Yakın zamanda, devletin yeni başkanlarından biri buyurdu, “... İstanbul’un şu sokaklarına bakın; her taraf yemyeşil, çiçeklerle bezenmiş bu İstanbul, hepimizin hayal ettiği İstanbul.”
Fakat rakamlar pek de öyle söylemiyor. Yapılan bir araştırmaya göre, İstanbul’un sadece % 2,20’si toplumun erişebileceği “yeşil alan”. Anlaşılan o ki, bu başkanlar ve kapitalist ortakları “yeşil” derken başka bir şeyin yeşilini; mesela 3. köprüyü, 3. havalimanını, Kanal İstanbulları, harç makinelerini, kepçeleri ya da beton blokları kastediyor. Ve yine anlaşılan o ki, bizim yeşilden anladığımız şey ile onlarınki birbirinden çok farklı.
Geçtiğimiz yıllarda renkler üzerine yapılan bir araştırmada, yeşil renginin kişilerde bir rahatlamaya yol açtığı belirtilmişti. Araştırmada, bu renkle bezenmiş bir odanın, kişinin kendisini daha güvende hissetmesine neden olduğu vurgulanmıştı.
Günümüzde yeşil, bir renk olmanın ötesinde, bir imaja ya da bir simgeye dönüşmüştür aslında. Doğadan kopartılan, yaşamla arasına derin yarıklar açılan insanın -bu bütünlüğünü tekrar sağlamak için- “yaşamla kaynaşma, yeniden doğayla bir olma“ isteğinin cisimleştiği bir imajdır artık yeşil. Fakat bu renk, yeni bir istismarın kapısını aralar. Örneğin yalanları ayan beyan ortada olan bankalar, onlara bir nebze olsun güven duyalım diye, yeşilin farklı tonlarıyla bezemişlerdir şubelerini. Mahallesinden ayrılmamak için ağlayan çocukların gözyaşları ve belki de tünediği ağaçlar kesildiği için evsiz kalan sincapların çaresizliğinin gölgesinde “İstanbul’un ortasında, yeşille iç içe” denilerek pazarlanmıştır mega yapılar. Ekranların altına konulan yeşil ibaresi yüreklere su serpmiş; yeşil etiketli beyaz ev aletleri, kopmuş bir buzul parçasının üstünde sürüklenen kutup ayısının hayatını kurtarmıştır!
Bu kirlenmeyi bir kenara bırakacak olursak, yeşil de yaşamın tüm renkleri gibi bize yaşamayı, hayatta kalmayı, direnmeyi anımsatır. Beton bloklar arasında, betondan ilişkiler yaşamaya maruz bırakılan biz ezilenler için, her bir renk bu gri kölelikten kurtulmak için bir umuttur şüphesiz.
Tekrar başa dönecek olursak; sakın ola iktidarların yalanlarına kandığımız sanılmasın. Yaşam alanlarımızda “usulen bırakılmış” üç beş ağacın gölgesiyle yetineceğimizi sanıyorlarsa, yanılıyorlar. Şurası açık ki; biz şantiyeleri, duble yolları, AVM’leri, rezidansları hiç sevmedik; TOKİ’lerinize içimiz hiç “ısınmadı”. Köyümüze yapılmak istenen santrallerle, deremizi tutsak alan güvenlik barajlarıyla, irinli bir yara gibi duran madenlerle uyuşmadı kimyamız.
İşin özü, bizi ne paranın yeşiliyle, ne de yeşile boyanmış kapitalizmle kandıramayacaklar. Üstelik bizim hayal ettiğimiz İstanbul, bizim hayal ettiğimiz dünya bu değil; hiçbir zaman onların dediği gibi olmayacak!
Şahin Efe
Meydan Gazetesi Sayı 34, Haziran 2016