İlgili ilgisiz herkesin bildiği üzere, turizm sektörü büyük bir krizin içinde ve hatta bu kriz önümüzdeki günlerde bir çöküşe bile evrilebilir. Birbiri ardına patlayan bombalar, Rusya ile yaşanan uçak krizi, Kürdistan’da ve Suriye’de sürmekte olan sıcak savaş turizmin belini bükerken, turizmden ekmek yiyenleri de oldukça güç duruma düşürüyor.
Devlet, “Turizm Önlem Paketi” adı altında hibeler, faizsiz krediler, borç ertelemeler ve uçaklara yakıt desteği gibi başlıklar altında bir kalkınma hamlesine giriştiyse de; elbette bu hamle turizm işçisini ve küçük işletmeciyi es geçti. Yardımlar -tıpkı bir devletten beklendiği gibi- “büyükler”e yapıldı. Kapitalizmin içinde krizler hakkında söylenegelen şu söz öbeği tekrar doğrulanmış oldu: “Krizden büyükler güçlü çıkar!” Çünkü bu süreç içinde “Küçükleri yutarak ayakta kalır!”dı. Bu kriz ne kadar sürecek, bilmiyoruz. Bu krizde de benzer manzarayla karşılaşıp karşılaşmayacağımız ise, biz turizm işçilerinin “küçük lokma” olup olmayacağımıza karar vermemizle alakalı.
Her ne kadar büyük patronlar biz turizm işçilerinin gözlerinin içine baka baka; “Hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak hep beraber batar, çıkarsak hep beraber çıkarız.” deseler de, yukarıdaki manzara pek öyle olmadığını gösteriyor.
Hepimiz biliyoruz; bu kriz, bizim krizimiz değil. Yıllardan beri üzerimizden zenginleşenlerin krizi… Ve yine biliyoruz ki; bu patronlar, bugüne kadar üzerimizden kazandıklarının belki de onda birini kullansalar, zaten kıt kanaat geçinebildiğimiz maaşları kolaylıkla ödeyebilirler.
Halihazırda güvencesiz çalıştırmanın, emek sömürüsünün oldukça yoğun olduğu, çalışma saatlerinin patronun ya da müdürlerinin keyfine kaldığı, mesai ücretlerinin esamesinin dahi okunmadığı bu alanda, patronlar şimdi de çıkmış; “Krizdeyiz!” diyorlar. Geçen sezondan bu yana birçok arkadaşımız işsiz kaldı. Yine birçok arkadaşımız, uzun süreli olarak ücretsiz izne ayrıldı. Aylardır maaşları ödenmeyen birçok kişi ne kirasını ödeyebildi, ne de evine doğru dürüst yiyecek bir şey götürebildi. Patron sıkışınca otellerini, acentelerini, restoranlarını kapatıp işçileri kapının önüne koyarken; işçiler, “sezonu geçirebilmek” için yine benzer sorunlarla karşılaşacağı yeni mekanlar aramaya koyuldu.
Görünen o ki, bu kriz derinleşecek ve derinleştiği ölçüde patronlar zararlarını işçilerden çıkarmaya dozlarını daha da arttırarak sürdürecekler. Biliyoruz ki, kimimiz bu zor zamanları sakin bir limanda atlatmak için daha “garanti” işlere yönelmeye çalışıyor, kimimiz başka bir sektöre atlayıp paçasını kurtarmaya çalışıyor. “Her koyun kendi bacağından asılır” düsturuyla, herkes panikle bir yerlere koşuşuyor.
Fakat gerçek şu ki, “her koyun kendi bacağından asıl”dığını düşünenler mezbahanın başını patronlar tuttuğunu unutmasınlar. Bugün buradan “zararsız” kurtulan işçiler, yarın başka bir yerde, başka bir krizde paçalarını kurtaramayabilirler.
Koşuşturmaktan tabanları nasır tutmuş garsonlar, ne iş verilse yapan komiler, kan ter içinde bavulları indirip kaldıran belboylar, canhıraş bir şekilde odaları yeni müşterilere hazır hale getirmeye çalışan katçılar, dört duvar arasında adeta bir hapis hayatı yaşayan aşçılar, yamaklar ve bulaşıkçılar… Günde bir iki saatlik uykuyla, kelle koltukta kilometrelerce yol kateden kaptanlar, sabahtan akşama kadar, bazen geceleri dahi dirsek çürüten, bilgisayara bakmaktan gözleri yerinden oynayan acenta çalışanları, güneşin altında dolaşmaktan beyni pişen rehberler ve adını sayamadığım birçok işçi… Evet, hepimiz aynı gemideyiz ve kesinlikle patronlarla aynı gemide değiliz. Hatta patronların bulunduğu gemi, üzerimize kırmış, geliyor. Eğer beraber hareket etmezsek, eğer örgütlenmezsek, eğer aynı yolun yolcusu olduğumuzu, birer işçi olduğumuzu fark etmezsek; “bu krizin” değil ama patronların altında kalacağımız aşikar.
Özgür Erdoğan
Meydan Gazetesi Sayı 34, Haziran 2016