Demokrasinin bu sınırlı yapısında dahi muhalefet etmekte ısrarcı olan “demokratik” seçim, referandum, plebisit vb. yanlıları, aynı stratejinin bir parçası olarak devletli sistemin aldatmacasına dahil olurlar. Bu sistemin içinde kazanmak yoktur. Kazandığını zannetmek vardır. Demokrasi kelimesinin içeriğini "daha iyi" dolduranlar, yalnızca kelimenin varoluşundaki kötülüğü kamufle ederler.
15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin ve sonrasında ilan edilen OHAL uygulamalarının, coğrafyadaki siyasette yarattığı dönüşüme tanık olmaktayız. Bu dönüşümün sadece siyasetle sınırlı kalmadığı, ekonomiden topluma, bu dönüşümün birçok farklı alanda etkisinin olduğu bir zaman diliminin içinde yaşıyoruz. Bu dönüşümün siyasal alandaki dönüştürücülüğünü yapısal, kurumsal ve söylemsel olarak hissetmekteyiz.
Yapısal olarak hissetmekteyiz, çünkü Tayyip Erdoğan ve partisinin, devletin yapısında bir değişikliğe gittiği açık. Bu yeni yapıyı güçlendirmek adına, kurumlar arası hiyerarşi de yeniden şekillendirilmekte, hatta bazen olmayan kurumlar var edilerek politik işleyişe dahil edilmektedir.
Bu dönüşümün söylemsel iz düşümünü anlamak için, yine Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrasındaki politik açıklamalarında aramak gerek. Söylemsel düzeyde, siyasal iktidarın (bu siyasal iktidarın artık bizzat Erdoğan’da vücut bulduğunu gözden kaçırmadan) demokrasiyle ne kadar haşır neşir olduğuna ilişkin girişilen ufak bir çaba bile, bu dönüşümü anlamamız açısından bir kolaylık sağlayacaktır.
Demokrasi Sevdası
Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan bu yana Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesine kayıtlı konuşmalarına bir göz attığımızda:
İlk konuşması 15 Temmuz sonrasında gerçekleşen “ulusa sesleniş” konuşması… Konuşmanın “millete hitap” diye isimlendirilmesi bile sürecin siyasal söyleminin nasıl değiştiğini görmek açısından önemli bir ibaredir. 19.07.2016’daki “millete hitap” konuşmasından 14.12.2016’daki 32. Muhtarlar Toplantısı’na kadarki süre içerisinde toplam 42 konuşma gerçekleştirilmiş; gerçekleşen bu 42 konuşmada, demokrasi kelimesi 165 kez dillendirilmiştir. 15 Temmuz öncesinde gerçekleşen ve yine aynı kaynaktan bulunabilecek 42 konuşamadaysa, demokrasi kelimesi sadece 45 kez dillendirilmiştir. 15 Temmuz öncesi ve sonrası demokrasi kelimesi kullanımlarındaki bu fark, kelimenin 15 Temmuz’dan sonra nasıl da popülerleştiğini göstermek adına kritik bir ayrıntıdır.
Özellikle 15 Temmuz sonrası “demokrasi meydanları”na, “demokrasi nöbeti” tutanlara, “demokrasi ve şehitler mitingleri”ne yönelik konuşmalarda kullanılan demokrasi kelimesi sayısı, 15 Temmuz öncesi gerçekleşen uluslararası konferanslardaki konuşmalardaki sayısından bile (BM Medeniyetler İttifakı Buluşması konuşması, Dünya İnsani Zirvesi konuşması vb.) daha fazladır.
15 Temmuz’dan sonraki konuşmalarda demokrasi kelimesinin beraber kullanıldığı diğer kelimeleri gözden geçirdiğimizde “demokrasi mücadelesi”, “demokrasi nöbeti”, “demokrasi direnişi”, “demokrasi meydanı”, “demokrasi ülkesi”, “demokrasi dersi”, “demokrasi destanı”, “demokrasi kahramanı” gibi ikili kullanımların yanı sıra, “demokratik parlamenter sistem”in, "gerçek demokratlığın" övüldüğü “tatlı su demokratlığı”nın yerildiği konuşmalara rastlamak mümkün. Bunun dışında kısmen demokrasi tanımlarının yapıldığı konuşmalarda “demokrasi milli iradenin üstünlüğüdür”, “demokrasi milletin taleplerinin iktidar olduğu bir rejimdir” gibi ibarelerle demokrasi, 15 Temmuz sonrası oluşan siyasal ortama göre yeniden tanımlanmaktadır.
Demokrasinin Muğlaklığı
15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL, çıkarılan KHKlar, sıkıyönetim uygulamalarıyla tutuklananlar, kapatılan dernekler-basın ve yayın kuruluşları… Bu ve benzeri uygulamaların her geçen gün arttığı, devlet baskısı ve şiddetinin her geçen gün daha fazla hissedildiği bir ortamda mevcut siyasi iktidarın demokratik olmamak ve hatta diktatörlükle eleştiriliyor olmasını, yukarıda örneklediğimiz söylemsel dönüşümle beraber düşündüğümüzde, iş içinden çıkılmaz bir hale dönüyor.
OHAL süreciyle beraber, yaşadığımız coğrafyada gözlerimizden kaçmayan demokrasiye ilişkin bu ikirciklik aslında küresel siyaset sahnesinde de mevcuttur. Örneğin ABD’nin dünyanın farklı coğrafyalarındaki işgallerini meşrulaştırmak için demokrasiyi kullandığını ya da İsrail devletinin Filistinlileri öldürme hakkını “demokratik seçim”lerle sağladığını biliriz. Batı diye tabir edilmeyen coğrafyadaki bazı siyasal iktidarların diline dolanan ya da Arap Baharı gibi süreçlerde ulaşılacak hedef olarak gösterilen demokrasi teriminin içerdiği tezatlıkları görmek açısından önemlidir.
Dolayısıyla, ya demokrasi kavramının birbiriyle tezat halde bulunan milyonlarca anlamı var ya da kavramın kendisi anlamsız. Jean-Luc Nancy “demokrasinin her anlama (politika, etik, hukuk, uygarlık) geldiği için hiçbir anlam ifade etmez” olduğu tespitinde bulunuyor. Siyasal erdemin tümünü temsil ettiği ve ortak iyiliği sağlamanın tek yolu olduğu için kelime, en sonunda her sorunlu niteliği, her türden sorgulama veya tartışma olanağını ortadan kaldırıyor.
İçinde bulunduğumuz süreçte Tayyip Erdoğan ve partisinin ağzına pelesenk ettiği demokrasiyi, benzer bir yerden düşünmek gerekiyor. Yani kavram varoluşsal olarak her tarafa çekilmeye müsait. Birisi bir şeyi demokrasi için yaptığını söylerken; başka birisi aynı şeye, neden olarak demokrasiyi göstererek karşı çıkabilir. Demokrasinin ifade ettiği toplumsal modelin neye tekabül ettiğine ilişkin muğlaklık açıktır. Her şey demokrasi için yapılır, her icraat daha demokratik olma vaadiyle desteklenir.
Demokrasinin bu belirgin olmayan anlamı, terimle kast edilenin devletin kuruluş biçimi mi yoksa devletin yönetim tekniği mi olduğunun anlaşılmamasında yatar. Yani terimle iktidarın hem meşrulaştırması hem de işleyiş biçimi tanımlanır. Bu Georgio Agamben’in ifadesiyle hukuksal-anayasal bir terminolojinin bir yönetim tekniğiyle uzlaştırılmaya çalışılmasıdır.
Demokrasinin bu ikili anlamına benzeyen durum, Aristotales’in “politea” ve Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” terimlerinde de mevcuttur. Kelimeler “anayasa” ile “yönetim”i imler. İkisi de birbirinden farklı olmasına rağmen, bu anlamların aynı kelimelerle karşılanmasıyla birbirine bağlanır.
Yine Agamben’den alıntılarsak “Bugün hükümet ve ekonominin gitgide her türlü anlamdan mahrum bırakılan halk egemenliği üzerindeki ezici hakimiyetine tanık oluyorsak bunun nedeni; Batı demokrasilerinin borçlarıyla birlikte kabul ettiği bir felsefi mirasın bedelini ödemekte olmasıdır belki de”. Bunun anlamı şudur; devletin başı konumundaki siyasal iktidar ya da hükümet basit bir icra aygıtıymış gibi gösterilir. Yani “milli irade”nin sadece uygulayıcısıdır. Ancak devlet iktidarının temel gizemi “milli irade”, halk egemenliği vs. değil, bu siyasi iktidarın uygulayıcısı olmasında yatar.
Demokrasiyle beraber birbirini meşrulaştıran ve birbirine tutarlılık kazandıran bu iki unsur, birbirine demokrasiyle bağlanır. Ancak birbirinden farklı bu iki unsur nasıl birbirine bağlanır buna ilişkin herhangi bir veri yoktur. Yönetimin kuruluş biçimi, yönetim tekniğine indirgenir. Demokrasi kelimesinin muğlaklığı buradan gelir.
Kutsal Demokrasi
Şimdiki devlet iktidarının, demokrasinin varoluşsal muğlaklığından yararlanıyor oluşu tam da beklenendir. Bize farklı gelen OHAL sürecinde demokrasinin içerisinde bulunan bu zıtlığın, bu kadar aşikar biçimde görünmesidir. Mevcut siyasi iktidar bir taraftan seçilmişliği üzerinden, öte yandan “demokratik işleyişi yok edici başka bir gücü bertaraf etmesi” (15 Temmuz) üzerinden iktidarını iki kez demokrasiyle kutsamış, yaptıklarını ve yapacaklarını iki kez meşrulaştırmıştır. Bu meşruluk sağlandıktan sonra, yine aynı şekilde seçilmiş olmalarına rağmen vekillerin, belediye başkanlarının ya da diğer seçilmişlerin hapse atılmasının ya da görevden alınmasının aynı mantıkta tutarsız olduğu açıktır. Keza bunun dışında birçok baskı ve şiddet dolu uygulama, aynı tutarsızlık içerisinde konuşulur. Örneğin, 15 Temmuz’dan sonra yükselen idam isteminin “halk istiyor” diye ifade edilip "demokratik bir talep" ya da "milli iradenin isteği" kapsamında tartışılması...
Mesele bu tutarsızlığın bizzat demokrasinin içerisinde olduğu gerçeğini kavramaktır. Platon’un “demokrasi paradoksu” bu noktada kullanışlıdır: Halk bir tiran tarafından yönetilmek istediğinde ne olacak? Bu varoluşsal zıtlığı içerisinde taşıyan demokrasinin aptallaştırıcı etkisidir. Siyasi iktidarın demokratik olmadığından dem vurarak yine demokrasi içerisinde bir çözüm arayışı, aynı tutarsızlığı ısrarla devam ettirmektir.
Demokrasinin bu sınırlı yapısında dahi muhalefet etmekte ısrarcı olan “demokratik” seçim, referandum, plebisit vb. yanlıları, aynı stratejinin bir parçası olarak devletli sistemin aldatmacasına dahil olurlar. Bu sistemin içinde kazanmak yoktur. Kazandığını zannetmek vardır. Demokrasi kelimesinin içeriğini "daha iyi" dolduranlar, kelimenin varoluşundaki kötülüğü kamufle ederler yalnızca.
Tayyip Erdoğan ve AKP’nin "devleti ele geçirirken demokrasiyi öldürdüğü"ne üzülenler, sadece demokrasinin bu etkisinde kalmamakta, bu etkiyi kendileri de üretmektedir. Bir sonraki aşamada, demokrasiyi yoktan var eden “oylama” benzeri uygulamalarda, sorunsallaştırdıklarına çözüm aramakta; aynı kısır döngü içerisinde çözüm bulamamaktadır. Yaşadığımız coğrafya içerisinde, "toplumsal muhalefet"in sorundan kurtulmak için önerdiği "yaratıcı" çözümler yoğunlukla buna odaklanmış vaziyettedir. Oysa "oylama ya da benzeri demokratik çözümler aslında, bir üst gücün talep ettiği rızadır. Bu güçle aynı fikirde olunduğu sürece rıza olarak çalışır."
Demokrasiyi Tanımlama Gerekliliği
Bir tarafı demokrasi bir tarafı diktatörlük olan bu ikiz yapının nasıl birbirinden ayrılamayacağını anlamak için seçimlerin hangi yollarla yapıldığına, partilerin ve parlamenter grupların nasıl kurulduğuna, yasaların nasıl önerilip, oylanarak kabul edilip, nasıl uygulandığına bakmak yeterli olacaktır.
Demokrasinin bu aldatıcı etkisini kırabilmenin yegane yolu, onu iyi tanımlayabilmekten geçer. “Demokrasi bir yalandır, zulümdür ve gerçekte oligarşidir; yani ayrıcalıklı bir sınıfın çıkarlarını gözeten birkaç kişinin yönetmesidir.” der Malatesta ve şöyle devam eder; “Diktatörlükler, demokrasilere yalnızca iktidarı ele geçirebilenlerin daha rahat despotluk ve tiranlık yapabileceği bir yönetim biçimi bulduklarında karşı çıkar.”
Hüseyin Civan
Meydan Gazetesi Sayı 35, Aralık 2016