1870 yılında, Fransa Devleti Prusya’yla süren savaştan mağlubiyetle ayrılırken bu mağlubiyetin ardından Prusya, Fransa’yı kuşatmaya başlıyordu. Öte yandan 1800’lerin başından beri Avrupa’nın genelinde süren ve en büyük yansımasının Fransa’da görüldüğü toplumsal hareketlenmeler de hız kazanıyor, 1848 Devrimi’yle birlikte siyasal, ekonomik ve sosyal adaletsizliklere karşı ezilenlerin isyanı, savaş boyunca süren ekonomik yetersizliklerle en üst seviyeye ulaşıyordu.
Bu isyanla birlikte Paris Komünü, salt bir komün olmaktan öte, bir halk hareketine dönüşüyordu. Anarşist, sosyalist, örgütlü veya örgütsüz insanların, yalnızca Paris’e dair kararları kendi başlarına verme isteklerinden hareketle gelişen Paris Komünü sürecinde kadınların rolü önemli bir noktada duruyordu.
Prusya’nın Paris’teki Montmartre Tepesi’ne topları yerleştirmesine karşılık halkın sokaklara çıkıp barikatlar kurmasıyla, 18 Mart 1871’de başlayan Paris Komünü, tarihe adını farklı bir şekilde daha yazıyordu: Barikattaki kadınların öyküleriyle.
Askerler şehri kuşattığında beklemedikleri bir manzarayla karşılaştılar. Topların önünde siper olan kadınlar, en gür sesleriyle bağırıyorlardı: “Halkın üzerine ateş etmeyeceksiniz!” Paris’in dört bir yanından gelen kadınlar, işçi kadınlar, işsiz kadınlar, mücadele eden kadınlar, olmaları gereken yerde, Komün’deydi. Yaşam alanlarını savunmak için, ne Fransız Devleti’ne ne de Prusya Devleti’ne Paris’i vermemek için Montmartre Tepesi’ndeki topların peşine düşmüşlerdi. Prusya Devleti Paris’i kuşattığında karşısında gördüğü büyük direniş sonucu çatışmaya girememiş, Paris’in ara sokaklarında konumlanmıştı. Tepeye bıraktıkları toplara şimdi Fransız Devleti gözünü dikmişti. Ancak Fransız askerleri de bu manzarayı beklemiyorlardı. Karşılarında on binlerce insan vardı. Kucaklarında çocuklarıyla, sırtlarında silahlarıyla kadınlar haykırıyordu: “Toplar bizim!”
Barikatta hem sırtında silahıyla askerlerle çatışan hem de yaralıların tedavisiyle ilgilenen bir kadın vardı. Anarşist tarihte oldukça yer etmiş o anarşist kadın Louise Michel’di ve “Artık yeter” diyordu. “Kadınların ‘Artık yeter!’ dediği gün, eski dünyaya iyi bakın. Bu kadınlar asla gevşemeyecek. Kuvvet içlerinde barınıyor, daha yorgun düşmediler. Kadınlara, kadınlara iyi bakın. Özgürlük bayrağını sallayarak Avrupa’yı dolaşan Paule Minck’ten, kırların sonsuz dinginliğinde uyuyan Galya’nın en barışçıl kızlarına bakın. Evet, şimdiye kadar olanlardan bıkmış kadınlar ayağa kalktıklarında onlara iyi bakın. O gün, bu dünya sona erecek ve yenisi başlayacak.”
Komündeki tek kadın gazeteci olan Andre Leo (Léodile Bréa Champseix); barikatta, savaş sürerken, iktidarın basınının tüm çarpıtmalarına rağmen yaşananları anlatmaya devam ediyor, Komün’ün haklılığını savunuyordu.
Komün’e son veren saldırı, 21-28 Mayıs haftası yani Kanlı Hafta, Fransız Devleti’nin Komün’e yönelik büyük katliamı oluyordu. Kanlı Hafta olarak adlandırılan son haftadan hemen sonra katliamı protesto için gerçekleşen “kundaklama olaylarının” sorumluları olarak kadınlar gösteriliyordu. Ve gazetelerde, dergilerde anlatılan, resimlenen “pétroleuse”ler (kundakçılar) her yeri kapalı, bazen tek başına, bazen yanlarında çocuklarıyla evleri, dükkanları yakan kadınlardı. “Kana susamış, gulyabani gibi bu kadınlar…” diye başlayan kundaklama hikayeleri Fransa’nın dört bir yanında konuşulur, yazılır hale gelmişti. Komün’de yer alan kadınların erkek gibi olduğundan, toplumsal rollerini yerine getiremeyeceğinden dem vuranlar, hatta New York Times, Daily News gibi çok bilindik gazetelerin erkek yazarları Komün’den çok Komün’deki kadınlardan rahatsızlığını dillendiriyordu. Çoğu, sözleri ve eylemleri ataerkil kültüre meydan okuyan bu kadınlarla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Komün savunucusu erkek yazarlar arasında bile Komün kadınlarını eleştirenler vardı. Onlar da ellerinden geldiğince kadınları göz ardı ettiler.
Komün dışındakiler kadınlardan olumsuz bahsederken, Komün’de yer alanların da kadınlardan çok hoşnut olduğu söylenemezdi. Çoğu kez kadınları çocuklarıyla birlikte “geri durmaya” çağırsalar da, onları ikna edemiyorlardı. Zaten Louise Michel gibi hem Komün’ün karar alma süreçlerinde aktif yer alan, hem cephede çarpışan hem de yaralıların tedavisinde önemli bir rol oynayan kadınlar oldukça fazla olduğundan; saygı duymak zorunda kalıyorlardı.
Paris Komünü, kadınlara toplumsal rollerini bir kenara bırakıp iktidarı sorgulama ve iktidara karşı koyma reflekslerini gösteriyordu. Erkek egemenliğin, iktidarın, devletin, sömürünün baskısına tıpkı Michel’in dediği gibi “Artık Yeter” diyen kadınların, barikatta dururken barikatın ardında yaşamı yaratanlarındır isyanıdır Komün.
Meydan Gazetesi Sayı 32, Mart 2016