Gürültünün, seslerin, sirenlerin, kalabalığın, bitmek bilmeyen tartışmaların, kavgaların, üniformaların uzağında olma isteğiyle yola çıkan 3 kadının sessizliği, birlikteliği, birliği anlama çabasının konu edildiği “Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında” adlı performansın ilk sahnelenmesi önümüzdeki günlerde olacak. Konsepti ve koreografisi Serenay Oğuz tarafından yapılan Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında’da Ece İnan, Ezgi Bilgin ve Serenay Oğuz’un performanslarını izleyeceğiz. Biz de Meydan Gazetesi olarak, bu performansı gerçekleştiren 3 kadın dansçıdan biri olan Serenay Oğuz ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Meydan Gazetesi: Merhaba. Öncelikli olarak “Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında” ismini verdiğiniz dans performansını neleri düşünerek oluşturduğunuzu söyleyebilir misin?
Serenay Oğuz: Dünyanın gürültülü, kalabalık, sürekli konuşuyor ve birbiriyle kavga ediyor olma halini düşünerek, önce kafamızda bir distopya yarattık. İnsanların hiç susmadığı ve sürekli konuştuğu, uyurken bile, nefes almadan, hiç durmadan konuştuğu ve bunun felaketle sonuçlandığı bir dünya. Aslında yaşadığımız dünyaya çok benzeyen… Burada bir dil var. Bu dili yaratan iktidar, erillik, kitle gibi kavramlar var. Bunun karşısına ne koyabiliriz dedik ve böylece bir sessizlik arayışı, yani bu performans yavaş yavaş oluşmaya başladı.
Performansı üç kadın olarak hazırlamanızın özel bir nedeni var mı? Ve biraz da performansı oluşturma sürecinden bahseder misin?
Kadın kimliği buna bir şeyler katıyor elbette. Üç kadın bir araya geldik ve birlikte bir yolculuğa başladık, ne üretebiliriz dedik. Biz bir aradayız, hepimizin dertleri var, söylemek istediğimiz şeyler var, ama bunu da bildiğimiz dille söylemek istemiyoruz, zaten onu reddediyoruz. Yani sadece üniformalar ve sirenler değil, bütün bunların uzağında olma isteği var. Özetle, biz üç kadınız, bir “dur” anı arıyoruz. O sürece teslim olmayı denedik aslında ve süreç bizi kendiliğinden buraya getirdi.
Tanıtım metninde “birlikteliği, birliği anlamaya çalışmaktan” bahseden bu performans, izleyicisine neyi aktarmayı amaçlıyor?
Çalışmaya başladıktan sonra bir anda çok benzer dertleri olan insanları görmeye başlıyoruz. Belki algımızı oraya açtığımız için, belki de kolektif farkındalık diye bir şey var, bilmiyorum. Özellikle “biz” kavramıyla ilgili son zamanlarda çok fazla çalışma var. Biz olmak galiba dünyanın her yerinde aynı, o hissiyatı yakalamak.
İstedim ki yaptığımız iş bir tablo gibi olsun, insanlar her baktığı yerden kendince birşey görsün. Doğrudan şunu söylüyorum diyemem ama bir sessizlik arayışımız var.
Son yıllarda devletin toplum üzerinde siyasi baskısı çok yoğun yaşanıyor. Toplum susturulmaya çalışılıyor diyebiliriz. Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında’da buna dair ne bulabiliriz?
Bizim karşı çıktığımız durum, susturuluyor olmanın birbirimizle kavgaya dönüştüğü yerde ortaya çıkıyor. Bizimkisi belki de bir çözüm önerisi. Ama bu susma hali, sus pus olma hali değil. Aslında “Sessizliğin Anarşisi” kitabından etkilendim ve hatta performansın tanıtım metninde oradan bir cümle geçiyor: “aynı şeyleri susmaktan başka ortaklıkları olmayanların ortak eyleminin gücü”. Sessizlik diyor, iktidarın bilmediği bir yer. Onu buradan vurabiliriz. Tam olarak ben de bilmiyorum ama bunu aramak için yola çıktım.
Performası ortaya çıkarırken cevabını bilmediğim bir soruyla yola çıkıyorum, bu sorunun üzerine gidiyorum. Bazen buluyorum, bazen bulamıyorum, bulduğum kadarını paylaşıyorum. Bulamadığım kadarını belki birlikte çözeceğiz.
Bu proje mezun olduktan sonraki ilk projen. Okulun, konservatuvarun sanattaki yerini nasıl görüyorsun?
Okul denilen şey, zaten seni belli kalıplar üzerinden sisteme entegre etmeye çalışan bir kurum. Dans konusunda da, okuldaki eğitim bir kalıbın içinde kalıyor, tıkanıyor. Okula gitmeyi reddettiğim dönemler oldu ve bu sayede dışarıda başka üniversitelerde tiyatro derslerine, yurdışından gelen dansçıların workshoplarına girme fırsatı yakaladım. O yüzden, alternatif sahnelerin özgürlük alanının çok önemli olduğundan bahsedebilirim.
Sanatçılar güncel yaşanan sorunları yeterince ifade ediyorlar mı? Bu konuda kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
Bir sürü üretim biçimi var. Herkesin benimsediği bir takım biçimler var. Sorunları paylaşmayı özellikle tercih edenler de var, hiç tercih etmeyen de var. Bu anlamda ben yaşadığımız sorunların ortak olduğunu söyleyebilirim. Sahne bulmak, performansın sergilenebilmesi, para kazanma kazanmama çelişkisi, bir araya gelme sorunu, ki sanatçılarda bence en büyük sorun.
Onun dışında büyük festivallerde yer almanın belli raconları oluyor. Bir takım jüriler senin işlerine bakıyor, seçiyor. Herkes yakınındakini tutmaya çalışıyor. İktidar mekanizması sanatın içinde aynen işliyor. Şehir tiyatroları, devlet tiyatroları baskı görüyor, birileri atılıyor. Atılsın, hepsi kapansın, her yer alternatif sahne olsun istiyorum. Güzel şeyler buradan çıkacak, büyük eski yapılardan değil.
Performansınızı ne zaman izleyebiliriz?
İlk performans 21 Nisan saat 20:30’da Kadıköy Teatron’da olacak. İstanbul’da başka gösterimler olacak ama tarihleri kesin değil. Mayıs’ta da İzmir’de iki performans olacak.
Meydan Gazetesi olarak röportaj için teşekkür ederiz.
Rica ederim, ben de teşekkür ederim.
Meydan Gazetesi Sayı 33, Nisan 2016