Bir akşamüstü bakkaldan dönerken, bilemezsin başına gelecekleri. Bilemezsin, çünkü daha on bir yaşındasındır. Baban yaşında bir adamın üstüne üstüne geleceğini, adın ne dediğinde aslında içinden neler geçirdiğini. Bilemezsin sana dokunduğu an attığın çığlıkta sana savuracağı tokadı ve o an bacaklarının titreyeceğini, çaresizliğinin nefesini keseceğini. Belki toplamda üç beş saniye bile sürmedi insanların sese doğru gelişi, arkasına bakmadan kaçıp gidişi. Ama o üç beş saniyeyi unutmak mümkün mü? Çocukluğun o güçlü inançları, o umutları, o iyimserliği geri gelebilir mi? Kaç yıl geçse de aradan, kapının önünden her geçişinde, adımlarını hızlandırman unutmana izin verir mi?
Anlatamadık kimseye, hatta kendimizden bile saklamaya çalıştık. Sanki suçlu bizmişiz gibi. Bindiğimiz bir minibüste yanımıza oturduktan sonra “bağcıklarını bağlayan” erkeğin eteğimizi kaldırıp dokunma çabalarını kimseye anlatamadık. Öğretmenlerimizin sadece kadın arkadaşlara yaptırdığı masajı, yapmayı reddedenleri kanaat notuyla tehdit ettiğini kimseye anlatamadık. Yedi yaşındaki bir çocuğa marketin deposunda tecavüz edip, eğer birine anlatırsa, ailesini öldüreceğini söyleyip defalarca tecavüz eden erkeği kimseye anlatamadık. Bambaşka yerlerde vücudumuzun herhangi bir yerinde hissettiğimiz o eli kimseye anlatamadık. Babamız artık baba olmaktan çıktığında, defalarca tecavüz ettiğinde, birine anlatırsak öleceğimizden korktuğumuzdan sessiz kaldık. Zaten sessiz kalmak zorunda bırakıldığımız için ölüyorduk her gün…
Yaşanan acılar hep kalır bir yerlerde. Bazen bir köşe başında, bazen bir durakta, bir asansöre binerken, bir akşam marketten dönerken, evde tek başınayken ya da küçük bir kadın görmüşsen çocukluğuna benzeyen…
Bakmadığımız zaman, görmek istemediklerimizin gerçekleşmediğine inanamayız. Hele de yaşadıklarımızı görmezden gelmemiz daha da imkansızdır. Bizim hikayelerimiz var. Bazı geceler rüyalarımıza giren; içimizde çığlık çığlığa bağıran bir çocuk, hiç büyümeyen!
Bizler küçük kadınlardık, yaşadık, anlatamadık, unutamadık. Çocukluğumuzu bizden çalanların yaşamlarımızı da çalmasına izin veremezdik. Bu hikayelerle gözlerimizi karartıp dişlerimizi sıkıyor ve bambaşka umutlarla bambaşka dünyalarda bir araya geliyoruz. Öyle çok benziyor ki hikayelerimiz, senin benim olmuyor artık, bizim hikayelerimiz oluyor. Bizim çocukluğumuz, bizim umutlarımız, bizim öfkemiz, bizim kavgamız, bizim yarınlarımız…
Benlerden biz olduğumuz vakit, yumruğumuzdaki güç, yüreğimizdeki isyan bambaşka oluyor, daha gür çıkıyor meydanlarda sesimiz, gözlerimizdeki öfkede birbirimizi görüyoruz ve öyle sıkı tutuyoruz ki bir diğerimizin elimizden kopması güç, ayrılmak güç! İşte böyle olduğunda, onlar bizden korkuyorlar. Bizi hayallerimizden, umutlarımızdan vuran; bizi susturan ve korkuyu daha küçücük yaşlarda bize tattıran erkekler korkuyorlar; korksunlar da!
Çünkü biz her ne kadar büyümüş olsak da, biliyoruz ki çocuklukları çalınan küçük kadınlar ve anlatamadıkları saklı hayatları var her yerde. Bu saklı hayatlar, şimdi yeni yaşamlar yaratacaklar. El ele veren kadınlarla...
Buhara Doğan
Meydan Gazetesi Sayı 32, Mart 2016