24 Mayıs’ta Suriye Demokratik Güçleri IŞİD’e yönelik bir operasyon başlattı. Geçen yıl IŞİD’den kurtarılan Tel Abyad/Grê Spî’nin güneyinden başlatılan operasyon, “Rakka’nın Kuzeyini Özgürleştirme” adını taşıyordu. Örgütün siyasi başkenti Rakka’ya yönelik hamle, üç yıldır IŞİD’in elinde olan kentin kırsal kesimindeki bölgeyi denetime almayı amaçlıyordu. Rakka’nın kuzeyinin kurtarılması, Rojava kantonlarının güvenliği için de hayati öneme sahipti. 1 Haziran’da operasyon Ayn İsa kasabası ve çevre köylerin özgürleştirilmesiyle Fırat’ın batısından, askeri başkent ve karargah Menbiç’e yöneldi. 2014 yazında -ABD’nin hava operasyonları başlamadan önce- Ebubekir El Bağdadi’nin şura toplantılarını gerçekleştirdiği Menbiç, aslında -IŞİD açısından- Rakka’nın belirginliğine rağmen daha stratejik bir konumda. IŞİD, TC sınırını aşarak Menbiç üzerinden savaşçı ve silah akışını sağladığı güzergahta; Fırat’ın doğusundan Rakka’ya, oradan da Irak’ta kontrolündeki bölgelere takviye yapıyor.
SDG bu hamlesiyle IŞİD’in Rakka-Menbiç bağlantısını kesti. Bu, aynı zamanda IŞİD’in yaşamsal bağının da kesilmesi demekti.
Rakka-Menbiç Hattının Devletler ve IŞİD Açısından Önemi
Fırat’ın batı-doğu paralelinde uzanan Menbiç-Rakka hattı hem IŞİD, hem de ABD,Suriye ve TC başta olmak üzere devletler açısından büyük öneme sahip. Suriye savaşının düğümlendiği Halep’i de etkisi altına alan hatta Suriye’nin iki büyük barajı Tışrin ve Tabka bulunuyor. IŞİD 2014 yazında Rakka’daki hakimiyetini Tabka barajı ve üssünü ele geçirerek perçinledi. Böylelikle buradan Irak içlerine uzanan alanda “hilafetini” ilan etti.
ABD de, 2014 Eylül’ünde IŞİD’in Kobanê kuşatmasıyla başlattığı hava operasyonlarıyla bölgedeki varlığını arttırmıştı. Rakka’nın IŞİD işgalinden kurtarılmasını ABD’nin iç politikasında geri dönüş alabileceği bir hamle olarak değerlendirebiliriz. Kasım’da gerçekleştirilecek seçimler öncesi Obama’nın Rakka’yı kurtarmasının, Demokratlara artı olarak yazılacağı aşikar. Öte yandan Rakka’nın ele geçirilmesi ABD için prestijini kurtarma anlamına da geliyor. Örgütün Rakka’yı ele geçirdikten sonra, infaz ettiği ABD’lilerin videolarında infazcıların Obama’ya meydan okuyuşu hafızalarda.
Menbiç’in TC açısından önemi ise -Suriye savaşının başından beri takıntı haline getirdiği- Şam rejiminin değişmesi emeliyle paralel. 2016 başlarından beri bölgede ilerleyen SDG güçlerini kastettiği “Fırat’ın batısı kırmızı çizgimizdir” söylemi, TC’nin Kürt düşmanlığının yanı sıra, desteklediği cihatçılara alan açma maksadı da taşıyordu. Kilis’in güneyinde Azez’den Halep’e inen koridorun kapanması, TC’nin Suriye denklemindeki varlık koşulunun da ortadan kalkması anlamına geliyor. Nitekim savaşın başladığı dönemden bu yana hedefleri gittikçe küçülen ve Azez-Cerablus arasındaki 100 km’ye sıkışan TC’nin, Rusya denkleme dahil olunca rejimin Halep’e yönelmesi ve SDG’nin de alanını genişletmesi ile eli zayıfladı. Desteklediği örgütlerin -Kilis’in hemen yanı başındaki bölgede- IŞİD karşısında uğradığı hezimetle, ABD’ye “ya Kürtler ya ben” dayatması da boşa çıkan TC’nin, kırmızı çizgileri böylelikle flulaştı. “Fırat’ın batısına tek bir YPG’li geçmeyecek, anında vururuz!” buyurganlığı ve tehditkarlığı, yerini düşük perdeden “Bölgede 450 YPG’li var ama 2500 de Arap savaşçı var” avunmalarına bıraktı.
Rojava Kantonları Birleşiyor Mu?
2015 Haziranı’nda -Kobanê-Cizire kantonlarının birleşmesi sonrası- gözler batıdaki Afrin kantonuna çevrilmişti. Sınırlarının güneyinde yekpare bir Rojava olasılığı, TC’nin kırmızı çizgilerine de esin kaynağı olmuştu. Gelinen süreçte, kuzeyinde TC ve güneyinde yine TC destekli örgütlere “komşu” Afrin kantonu, tam bir kuşatma altında. Bu yanıyla Menbiç hamlesinin Afrin’e koridor açma ihtimali var. Bu da şimdilik Rojava kantonlarının siyasi birleşmesinden çok, Cizire’den Afrin’e konjonktürel ve sembolik bir “birleşme” anlamı taşıyor. Ancak böylesi bir koridor, bölgede Azez-Halep hattında konuşlu TC destekli cihatçılarla sıcak temas olasılığını da ortaya çıkarıyor. Geçtiğimiz Şubat ayında SDG güçlerinin Azez’deki Minniğ üssünü ele geçirmesi sonrası TC’nin sert açıklamaları ve obüs saldırılarını hatırladığımızda, önümüzdeki süreçte bu örgütlerle SDG arasında sıcak temas ihtimalinin artabileceğini görüyoruz.
Devletlerin Özel Birlikleri Sahada
Menbiç-Rakka operasyonu ile, Suriye savaşında şimdiye dek görmediğimiz kadar çeşitli devletlere mensup özel birliklerin sahadaki varlıklarını görüyoruz. Cenevre görüşmelerinin tıkanmasıyla “geri dönen” Rusya’nın Tartus limanına çıkardığı 3300 özel birlik mensubu hariç, bu birliklerin operasyonel güç olmadığı söylense de; bu durum Suriye savaşı için sıradışı. Suriye’ye Ürdün sınırlarından giren İngiliz özel birliklerinden sonra Fransızların askeri varlığının “üs” seviyesine yükselmesi söz konusu. Halihazırda Rimelan’da üssü bulunan ABD ise “sahadaki” varlığı en çok hissedilen devlet. Ancak ABD’nin söz konusu varlığı ile paralel olarak çok konuşulan ve tartışılan durum ise, medyaya “düşen” fotoğraf kareleriyle oluştu. SDG ile birlikte sürdürülen operasyonda YPJ arması takmış ABD askerlerinin fotoğrafları, TC devleti ve eksenindeki medyadan sert tepki gördü. Fotoğrafların servis edilmesi, ABD-TC arasında YPG üzerinden süren gerilim paralelinde yorumlanabilir. Durumun, ABD özel birliklerinin bulunduğu yüksek güvenlikli alana bir muhabirin girip fotoğraf çekmesi kadar naif bir habercilik başarısı olduğu ise tartışmalı. Bu anlamda, YPJ arması üzerinden TC’ye verilen bir mesajdan söz edilebilir.
Ancak devletlerin hegemonya atışmalarına “sahne olan” sembolün YPJ/YPG arması olması; Rojava’yı 2012’den beri toplumsal devrim atmosferine sokan politik öznenin, devletlerin “dostluğuna” güvenmenin “getirisini” göz önünde bulundurmadığı anlamını taşıyor. Aynı zamanda gözünü kulağını Rojava’ya çevirmiş ve verdikleri mücadeleler sonucu devletlerin gadrine uğramış devrimcilerin hassasiyetlerinin de “arma olayı” ile göz ardı edildiği ortada.
ABD TC’ye YPJ/YPG armasıyla SDG’nin koordinasyonunu sağlayan Pentagon üzerinden “mesaj gönderirken”, aynı ABD Bakur’daki katliamlara ve devletlerarası farklı stratejilerle gözünü kapatıyor. Devletler bazında bundan farklı bir beklenti taşımamak gerçeğiyle, aynı coğrafyada yine ABD ve TC devletlerinin aktörlüğünde, bu kez CIA koordinasyonunda Ceyş-eş Şimal’in (Kuzey’in Ordusu) oluşturulduğunu görüyoruz.
Devletlerin, ABD de dahil olmak üzere -Fırat’ın batısı, doğusu, kuzeyi, güneyi fark etmeksizin- çıkar denklemleri sürekli değişiyor. Hele söz konusu Suriye coğrafyası ise… Yazılı olmayan -ama devletlerin pragmatist politikaları bazında geçerliliğini koruyan- bir kuralı hatırlamakta yarar var: “Devletlerin sonsuz dostlukları ve düşmanlıkları yoktur, çıkarları vardır.”
Emrah Tekin
Meydan Gazetesi Sayı 34, Haziran 2016