18 Mart 1871 günü ilan edilen ve 71 gün boyunca süren, yalnızca Fransa’yı değil tüm dünyayı etkilemiş olan Paris Komünü, somut anlamda ilk özyönetim deneyimlerinden biriydi.
Versailles sarayının baskı ve zulmü altında bulunan Parisliler, Komün’ün ilanıyla birlikte, artık devleti ve merkezi iktidarı tanımayacaklardı; kendi kararlarını kendileri alacak, kendileri uygulayacaklardı. Halka dağıtılan bildirilerde, anarşizm düşüncesinden bir çok ifadeye yer veriliyordu. Buna göre Komün, tüm yerel inisiyatiflerin gönüllü birliğine dayanıyordu. Fabrikalarda üretim biçimi değişiyor, çalışanların eşit söz hakkının olduğu kooperatiflere dönüşüyordu. Kimsenin servet biriktirmesine izin verilmiyordu. Zorunlu askerlik ortadan kaldırılıyordu. Bu, bir devrimin nasıl gerçekleşeceği sorusuna yanıt gibiydi; kendi özerkliğini ilan eden, kendi kendisini örgütleyen bir deneyim. Anarşist fikirlerin daha da derinleşmesine ve günümüzde de filizlenmesine yol açan önemli bir deneyim.
Komün’ün her aşamasında inisiyatif alanlardan biri de, tüm yaşamını iktidarlara karşı özgürlük mücadelesine adayan Louise Michel’di.
Öğretmenlik mezunuydu ama göreve başlamak için imparatora yemin etmesi gerekiyordu. O ise bunu reddetmişti. Komün’le birlikte Louise Michel, anarşist kimliğini alınan kararlarda daha da belirginleştirmişti. Üstelik bir kadın olduğu için ilk başlarda alınmadığı toplantılarda. İlk günden itibaren silahını elinden bırakmadan barikattan barikata koşan, anarşizm ve özgürlük mücadelesi yürüten Louise Michel; o yıllara ait anılarını Komün ismini verdiği bir kitapta topladı. Öncesi ve sonrasıyla Komün’ü anlattığı kitap, fransızca aslından Şule Çiltaş’ın çevirisiyle Kasım 2015’te Ayrıntı yayınlarından çıktı.
“İmparatorluğun Can Çekişmesi”, “4 Eylül Cumhuriyeti”, “Komün”, “Katliam”, “O Gün Bugündür” olmak üzere beş başlıktan oluşan kitaptaki bölümler birbirlerinin devamı niteliğinde olduğu için bütünlüklü bir okuma gerektiriyor. Paris Komünü’nde aktif olarak mücadelenin içinde olan Louise Michel, “Bu kitabı yazmak, bize kanadıyla hafifçe dokunan özgürlüğün mezbahadan havalandığı korkunç günleri yeniden yaşamaktır; yangının trajik kubbesi altında Komün’ün ölümle yaptığı düğünü, şehitliğin kızıl düğün alayları için süslenip uyuduğu kanlı çukuru yeniden açmaktır.” diyor.
Komün’le beraber Paris nefes almaya başlıyor
“Komün’ün ilanı muhteşem oldu” diye başlıyor Louise Michel ve o ilk duygularını şu ifadelerle anlatıyor: “Silahların altında bir insan seli vardı. Tarlalarda başaklar kadar sıkışmış süngüler. Sanki bir buğday tarlası. Bütün bir Paris ayakta. Büyük bir çığlık yükseliyor: Yaşasın Komün! Söylev yok, yalnızca tek ve büyük bir çığlık: Yaşasın Komün!”
Komün o akşam ilk toplantısını gerçekleştirir, ilk bildirisini hazırlar. “Bundan sonra geleceğinizi siz belirleyeceksiniz, kurduğunuz temsil yine sizin sayenizde düşmüş iktidarın neden olduğu felaketleri onaracak.”
Bu büyük değişikliği “Paris nefes alıyordu.” diye tanımlayan Louise Michel, Komün’de ateşli devrimcilerin çoğunlukta olduğundan ve herkesin yeteneğine göre kurulan komisyonlarda görev aldığından da bahsediyor kitapta. Adalet’ten Savunma’ya, Maliye’den Dış İlişkiler’e varıncaya dek, tüm idare artık Komün’deydi. Komün’ün ilk kararları, kiliselere ödeneğin kesilmesi ve askere almanın ortadan kaldırılması oldu.
Herhangi bir kişinin fazla gelire sahip olması yasaklandı. Yargı sistemi yeniden biçimlendirildi. Fırınlarda gece çalışması yasaklandı. Ancak kendileri gece çalışmayı tercih ettiklerini söyleyen bazı fırıncılar eskisi gibi çalışmalarını sürdürdü. Sanat, bilim ve edebiyat dallarında da değişim başlamıştı ve yaşam alevleniyordu.
“Komün kazanacak! En azından Paris yenilmeden ölecek!”
Komün’ün devrimci niteliği, diğer büyük kentleri etkilemişti ve oralarda da Paris’i destekleyen Komün’ler ilan edilmeye başlanmıştı. Cezayir bir bildiri yayınlayıp kırk yıldır süren işgalden kurtulmanın tek yolunun Komün’ün ayakta kalması olduğunu belirterek Komün’ü desteklediğini açıklıyordu. Komün’ün ilanı Rusya’da da etkisini göstermiş, özellikle gençleri sokaklara dökmüştü. Halkın dalgası gürlüyor, eski dünyanın tüm kıyılarını dövüyordu.
Komün’le beraber başlayan değişim, halkın kendi yaşama biçimini kendisinin belirleme kararlılığı, elbette herkesi memnun etmedi. Louise Michel’in de yazdığı gibi “Giderek çürüyen iktidarlar, güçlerini özgür olmak isteyen bütün halkalara karşı birleştiriyordu.”
Nitekim Saray, hem Komün hakkında asılsız ve karalama amaçlı haberler yayarak kirli bir propoganda yürütür, hem de Komün’ün fiziki olarak ortadan kalkması için bulabildiği destekçilerle beraber büyük bir saldırı hazırlığına başlar. Çok geçmeden, 2 Nisan sabahı Paris top sesleriyle uyanır. Komün’ü hazmedemeyen Versailles Sarayı, büyük bir ordu ile iki koldan Paris’i kuşatmıştır. Hemen ertesi gün, 3 Nisan 1871’de Komün, özsavunmaya girişir.
Kadınlar Cephede: “Özgürlük için ölmeyi düşünüyorduk.”
Komün’e giden süreçte, kadınlar mücadele içinde önemli bir yerdeydi. 18 Mart 1871’de halkın kendini savunmak için elinde bulundurduğu topları almaya gelen orduya karşı duruş sergileyen kadınlar, ellerindeki topları ordunun almasına engel oldukları gibi mücadeleyi de büyütmüşlerdi.
Louise Michel, 3 Nisan’dan Mayıs ayına kadar Paris’i ve Komün’ü savunmak için cephededir, bu süre boyunca Paris’e sadece iki kez, o da yarım gün uğrayabilecektir: “Louis Moreau ve diğerleriyle Versailles’lılar girdiğinde tepeyi havaya uçurmak üzere bir yer bulmaya karar verdik; zira ‘paris kazanacak!’ diye tekrar ederken gireceklerini biliyorduk. Emin olduğumuz tek şey, ölene kadar kendimizi savunacağımızdı.”
Kitapta Louise Michel, Champ-de-Mars’tayken Louis Moreau’nun kendisine eski tüfeğinin yerine küçük bir Remington karabina verişini, annesine -endişelenmesin diye- cephede bir ambulansta kendisine ihtiyaç olduğu için gittiği yalanını söylediğini, gecelerce sarayın topçularınca saldırıya uğrayan Clamart Tren İstasyonu civarındaki hendeklerde kalışını, sarayın bu cephede kendilerini daha kalabalık sandığı için bir baskına uğramadıklarını yazıyor.
Louise Michel gibi pek çok kadın daha vardı barikatlarda özgürlük için savaşan. Augustin Chiffon, Lemel, Lefebvre, Malvina Poulain, Excoffons, Poirier…
“İktidar lanetlidir ve ben bu yüzden anarşist oldum.”
Kitapta Louise Michel’in kendini tanımlamak için kullandığı bu cümledeki iktidar, ceberrut yüzünü Paris Komünü’nde de göstermişti. İktidardaki Thiers hükümeti, Fransa’da ortaya çıkan özgürlük hareketlerini bitirmek adına hiçbir yöntemden çekinmiyordu. Çeşitli katliamlar yaparak sorumluluğu Komün’ün üzerine yıkıyordu. Kendi iktidarının sürmesi için bir iç savaş ortamı yaratıyordu.
71 gün boyunca pek çok yoldaşını kaybeden, tüm baskılara rağmen barikatlarda direnen ve Komün’ü savunan Paris halkı, Thiers’in ordusunun saldırılarına daha fazla dayanamamıştı: “Komün ölmüştü, kendisiyle birlikte binlerce isimsiz kahramanı toprağa gömerek.”
“Eğer korkak değilseniz beni öldürün!”
Louise Michel, “öldü” diyordu ama Komün yenilmemişti. Bir çok kayba rağmen sayısız deneyimle beraber etkilerini sürdürmeye devam edecekti. Louise Michel’i yargılayan mahkeme ona idam cezası verememiş, sürgüne yollamayı seçmişti. Generallerin infazına katılmak ve kundakçılık yapmakla suçlandığı mahkemeye cüretkar cevabı, onun anarşizme ve özgürlüğe olan tutkusundan geliyordu: “Bütün eylemlerimin sorumluluğunu üstleniyorum. Onlar halkın üzerine ateş açmak istedi, onların üzerine ateş açmakta tereddüt etmezdim. Madem ki özgürlük için çarpan her yüreğe bir parça kurşun nasip oluyor, ben de hakkımı isterim. Eğer yaşamama izin verirseniz intikam diye haykırmaktan usanmayacağım.”
Louise Michel, yargılama sürecinden sonraki tutukluluk ve sürgün yıllarından da detaylıca söz ettiği Komün kitabını, Komün’den tam 25 yıl sonra kaleme almış. Aradan geçen 25 yıla rağmen yüreğindeki devrimci ateşin sıcaklığıyla, kitabının önsözünde “fikir, top atışlarıyla ya da zincire vurmakla öldürülemez” der ve özgürlük mücadelesinde katledilenleri selamlar: “Madem ki yüksek sesle konuşmaya müsaade yok, bu kitabı onlara adıyorum; bir mezar taşı gibi, her sayfadan ölenlerin hatırası sızıyor...”
Aylin Sal
Meydan Gazetesi Sayı 30, Aralık 2015