filmi, böyle iki insanın, iki kardeşin, Ahmet’in ve Kadir’in öyküleri üzerinden ilerliyor. Üstelik her biri, bir diğerinin korkusunu daha da pekiştirerek bir sarmal biçiminde çoğalmasına zemin sağlıyor. Biri, diğerinin ablukası oluyor da denebilir.
Üstüne üstlük, yaşadıkları yer, polis noktaları, kimlik kontrolleri, devriye atan polis araçları, durmadan çalan sirenleri eksik olmayan, devletin kontrolü altındaki bir gecekondu mahallesi olunca, var olan ablukalarına bir de devlet ablukası ekleniyor. Her ne kadar filmde buranın neresi olduğu söylenmese de, geçtiğimiz haftalarda devletin polis ve asker gücüyle abluka altına aldığı “öteki” yerlerden birine benzer bir mahalle olduğuna kuşku yok.
Film, Ahmet’in ya da Kadir’in gözünden anlatılarak ilerliyor. Buna ek olarak, kimi sahnelerde zaman atlaması ile kamera dış göze geçiyor ve böylece o olayı bir de başka açıdan görebilmemiz olanaklı oluyor.
Aslında kapitalist sistemin, büyük iktidarların, otoritenin görünmez baskıları altında, kendilerini çaresiz hisseden, çıkmazları olan, çaresizlikler yaşayanlardan yalnızca ikisi, Ahmet ve Kadir. Ahmet yaptığı işe öylesine yabancılaşmış ki, bir köpeği evinde saklayabiliyor. Bunu yapmaya iten şey, işine eleştirel gözle bakması ya da farkındalığının gelişmesi de değil üstelik.
Ertesi gün bir başka semte gidip köpekleri öldürme görevini sürdürüyor. Köpekler de abluka altında olmayı sürdürüyor. Evdeki köpeği başka bir kategoride tutuyor yalnızca. Bir işkenceci polisin akşam evine gittiğinde sevecen bir baba olarak çocuğuna sarılabilmesi gibi bir durumu anımsatıyor bu.
Kadir’in korkuları daha cezaevinden çıktığı ilk gün başlamıştır. Sürekli bombalar patlayan bu mahallede, çöplerdeki atıkları inceleyip bomba yapımında kullanılan malzemeler olup olmadığını bildirmesi şartıyla tahliye etmiştir. Kadir, Ahmet’in arkadaşı Ali’nin üst katında bir ev kiralar. Burada Ali’nin eşi Meral’e duyduğu saplantı ve kurduğu fanteziler onu fazlasıyla bunaltır.
Ahmet’in köpeği saklamak için evine kapanması, Kadir’i daha da bir kuşkucu yapar ve Ahmet’i bombaları patlatan “terör” örgütüyle ilişkilendirecek bir mantık kurmasına yol açar. Üstelik kaderi, topladığı çöplerden farksız, sistemin değersiz gördüğü bir atık gibi, eline güç ve yetki verilmiş, beceriksiz bir polis müdürünün iki dudağının arasındadır.
Kendi korkuları, kendi paranoyaları, büyük ablukayı görmelerine mani oluyor. Sistemin onlara da bulaştırdığı paranoya onları gerçeklikten uzaklaştırıyor. Örneğin bombalar tepelerinde patlar, silahlar susmazken, onları en çok korkutan şey bir kapı zili oluyor.
Medyası da suskunluğuyla bu ablukayı derinleştiriyor. “Belediye Başkanı, sokak hayvanlarını modern barınaklara yerleştirdi” haberinin ardından “Terörist ölü ele geçirildi” haberi bize hiç de yabancı değil. Kadir, Ahmet’i ihbar etmiştir. Ahmet ve Kadir bu ablukadan sağ çıkamaz. Onların ablukaları biter, ama abluka sürer.
Filmin genelde distopik sayılabilecek tadı olsa da, tersine, sokaklara yazılmış ‘’Güvenlik noktası tecrit demek; ablukaya hayır!’’ yazılaması ile bir umut taşıyor. O umut şimdi çok daha gerekli.
Gürşat Özdamar
Meydan Gazetesi Sayı 30, Aralık 2015