2008 yılında patlak veren ekonomik krizin farklı coğrafyalara farklı yansımaları olduğu aşikar. Yaşadığımız coğrafyada post-neoliberalizm tartışmaları belki farklı coğrfayalardaki, özellikle Güney Amerika’daki boyutuna ulaşmasa da, üzerine hiç yazılıp çizilmedi demek doğru sayılmaz. Bu boyutta, özellikle kriz sonrasında Güney Amerika’da, Bolivya’daki Morales ya da Ekvador’daki Correa hükümetlerinde olduğu gibi sol hükümetlerin oluşmasının önemli bir payı var.
Kriz Sonrası Sistem
Her post kavram gibi muğlaklıkları içinde barındırıyor olsa da, post-neoliberalizme ilişkin yakalayabileceğimiz netlik belli bir zaman dilimiyle ilgili. Neoliberal diye adlandırılan dönemde, coğrafyadaki “zenginlikleri” küresel sermayeye açan devletin, hem politikalarında hem de kendindeki değişimin gerçekleştiği bir zaman dilimi post-neoliberalizm…
Bu noktasıyla oldukça verimli bir tartışmaya zemin oluşturan post-neoliberalizm, bir önceki dönemde küresel sermayeye açılan “zenginliklerin” yeniden bir kamulaştırmaya gidilmesini merkeze alıyor. Güney Amerika’da post-neoliberal hükümetler olarak adlandırılan “sol hükümetlerin” uygulamalarının başında, topraktan üretim alanlarına birçok şeyin kamulaştırılması ve dolayısıyla sermayenin yeniden bir bölüşümü yer alıyor. Devlet iktidarını seçimler aracılığıyla ele geçirmede bu politikaların önemi büyük. Mevzu bahis sol partilerin iktidarı kazanmalarında, neoliberal dönemdeki sömürü politikalarına ilişkin eleştiriler ve bunun yerine özellikle sosyal ve ekonomik olarak bu sömürünün en şiddetlisine maruz kalan kesimlere yönelik vaatler yer alıyor. Ancak bu vaatlerin uygulama noktasında güdük kalması, hükümetlerin sol-popülist olarak değerlendirilmesinde önemli bir yer tutuyor.
Post-neoliberalin Görünmez Kıldığı
Bu dönem politikalarının, halkın lehine değişiklikler gibi görünmesi, sol ideolojinin farklı perspektiflerince olumlu görülüyor olabilir. Keza yaşadığımız topraklarda da sol-sosyalist kesimlerin önemli bir kısmı, bu sol hükümetlerin devlet iktidarını seçimlerle kazanmasına methiyeler düzdü. “ABD’nin arka bahçesinde emperyalizme karşı kazanılmış zaferler” diye nitelendirdi. Ancak, bu değişimlerdeki devlet rolü, nötr olarak ele alındı. Sosyalizmin “devlet olmazsa olmaz” bakış açısından farklı bir şey beklemek zaten şaşırtıcı olurdu!
Post-neoliberalizm kavramı tartışılırken, kavram ve yarattığı işlerliğe ilişkin en net eleştirilerden biri, post ön ekinin taşıdığı anlama ilişkindir. Post, bazen kendinden önceki dönemin sonu gibi yorumlanabildiği gibi, bazen önceki dönemin farklı bir şekilde işlemeye devam ettiği bir zaman dilimini belirtmek için de kullanılır.
2008 Finans Krizi’nin kendini en yoğun hissettirdiği yerlerden biri olan ABD’de de, içinde bulunulan krizin aşılmasında “devlet” bir araç olarak kullanıldı. Krizden etkilenen birçok finans şirketi, kamulaştırma politikalarından nasibini aldı.
Küresel sermayeye peşkeş çekilen coğrafyalardaki kamulaştırma politikalarıyla, finans krizinde ABD’de yaşanılan durumu aynılaştıramasak bile, açık bir benzerlik kurabiliriz. Keza kapitalizmin kriz dönemlerinde ihtiyaç hissettiği devlet varlığı, bugün birçok Marksist ekonomist tarafından bile dillendirilmektedir.
Devlet Devlettir
Buradan yola çıkarak, Güney Amerika’daki post-neoliberal durumu kendi saikleriyle beraber değerlendirmek önemlidir. Ortaya çıkan yeni durum, Güney Amerika’daki toplumsal muhalefet açısından olumlu bir durum taşıyor gibi görülebilir.
Ancak dikkatli olunması gereken durum, bu süreçte devlet organizasyonunun değiştirdiği karakterdir. Farklı mecralarda kamusal alan-özel alan tartışmalarında yaptığımız vurguyu bir kez daha tekrar etmek yerinde olacaktır. Kamulaştırma gibi hamleler, her ne kadar küresel kapitalizme karşı bir politika gibi görünse de öncelikle başka bir kapitalizm türüne, yani devlet kapitalizmine zorlar; ikinci olarak da küresel kriz döneminin atlatılmasında bir araç olur. Kamulaştırma tartışmalarında es geçilen devlet mülkiyeti -devletin kurumsallaşmasına ilişkin coğrafyalar arası farklılıklara rağmen- halkın gibi gösteriliyor olsa da, uygulanan bütün bu politikalar halk iradesinden bağımsız bir şekilde gerçekleşmektedir. Üstüne üstlük, uygulamaların uzun soluklu sonuçları halkın lehine işlememiştir. Kamulaştırma süreçlerinde yaşanan birçok yolsuzluk bunun en büyük göstergesidir. Arjantin, Venezüella, Brezilya gibi birçok ülkede sol hükümetler iktidarları kaybetmeye devam ediyor. Bütün bunlar, büyük yolsuzluk skandallarıyla gerçekleşiyor.
Sol hükümetlerin iktidarda olduğu bir coğrafyada anarşist hareketin niteliği elbette farklılık gösterecektir. Ancak, anarşist hareketin sosyalistlerin düştüğü “devlet olanaklarını kullanma” tuzağına düşmemesi gerekmektedir. Şu an Güney Amerika’da, sendikal mücadele veren anarşist yapıların gözden kaçırmaması gereken bu hususun ne kadar belirleyici olduğunu, bir başka sol hükümet iktidarının bulunduğu Yunanistan’daki anarşist örgüt ve hareketlerin bitmek bilmeyen Syriza eleştirilerinden yola çıkarak anlamak önemlidir.
Zeynel Çuhadar
Meydan Gazetesi Sayı 33, Nisan 2016