Kadınlar tarih boyunca erkek egemenler tarafından çeşitli sıfatlarla anıldı; vahşi, tehlikeli, ölümcül ya da pis olmakla yaftalandı. Kadının bedeni de benliği de sürekli olarak erkeğin birkaç adım gerisine hapsedildi. Erkek egemenler kadının bedenini, kendi hakimiyetleri doğrultusunda şekillendirdi, kullandı. Kadının bedeni tehlikeli ya da uysallaştırılamaz olarak görüldükçe; türlü yollara başvuruldu. Bu, her alanda olduğu gibi, tıp tarihi boyunca da kendini gösterdi.
Duygusal tepkilerde aşırılık, geçici kişilik değişiklikleri, kısa süreli hafıza kayıpları gibi bulgularla kendini belli eden ve bugünün en bilinen psikolojik rahatsızlıklarından olan histeri hastalığı da kadının tarihinde böyle bir geçmişle yer aldı; ayrımcılık, baskı, şiddet...
Bir Hastalığın Tanımı:”Uterus”
Yunanca’da rahim anlamına gelen “uterus” sözcüğünden türetilen histeri, tıp tarihinin en bilinen ismi (bugünün tıp biliminin de üzerine yeminler edilen alimi) olan Hipokrat tarafından ilk olarak kadınlarda gözlemlendiğinde; kadın rahminin yarattığı bir buhran olarak açıklanmıştı. Hastalık bu tanımlamayla birlikte, Antik Mısır’dan 19. yüzyıla kadar kadın rahminden kaynaklanan bir hastalık olarak bilindi; hastalığın mağduru olan kadın bedeninde de sayısız “tedavi yöntemi” denendi.
- yüzyılda yaşamış tıp düşünürleri Soranus ve Galen, özellikle jinekoloji alanında araştırmalar yaparak kadın rahminin anatomisi ve kadın hastalıkları üzerine çalışmıştı. Hipokrat ve onun dönemcileri, tıpkı Platon gibi, kadının rahminin “yer değiştirdikçe ağrılara neden olan vahşi bir hayvan olduğunu” söylerken; Soranus ve Galen bunun dışında bir gerçeği ararcasına, rahim üzerindeki çalışmalarını sürdürdü. İkili, rahmin “başıboş bir varlık olduğunu reddetse de” aradıkları gerçeği ancak buraya kadar “bulabildi”; kendilerinden önceki tıp erkeklerinin iddia ettiği gibi, histerinin psikolojik kökeninin rahimle ilgili bir rahatsızlığa dayandığı konusunda hemfikir olmayı seçti.
“Tedavi” Cinsel Şiddete, Cinsel Şiddet “Tedavi”ye Dönüşürse
Histeriye dair düşünceler kadın bedeni üzerinden şekillendikçe; kadının “tedavi” adı altında maruz kaldığı tarifsiz şiddet yöntemleri de arttı. Histeri, 14. yüzyıla gelindiğinde de kadın hastalığı olarak tanımlanmaya devam etti. Kadının cinselliğinin olamayacağına ve dolayısıyla cinsel doyuma asla ulaşamayacağına ilişkin düşünceler, hastalığın “tedavisi”nin bu doyumu arama üzerine şekillenmesine sebep oldu. Bazı erkek tıpçılar histerinin tedavisinin kadınların orgazm yaşamasıyla mümkün olduğunu iddia etti. Kadının vajinasına tazyikli su sıkılması, histeri hastalığı tarihinde en bilindik “tedavi” yöntemlerinden biri olurken; tedavinin cinsel şiddete cinsel şiddetin de sözde “tedaviye” dönüştüğü başka örneklere tıp tarihi boyunca rastlandı...
Soranus’un “Gynaecology” (Jinekoloji) kitabında bahsettikleri de, söz konusu bu cinsel şiddetin boyutlarını anlamaya yardımcı olabilir: “...Yanık tüy, sönmüş lamba fitili, yakılmış geyik boynuzu, yanmış yün, yanmış çaputlar, deriler ve paçavralar, kulaklara ve burna sürülen kunduz yağı, zift, sedir reçinesi, katran, ezilmiş tahtakurusu ve berbat koku saçabilecek daha ne varsa hepsi kullanıldı… Hippokrates rahmin bağırsaklar gibi serbestçe salındığına inanıyordu, küçük bir boru ile tıpkı bir demirci körüğü gibi vajinaya hava üfledi ve şişmesine neden oldu…"
Ortaçağ’da da histeriye dair düşünceler neredeyse hiç farklılaşmadı; kadınların sözde “tedavi” aşamasında maruz kaldıkları cinsel şiddet, Ortaçağ’da yerini “doğrudan katletme” politikasına bıraktı. Bu dönemde histeri hastalarının -tıpkı cadılar gibi- doğaüstü düşüncelere sahip olduğuna inanılmaya başlandı ve hasta olduğu iddia edilen kadınlar -tıpkı cadılar gibi- yakılarak katledildi.
“Kadın merkezli” olarak anılan Viktoryan Dönemde de kadınların “histeri” bahanesiyle maruz kaldıkları şiddetin yalnızca biçimi değişmişti. Dönemin bilinen jinekologlarından olan Isaac Baker Brown “kadınlara özgü hastalıklı haller”in kaynağını aşırı uyarılmış sinir sistemi olarak açıkladı. Bu açıklamayla birlikte Brown, kadının klitorisinin bağlı olduğu sinirin kadın sağlığı üzerinde büyük bir stres kaynağı olduğunu belirtti; bu sinirin histerik nöbetlere, deliliğe ve hatta ölüme yol açabileceğini iddia etti. Brown bu iddiasıyla birlikte “tedavi” yönteminin açığa çıkarttığı cinsel şiddeti bir adım daha öteye taşıdı; histeri hastalığına karşı kadınların klitorisinin makasla kesilip alınması, yaranın afyonla temizlenmesi yöntemini “geliştirdi”, bu yöntemi rızaları olmaksızın kadınlar üzerinde denedi.
Kadının cinsel yaşantısının olamayacağına yönelik düşüncelerin sürmesiyle histeri, tıp dünyası için bir “sorun” haline gelmeye başlamıştı. “Bir tedavi yöntemi” olarak bizzat erkek doktorlar tarafından kadınlara mastürbasyon yapılması ya da yine erkek doktorlar tarafından kadınlara elle pelvik masaj yapılması elleri yordukça; Dr. Mortimer Granmille bu sorunu çözmek için kollarını sıvadı. Granmille histeriye karşı bir tedavi aracı olarak vibratörü icat etti. 2011 yılında Hysteria ismiyle beyaz perdeye aktarılan hikaye, söz konusu dönemde özellikle “tedavi” aşamalarında yaşananları “gülünç” olarak yansıtsa da, vibratörün bir tedavi aracı olarak kadın bedenlerinde kullanıldığı zamanları anlatmakla kalmadı, histeri hastalığının sözde tedavisinin kabulünü de sağlamış oldu.
“Erk’in Histeri”si Kadının Talan Edilmesi
Erkek egemenler, kadının bedenini “incelenmeye değer” görüp acımasız deneylerle tarih boyunca talan ederken; kadını kimi zaman hastalıkların mağduru ilan etti, kimi zaman da bu mağduriyetleri ortadan kaldırmak iddiasıyla kadının bedenine yönelik doğrudan saldırılar gerçekleştirdi. Histeri hastalığının teşhisi de, tedavisi de kadınların yüzyıllar boyunca maruz kaldığı bu şiddete yalnızca bir örnek olarak gösterilebilir. Ancak kadın bedenine yönelik yüzyıllardır süregelen bu tarz düşünce ve uygulamalar bugünde kendini farklı şekillerde göstermektedir.
Merve Arkun
Meydan Gazetesi Sayı 38, Nisan 2017