İranlı yönetmen Farhadi’nin Satıcı/ Forushande filmin hikayesinde hep erkekler önde olsa da geride acıyı yaşayan hep kadınlar oluyor. Yeni taşındığı evde tecavüze uğrayan Rana, kocası ve tecavüzcünün hikayesi.
Hemen her gün bir taciz-tecavüz olayı yaşadığımız bu ataerkil sistemde, biz kadınların durumu ile ilgili gerçekçi filmlere ne yazık ki çok rastlanmıyor. İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin son filmi Satıcı (Forushande) ise anlattığı hikaye ile izlenmeye değer.
Film, Arthur Miller’in “Satıcının Ölümü” Tiyatro Oyunu ile Paralel Gelişiyor
Tiyatrocu bir geçmişi olan yönetmen Farhadi, Satıcı filmini, yine bir tiyatro metni olan Arthur Miller’in “Satıcının Ölümü” ile paralel gelişen bir biçimde kurgulamış. İran’da sansür yüzünden sahnelenmesine izin verilmeyen oyundan kimi sahneleri filme taşıyan Farhadi, bir anlamda bu sansürü de kırmış oluyor.
“Satıcının Ölümü” oyununu oynamak üzere hazırlık yapan bir tiyatro grubunda olan Emad ve Rana, yandaki inşaat yüzünden oturdukları binada oluşan çatlak yüzünden bir başka yere taşınmak durumunda kalır. Ama bu ev, daha önceden para karşılığı erkeklerle birlikte olan bir kadına aittir. Rana bir gün evde banyo yaparken zil çalar ve Emad’n geldiğini düşünerek bakmadan kapıyı açıp banyoya döner. Ama kapıyı çalan, bu evde daha önce kalan kadınla ilişkisi olan biridir ve Rana o adamın tecavüzüne uğrar.
Tecavüz Edilen Kadın, Mağdur Edilen Yine Kadın
Tecavüz sonrası, Emad’ın Rana’yı anlamadığı ortadadır: “Senin için çok korktum, ya ayağın kayıp başını vursaydın” derken Rana’nın yanıtı nettir: “Keşke öyle olsaydı”
Rana polise gitmek istemez. Komşularının dediği gibi: "Polisten ne fayda gelir ki? En fazla rezil olduğunuzla kalırsınız." Üstelik “neden kapıyı açtın” gibi sorularla karşılaşacak, gene mağdur edilen kendisi olacaktır.
Emad da bu “olay”ın duyulmamasından yanadır, ama bunu yapan adamı bulup onu cezalandırmak da ister. Tiyatroyla uğraşan, modern birisi de olsa, Rana onun “namus”udur! Emad, apartmanın otoparkında kalan bir kamyonetten tecavüzcünün peşine düşer, sonuçta, arabasıyla eski giysiler satan yaşlı bir adama ulaşır.
Farhadi, Emad’ı filmin başında yıkılmakta olan binadan engelli birini sırtına alarak aşağıya indiren “iyi” bir karakter olarak gösterirken, şimdi, tecavüzcüden intikam alma ve onu cezalandırma planları yapan bir duruma getirmiştir. Yönetmen, bu “çaresiz” dönüşümü, filmde sahnelenen tiyatro oyununda ailesine güzel bir hayat sunamayan Willy Loman karakterinin çaresizliğine paralel ilerletiyor.
Bu Filmde Hep Kadınlar Acı Yaşıyor
Filmlerinde anlattığı öyküleri birer modernizm eleştirisi olan Farhadi’nin bu filmi de taciz, tecavüz, intikam ve adalet ekseninde ilerleyen bir film. İzleyiciyi film boyunca filmdeki farklı karakterlerle özdeşleşmesini sağlamayı deniyor ve karakterlerdeki dönüşümler üzerinden sorular soruyor.
Bu filmde hikayeler erkekler üzerinden ilerliyor olsa da, acı çekenler kadınlar oluyor. Evde önceden oturan kadın, eve yeni taşınan ve tecavüze uğrayan Rana ve tecavüzcü yaşlı adamın eşi.
Aslında Farhadi, Rana’nın Emad’a “adamı bırak gitsin” sözüyle adaletin de bu türden bir cezalandırmayla sağlanamayacağını söyler gibi. Gerçekten de, günümüzde yaşadığımız taciz tecavüz olaylarında “zanlı”lara kimi cezalar veriliyor ama saldırılar durmak bilmiyor. Kimileri cezaların azlığından, kimileri hadım gibi farklı cezalandırma yöntemlerinden, kimileri de idamın geri gelmesi gerektiğinden konuşuyor. Oysa biliyoruz ki, bu olaylar münferit ve kişisel değil, bütünüyle biz kadınlara yaşam hakkı tanımayan ataerkil sistemin bir sonucu.
Farhadi, filmde tüm bunlara bir yanıt verip izleyiciyi rahatlatmak yerine, izleyene şu soru sormayı seçiyor: “Rana’nın yerinde sen olsan ne yapardın?”
Meydan Gazetesi Sayı 37, Mart 2017