Krizin Faturası Kadına

Sayı 37, Mart 2017

Kapitalizm yarattığı krizden çıkmanın yollarını ararken, devletler ve şirketler krizin faturasını işçilere ve işsizlere kesmeye çalışırken; küresel çaptaki sosyal ve ekonomik krizlerin en ağır faturası yine biz kadınlara kesiliyor. Sadece kriz dönemlerinde değil erkek egemenler tarafından ucuz iş gücü olarak görülen, beden ve emek sömürüsüne her koşulda maruz kalan yine kadın oluyor.

Kadın tarihçi Joan Scott’un 1986 yılında ilk kez belirttiği, “kadın tarihinin, sadece bir eksiklikler tarihinin tamamlaması olamayacağı fikri”, hem yeni bir tarih yazımında hem de kadın çalışmalarında önemli tartışmaları beraberinde getirmiştir. Scott bahsettiği kadın tarih yazımında, kadınları temelde erkeklerin olan tarihe eklemek yerine, toplumsal cinsiyeti belirleyici bir faktör olarak kullanmıştır. Böylelikle sosyal bilimlerin hemen tamamında önemli bir değişim gerçekleşmeye, yeni bir perspektif açığa çıkmaya başlamıştır. Bu açıdan düşündüğümüzde, toplumsal cinsiyet perspektifi küresel çapta yaşanan ekonomik ve sosyal krizlere dair değerlendirmelere de dahil oldukça, krizin kadınlar üzerindeki etkisini anlamaya, toplumsal cinsiyet faktörünün de krize yönelik etkilerini ve yarattığı sonuçları görmemize fayda sağlamaya başlamıştır.

Toplumsal Cinsiyet ve Kriz İlişkisini Kurmak

Ekonomik krizlerin, küresel çapta, üzerimizde yarattığı etkileri birkaç başlıkta toplamak mümkün. Bu etkilerin ilki özellikle “kadın istihdamı”na yönelik olarak karşımıza çıkarken; ev içi emeği de bu etkiler kapsamında değerlendirmek gerekir.

Ekonomik kriz dönemlerinde daha fazla gündeme gelen istihdam, çoğu zaman güvencesizliği, esnekliği ve kayıt dışılığı da yaratmaya başlar. Kriz dönemlerinde artan yoksullaşma ise, krizden etkilenen her birey için olduğu kadar biz kadınlar için de, çalışma zorunluluğunu beraberinde getirir. Patronlar bu zorunluluğu, daha fazla kazanmak için birer fırsata dönüştürürken; bizim için kriz dönemlerinde daha fazla açığa çıkan çalışma zorunluluğu, “ev işlerinin kadın işi olarak kaldığı koşullarda” daha fazla sömürü anlamına gelir.

“Kadınların İşi Hiç Bitmez”

Biz kadınların ev içi emeği, cinsiyete dayalı iş bölümünün ve kapitalizmden güç alan ataerkinin etkisiyle tarih boyunca “doğal” olarak kurgulanmıştır ve bu alandaki işler de kadının “doğal işi” olarak dikte edilmiştir. Çocuk bakımı ya da temizlik gibi “iş”lerin biz kadınların asli görevi olduğu iddiası, ev dışındaki başka bir alanda çalışırken çifte vardiya ile sömürülmemizin zeminini hazırlar.

Kriz dönemlerinde giderek artan işsizliğin, yoksulluğun ve güvencesizliğin yanında, ev dışı bir alanda “ücretli olarak” çalışıyor olsak dahi, erkeğe oranla daha ucuz olan ve kolay kontrol edilebilen “yedek işgücü” haline getiriliriz. “Sınırsız esneklikte çalışma biçimleri” olan işler “kadına uygun iş” olarak tanımlanır; bu tanımın en somut hali ise ev içi işlerde karşımıza çıkar. Ev içi kadın emeği “hayalet emeğe” dönüştürüldükçe, krizin etkisiyle zaten sömürülmekte olan biz kadınlar için sömürü daha da katlanır; krizin etkisi daha da belirginleşir.

Bazı örneklere göz atmak, biz kadınların krizden nasıl etkilendikleri sorusunu yanıtlamakta faydalı olacaktır. 1997 yılında yaşanan Güney Kore Krizi sonrasında işten atılan kadınların sayısının, aynı dönemde işten atılan erkeklerin sayısından 7 kat fazla olduğu açıklanmıştır. 2005 yılında küresel çapta yapılan bir araştırmada ise görüşülen kişilerin %40’ı, kriz dönemlerinde iş olanakları kısıtlı hale geldiğinde, erkeklerin çalışma “hakkı”nın kadınlardan daha fazla olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Yaşadığımız coğrafyada ise geçtiğimiz son bir yılda İŞKUR’a yapılan başvurular yüzde 123 oranında artış göstermiş; geçen yıldan bu yana işten atılan toplam 500 bin kişinin 343 bininin kadın işsizler olduğu açıklanmıştır. Bu gibi örnekler aslında biz kadınların özellikle kriz dönemlerinde “istihdam piyasasında ilk feda edilecekler” olmalarının açık göstergesidir; bu göstergeyi yaratan sebep ise dünyanın hemen her yerinde karşımıza çıkan “ekmek kazananın erkek” olduğu illüzyonudur.

Kriz ve Zorunlu Göç

Kriz, biz kadınları elbette yalnızca çalışma hayatında ki adaletsizlikler ya da egemenlerin istihdam politikalarıyla etkilemez. Kriz sebebiyle giderek artan yoksullaşma, gıdaya ya da sağlık hizmetine erişimin olanaksızlaşması gibi etmenler, yaşam alanlarımızı doğrudan etkiler. Var olan yaşam alanlarında kriz sebebiyle artık yaşayamayacak hale getirilen biz kadınlar, bazen krizin çözümünü başka coğrafyalara göç ederek aramaya başlarız.

Kriz sebebiyle yaşadıkları topraklardan başka coğrafyalara göç etmek zorunda bırakılırken “daha iyi koşullarda çalışabilmeyi uman” kadınlar, cinsiyet temelli iş bölümünün mevcut yapısı nedeniyle, yine “kadın işlerinde” çalışmak zorunda bırakılır. Çoğunlukla düşük ücretli, sosyal güvencesi olmayan ve kötü çalışma koşulları olan bu işler, krizden kaçarak yeni bir yaşam hayalinin peşine düşmüş olanlarımızı, yeni bir krizin içerisine sürüklemiş olur. Böylelikle hem göçmen, hem işçi, hem de kadın sıfatıyla sınırsız sömürüye ve ezilmeye maruz bırakılırken, aynı zamanda içine itildiğimiz yeni krizden çıkış yolları aramaya zorlanılırız.

Krizle Artan Kadına Yönelik Şiddet

Özellikle devletlerin ekonomik kriz dönemlerinde uyguladıkları politikalar, biz kadınlara karşı psikolojik şiddeti beraberinde getirir. Kriz dönemlerinde işten atılanların eşlerine destek olmaları istenir; yani kadının erkeğe psikolojik destek sunup onu rahatlatması, böylelikle krizin yol açacağı depresyon halinde bir sibop etkisi yaratması umulur. Yazının yukarıdaki kısmında bahsettiğimiz Güney Kore Krizi örneğine yeniden geri dönmek gerekirse; 1997 yılındaki kriz sonrasında uygulanan devlet politikası tam da bu duruma örnek niteliğindedir. Kriz sürecinde koreli kadınlara yönelik olarak “Kocalarınıza enerji verin” sloganını üreten ve kullanan Güney Kore hükümeti, bu yolla krizin erkekler üzerindeki etkisini kadınların azaltmasını istemiştir. Özetle biz kadınlar, bu ve benzeri devlet politikalarıyla işsizliğin ve yoksulluğun arttığı kriz dönemlerinde, yaşanması muhtemel bir toplumsal kırılmaya karşı tampon olma görevini üstlenmiş oluruz.

Kriz döneminde artan elbette yalnızca devlet şiddeti değildir. Devletin ekonomik ve psikolojik şiddetinin yanı sıra, kadına yönelik erkek şiddeti de özellikle kriz dönemlerinde artış gösterir. Yine 1997 Güney Kore Krizi’nde ev içi şiddete uğradığı için Kadınlar için Yardım Hattı’nı arayan kadınların sayısı, krizden hemen sonra 1998 yılında bir önceki yıla göre yedi kat artış göstermiştir. Tayland'da ise Kadın Hakları’nı Koruma Merkezi’nin verilerine göre kadına yönelik ev içi şiddet vakası 1997 yılında 534 iken, bu sayı 1998’de 812’ye ulaşmıştır.

Yaşadığımız topraklara ilişkin verilere göz atmak gerekirse; 2008 ekonomik krizinin ardından ölümle sonuçlanan kadına yönelik şiddet vakalarında da belirgin bir artış söz konusudur. 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından 2009 yılında 105 kadın erkekler tarafından katledilmişken, krizin etkilerinin sürdüğü 2013’te bu rakam 214’e çıkmıştır. Anlaşılacağı gibi, “toplumsal bir buhrana” yol açan ekonomik krizin kendisi, erkekler üzerinde de bu buhranın etkisini belirgin derecede arttırmış; ekonomik kriz, biz kadınlara yönelik doğrudan fiziksel şiddettin artışına neden olmuştur.

Krizin Cinsiyeti, Kadının Ezilmesi

“Krizin cinsiyeti olur mu?” sorusunun cevabı aslında krizin yaşamlarımız üzerinde yarattığı etkileri göz önünde bulundurdukça ortaya çıkacaktır. Tarih boyunca itildiğimiz “ikincil konum” özellikle kriz dönemlerinde daha da fazla açığa çıkmaya başladıkça; hem emeğimiz hem de bedenimiz böyle dönemlerde sömürünün temel odaklarından biri haline geldikçe, krizin cinsiyetinin ne olduğunu anlamak da kolaylaşır.

Tarih boyunca ataerkiden bağımsız gelişmeyen kapitalizm, bugün kendi yarattığı krizlerin etkisini de yine kendisini besleyen ataerkinin unsurlarından olan toplumsal cinsiyet etmeni ile arttırmakta ve belirginleştirmektedir.

Ekonomik krizler, dünyanın farklı coğrafyalarında biz kadınlar için sınırsız sömürüyü ve güvencesizliği yaratırken; krizden çıkış yollarını bedenimizi ve emeğimizi sömüren kapitalizmde, varoluşumuzu yok sayıp bizleri kimliksizleştiren ataerkil sistemde aramamalıyız. Erk’ek egemenlerin yarattıkları krizden çıkmanın ya da bu krizleri topyekûn ortadan kaldırmanın gücünü, biz kadınlar ancak ve ancak kendi mücadelemizle, dayanışmamızla ve örgütlülüğümüzle bulacağız.

Merve Arkun

Meydan Gazetesi Sayı 37, Mart 2017

Paylaşın