İşsizlik her zaman bir seçimdir. Daha düşük ücretle çalışmayı kabul eden insanlar için iş vardır. (Klasik Ekonomi Ekolü)
Siyasi İktidar rejim değişikliği manevrasında referandumdan sonuç bulmayı beklerken ekonomi uzun bir süredir krizde! Ekonomistler krizi enflasyon, resesyon, stagflasyon ile açıklarken, bizler yani işçiler içinde olduğumuz bu krizi, işyeri kapatmalar, işten atılmalar, ücretlerde ki genel düşüş ve zamlarla hissediyoruz. Ancak iktidarlar tarafından bulandırılmaya çalışılan gerçekler kafamızı karıştırıyor olabilir ya da kafamızı karıştıranların kafası gerçekten karışık olabilir. Şu süreçte önemli olan da bunu ayırt edebilmek ve harekete geçmek.
Anlaşılmazlığı Kırmaya Çalışmak
Stagflasyon. Yani, resesyonla enflasyonun aynı anda yaşanması… İçinde bulunduğumuz kriz en çok da buna benziyor. Neden mi?
Bir devletin ekonomik büyüklüğü, gayrisafi yurt içi hasılasıdır. Yani o devletin sınırları içerisinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin para birimi cinsinden değeridir. (Örneğin üretilen kamyonun para cinsinden değeri GSYH’ya dahil edilir.) GSYH, genellikle bir yıl için ele alınır.
Nihai mal ve hizmetlerse, üretilen toplam mal ve hizmetlerden üretim için kullanılan ara mallar düşüldükten sonra geriye kalan değerdir. (Yani, kamyon için üretilen tekerlekler hesabın içerisine katılmaz; kamyonun son hali katılır.) İki ya da daha fazla çeyrek yıllık zaman diliminde, ekonominin arka arkaya negatif büyüme göstermesinin ismi resesyon yani ekonomik durgunluk olarak tanımlanır. Özetlemek gerekirse resesyon, genel olarak ekonomiye yayılmış, istihdam, gelir ve diğer değişkenlerde birkaç aydan fazla süren önemli ölçüdeki düşüş demektir.
Enflasyon ise, dolanımda bulunan para miktarıyla, malların ve satın alınabilir hizmetlerin toplamı arasındaki açığın büyümesi sonucu ortaya çıkan; fiyatların toptan yükselişi ve para değerinin düşmesi biçiminde kendini gösteren ekonomik ve parasal süreçtir.
Enflasyon ve ekonomik durgunluk(resesyon) aynı anda yaşanınca, işsizlik artarken fiyatlar da hızla yükselir. Bu yüzden ekonomistlerde içinde bulunduğumuz krize stagflasyon adını koyuyorlar. 1920’lerden Bugüne, Başkan Koltukta Kriz Kapıda
Ekonomisi 1920’li yıllar boyunca dünyanın geri kalanından çok daha iyi durumda olan ABD; Birinci Dünya Savaşı yıllarında ekonomik olarak zorda olan Avrupa ülkelerine yardımlar yaptı. Buna öncülük eden isimlerden birisi, 1920-28 arasında Ticaret Bakanı olan Herbert Clark Hoover’dı. Hoover, 1928 yılında ABD’nin 31. Başkanı oldu. Cumhuriyetçi Parti’den başkan seçilen Hoover “Dünyada başka hiçbir devlet, tarihinde yoksulluğa karşı elde edebileceği son galibiyete biz Amerikalılar kadar yaklaşmamıştır” açıklamasında bulunduktan yedi ay sonra New York borsası çöktü; ABD dünya tarihinin en büyük krizine yakalandı.
Krizle birlikte şirket iflasları ve fabrika kapanmaları ardı sıra sürdü. 1932’ye gelindiğinde, ABD’de işsiz insan sayısı 13 milyonu aştı. Dolayısıyla ilk elden Avrupa’ya verilen krediler ve yardımlar geri istendi. Sonraki süreçteyse dünyada 50 milyon işsizin olduğu, toplam üretimin %42 oranında düştüğü, ticaretin %65 oranında azaldığı küresel bir kriz patlak verdi.
Geçtiğimiz Ocak ayında Ankara’da gerçekleşen Dünya Gümrük Günü Kutlamaları kapsamında Başbakan Binali Yıldırım’ın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde gerçekleştirdiği konuşma, bize sadece Hoover’ı hatırlatmakla kalmadı. ABD’de başkanlık koltuğuna oturacak olanın Trump olma gerçeğiyle ilişkili olmak üzere yüreğimize su serpilmek şöyle dursun, Yıldırım’ın konuşması yangına bir varil benzinle gitme etkisi yarattı: “Şimdi ABD başkanı da oturdu yerine, kısa sürede her şey düzelecek.” Kesinlikle!
Hiçbir Kriz Çözümsüz Değildir
Ekonomik kriz, kapitalizmin işlediği her coğrafyada, sermaye sınıflarının ezilenlere dayattığı toplumsal bir gerçekliktir; krizin kimler için fırsat kimler için işsizlik ya da yoksulluk olacağı da aşikardır. Ancak farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda ekonomik krizlere karşı girişilen kolektif çabalar, yalnızca krizin etkilerinden sıyrılabilmeyi değil, kapitalizmin işlemediği bir yaşamı düşünebilmeyi mümkün kılmak adına önemlidir. Bu yüzden hiçbir kriz çözümsüz değildir.
Söz konusu bu kolektif çabalardan birisi, 1930’larda İberya’da yaşanmıştır. CNT (Ulusal Emek Konfederasyonu) içerisinde hareket eden işçiler halkın katılımıyla, şehirlerde ve köylerde, yüzlerce kolektifin işletebildiği bir ekonomi oluşturmuşlardı. Bahsedilen bu yeni ekonomik ve toplumsal düzen, krizin patlak verdiği bir zamanda aniden ortaya çıkmamıştır, yıllarca süren hazırlıklar sonucu gerçekleşmiştir.
Kendinden yönetim komitelerince idare edilen bu kolektifler, kendi üretim-dağıtım-tüketim ağlarının kontrolüne sahipti. Devletten bağımsız oluşturulan bu ekonomi, ekonomik krizden sadece ezilenlerin lehine bir sonuç çıkarmadı; üretim artışı ve altyapının geliştirilmesi ile devletten ve kapitalizmden bağımsız bir ekonominin gerçek olabileceğini de gösterdi. Keza, devletsiz ve kapitalizmden bağımsız yeni ekonomiyi oluşturabilmek için dönemin en örgütlü sendikası olan CNT’nin (1936 Zaragoza Kongresi’nde) aldığı kararlar da bu yöndeydi; gereksinimleri karşılayacak öz-örgütlülükler oluşmalı, özgür üretici örgütleri üretim-dağıtım-tüketim ağlarını örmeli, özel mülkiyet ve devlet mülkiyeti ortadan kaldırılmalı.
Bu süreçte sadece ekonomi değil, tüm toplumsal yaşam yeniden yaratıldı. Oluşmaya başlayan kolektifler, kıtlıkta bile ihtiyaçları bedelsizce halka dağıttı, kıt olanı karneye bağladı. Ürün değişimi için bir dizi komün oluşturuldu. Neyin, nasıl yapılacağının konuşulduğu halk meclisleri ve federasyonlar oluşturuldu.
Bunların hepsi bir yandan ekonomik krize, bir yandan devlet faşizminin dayattığı siyasal koşullara karşı yaşamlarını idame ettirmeye çalışan halkın örgütlü gücü tarafından başarıldı.
Arjantin 1998-2002 Krizi’nde Başarılan
Kapitalizm, 1930’lardan bu yana aşikar bir şekilde değişti. Küreselleşme, üretim sistemlerinde değişim, teknoloji, hız ve tüketim kültürü kapitalizmin ivme kazandığı dayanaklar oldu. Kapitalizm, en basit toplumsal ilişkilerin içine sızabildiği gibi makro düzeyde de her şeye etki edebilme gücüne ulaştı.
Ancak kapitalizm krizden kurtulamadı ve sermayedarlar bu durumu “kısa sürede büyük vurgun” yapabilecekleri zamanlar olarak gördü. Bu süreçlerden birisi, 1998-2002 yılları arasında Arjantin’de yaşandı. Ekonomik kriz süresince, birçok patron ve yatırımcı, paralarını başka coğrafyalarda muhafaza etmeyi seçti. Sonuç olarak, küçük ve orta ölçekteki işletmeler kapandı; buralarda çalışan birçok işçi, işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya kaldı. Ancak, onlar da 1930’lardakine benzer bir şekilde, üretim, dağıtım ve tüketim ilişkilerini kendi kontrollerine aldılar; onları bu durumda bırakan kapitalistlere ve devlete güvenmeden, kendi çözümlerini oluşturdular. Kapanan fabrikaları yeniden açıp işletmeye başladılar ve işçi kooperatiflerini kurdular.
Bu işçi kooperatifleri bünyesinde, sonradan FaSinPat (Patronsuz Fabrika) ismini alacak Zanon’u, Hotel Bauen’i, takım elbise üreten Brukman fabrikasını ve Chilavert Matbaası’nı bulunduruyordu. Kriz süresince söz konusu bu şirketlerin bazılarının patronları, işçileri fabrikadan çıkarmak için polis zorunu kullanmaya çalıştı; ancak işçiler birçok kez devlete, polise ve patronlara karşı üretim alanlarını korudu.
Bölgesel toplantılar, mahalle toplantıları gibi karar alma süreçleri işletildi ve nüfusun 3’te 1’i bu toplantılara katıldı. Bu toplantılar sokak başlarında, kentin açık alanlarında yani kısacası insanların buluşabileceği her yerde yapılıyordu. İnsanlar, birbirlerine sağlık, kolektif yiyecek alımı, bu yiyeceklerin dağıtımı noktasında dayanışma gösterebilmek üzere örgütlülükler oluşturdu. Sağlık ve eğitim için yine benzeri karar alma süreçlerinden, yeni yapılar ortaya çıktı.
Devletten ve Kapitalizmden Bağımsız Bir Ekonomi Örgütlemek
Devletin propaganda araçlarıyla “çok uzağındayız” izlenimi verilmeye, iç ve dış siyasal gündemlerle görünmez kılınmaya çalışsa da aslında bugün bir krizin içerisindeyiz. Son üç aydan bu yana sözde “terörizme karşı” düzenlenen “sokağa çıkın” kampanyasının aslında “sokağa çıkıp alışveriş yapın kampanyası”ndan başka bir şey olmadığını; elinde dolar tutup da dolarını bozdurmayanın “vatan haini” ilan eden “milli ekonomik seferberlik kampanyaları”nın varlığını; Türkiye’nin puanını düşürüp “ülke üzerinde oyun oynayan” ve üstüne bir de FETÖ’cü olan kredi derecelendirme kuruluşlarını yeniden hatırlar; sayısız siyasetçinin “Kriz mi, o da ne! Ekonomi tıkırında!” yalanlarını da eklersek, bugün hissettiğimiz ve giderek daha da içine sürüklendiğimiz krizi görmek daha mümkün olur.
Bugün içerisinde bulunduğumuz ekonomik, siyasi ve toplumsal durum oldukça belirsiz. Ekonomik krize dair konuşulanlar ya da tartışılanlar “komplo teorisi” olarak damgalanıp ört bas edilmek istense de; ekonominin yakın bir zamanda altüst olacağı aşikar. Aşikar olan bir başka durumsa, bu ekonomik krizden kurtuluşun makarna, bulgur depolamak, döviz almak, altın saklamak gibi yöntemlerle aşılamayacağıdır.
Hazırlıklı olunması gereken şey, devlet ve kapitalizm dışı bir ekonomiyi kolektif bir şekilde oluşturmanın koşullarını hazırlamaktır. Bu hazırlık, devletin yapay gündemleri dışında, toplumsal muhalefetin örgütlemesi gereken bir süreçtir. Paylaşma ve dayanışma ilişkilerini örgütsel düzeyde somutlaştırmak ve toplumsallaştırmak bu süreçte asıl yapılması gerekendir.
İşsizliğin gün be gün arttığı; kişi başı gelirin giderek azaldığı; alım gücünün mütemadiyen azaldığı ve “asgari yaşama koşulları”nın düştüğü bu koşullarda ve belirsizlikte; bizleri bir arada ve ayakta tutacak öz-örgütlülüğümüzden başka güvenebileceğimiz hiçbir şey yok. İktidarlar “kriz yok” yalanıyla bizleri bir krizin en derinine sürüklerken; patronlar krizden pay kapmaya ve daha da zengin olmaya çalışırken; yapabileceğimiz tek şey yüzümüzü birbirimize dönmektir; dayanışmayı örgütlemektir.
Devletlerin tarih boyunca yarattıkları ekonomik krizlere karşı yaşamanın ve krizden kurtulmanın yolunu yeni bir ekonomik model yaratmada bulan farklı halklar gibi; yapmamız gereken bizleri özgürleştirecek ve kapitalist krizin sıkışmışlığından çıkartacak üretim-dağıtım-tüketim kolektiflerini, öz-örgütlülükle oluşturulmuş atölyeleri, kooperatifleri paylaşma ve dayanışma temelli ilişkilerle bugünden yaratmaktır.
Meydan Gazetesi Sayı 36, Ocak 2017