1994 yılından bu yana Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Melih Gökçek, son yıllarda 7’den 70’e herkese bulaştığı, her meseleyi “gökçekçe” yorumladığı tweetlerle herkesin takip listesinde. Boş zamanlarında sosyal medya ajanlığı yaparak aynı kanatta olmadığı kişilerin tweetlerini yargıya taşıdığı da biliniyor.
Beşiktaş’taki patlama sonrası “Biz Çanakkale’de 250 bin şehit verdiysek; 25 bin şehit de burada verirsek kimse buna ses çıkartmasın. Şehit olmak zaten Allah makamında en büyük makam.” açıklaması yapan Gökçek, popülerliğini kullanarak ölmeyi ve öldürmeyi kutsayıp devleti yüceltmeyi sürdürürken, popülerliğini de yükseltiyor.
İktidara kayıtsız şartsız biat eden, taşeronu olduğu iktidara popülerliğiyle katkı sağlayan ve katkı sağladıkça popülerleşen, bu popülerliğini kullanarak toplumu yer yer korkutup yer yer ümitlendirip devlete ve iktidarına sadakatlerini kalıcı kılmaya çalışan, ona ayrılan sürede sloganvari sözler söyleyip karşılığında oldukça dolgun maaşlar alanlardır “dönemin popülerleri”. Bütün bunlarda 15 Temmuz’dan bu yana biatın ve bu doğrultuda propagandanın dozunu yükselten ve en önemlisi, biat ettikleri iktidar günün birinde yok olduğunda, ortadan kaybolacak olanlardır.
Popüler bir figür, “politik” olandan ve yürürlükteki “politik kültür”den ayrı düşünülemez. Özellikle de içinde bulunduğumuz siyasi dinamizmin hem yaşadığımız topraklarda hem de sınır ötesinde yaşananlarla ilişkili olarak oldukça yükseldiği şu günlerde…
Kimi entelektüel çevrelerce “boş” ve “vizyonsuz” olarak tanımlansalar da, bu popülerlerin vizyonları da politik misyonları da bellidir. Bütün o “içinden geldiği gibi yazan ya da konuşan” imajı, aslında içlerine enjekte edilenin dışa vurumudur. Tam da bu misyon uğruna şekilden şekle girer, türlü show hareketinden ve saçmalıklardan geri durmazlar.
Misal, geçtiğimiz günlerde bir magazin programında Nihat Doğan, konuyla hiçbir alakası olmadığı halde birdenbire “Halep’te Müslüman kardeşlerim katledilirken program yapamam” diyerek ağlamaya başladı, mikrofonu fırlatıp stüdyoyu terk etti. İktidarın gündemini popülerleştirme uğruna yapılan bu ve benzeri saçma hareketleri yapmasıyla sık sık gündem olan Doğan, programın başka bir bölümünde de, Erdoğan’ın İbn-i Arabi’nin kehanetlerindeki mehdi olabileceğini söylemişti zaten.
Çocuklarının ismini Erdoğan’a koydurtma şerefine nail olan kadrolu yardakçı ROK (Rasim Ozan Kütahyalı) Beşiktaş’taki patlama sonrası, “teröre” karşı alışveriş önerisi yapmıştı. “Hangi semt bize yakınsa oranın AVM’sine gidelim ve alışveriş edelim. Kalleş ve alçak terörizme inat yaşamaya devam edelim. İnadına umutla yaşamak vaktidir!” İnadına umutla yaşamanın alışverişle gerçekleşmeyeceğini o da bilir. Ancak yapması gereken iktidar ve kapitalizm propagandası uğruna saçma açıklamalar yapmak konusunda çekincesi yoktur.
Erkan Tan denilen sunucu da, aleni biçimde biat etmeye başlamasından önce, sabah programı yaparken daha mülayimdi. Sonradan mutasyona uğrayarak saldırganlaşan Tan, dönemin en takip edilen sabah haber programını mehter marşıyla başlatarak toplumun “milli ve dini değerler”ine hitap etmeye başladı. İktidara methiyeler düzerken muhalefet partilerinin vekillerine sırayla bulaşıp kimine beddua eden, kimini hedef gösteren, kimine davalar açan Tan; “terörü yeterince lanetlemeyen izleyiciler”in de düzenli olarak canlı yayında yüzüne tükürmektedir. Saydığımız isimler, dönemin popülerlerinin öne çıkan örneklerindendir sadece, elbette bu kadarla sınırlı değildir.
Popülerlik, tanımı itibariyle belli bir dönem için geçerlidir; hızlı üretilen ve hızla tüketilebilendir. Popülerlerin etkileri de; televizyon kumandasının “açma kapama tuşu” ya da sosyal medyanın “takip etmekten vazgeç butonu” kadardır.
İhtiyaç duyduğumuz belki de, kapatma tuşlarına, vazgeçme butonlarına basmak; bu etkiyi yok etmektir.
Atakan Polat
Meydan Gazetesi Sayı 35, Aralık 2016