Bundan tam bir yıl önce, 3 ay süreyle ilan edilen ve sonrasında çıkarılan KHK’larla uzatılan OHAL’in etkilerini biz dışarıdakiler, yaşamlarımızın “tutsaklaştırılmasıyla” yaşadık. Devletin zindanlarında her saniyelerini “olağanüstü” yaşayan tutsaklar için ise OHAL, yeni baskılar, yeni bir şiddet dalgası ve bu baskı ile şiddete karşı direniş anlamına gelecekti.
Daha öncesinde, hapishane yönetimlerinin döneme ve kişiye özel olarak kullanmak üzere bir silah olarak elinde tuttuğu bazı uygulamalar genelleşti, bazı uygulamalar da bu kanlı tarihte ilk defa yer aldı.
Tutsaklara yönelik tecritte önceliği, en temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasındaki kısıtlamalar alıyor hiç şüphesiz. Yıllar süren direniş ve inatla kazanılan ziyaret, telefon, mektup, sosyal faaliyet, tedavi ve hatta havalandırma hakkı, OHAL ile birlikte ilk kısıtlanan haklar oldu. Coğrafyadaki bütün hapishanelerde tutsaklar ilk aşamada bu hak kısıtlamalarıyla karşılaştılar.
Bu ilk baskı ve hak kısıtlamaları sonrasında, OHAL ve KHK’larla artan şiddet, tüm hapishanelerde, fiziksel ve psikolojik olmak üzere iki boyutta şekillendi. Tutsakların fiziksel varoluşuna yönelik saldırılar, mahkeme ve hastane gidiş gelişlerinde çift kelepçeleme ve askere kelepçeleme zorunluluğuyla, hücrelerde ise kapasitenin üstünde sayıda tutsağın yerleştirilmesiyle başladı, ailelerinin getirdiği eşyaların tutsaklara verilmemesiyle devam etti. Bazı hapishanelerde, verilmeyen eşyalar ailelere iade dahi edilmedi.
Öte yandan, psikolojik şiddet, tutsak yaşamın her anını saran bir diğer şiddet aygıtı olarak karşımızda duruyor. Tutsakların yaşama tutunmalarını sağlayan yegane alanlardan biri olan kültürel faaliyetler, yayın yasaklarıyla, ideolojik bir yönlendirme aracı haline getirildi. Devrimci yayınların yasaklanmasıyla başlayan süreç, tutsakların talep ettiği hiçbir kitabın kargo yoluyla alınamamasına kadar vardırıldı. Şimdilerde tutsaklar sadece hapishane yönetiminin onlar için tedarik ettiği din içerikli kitapları okuyabiliyor, kitapların parası ise temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabildikleri kendi hesaplarından kesiliyor. Sohbet ve ortak alanlara çıkışların engellenmesiyle tam tecrit koşulları yaratılmak istenilen hapishanelerde tutsakların iradeleri hedef alınıyor.
Ardı arkasına ördüğü duvarlarla bedenleri teslim almaya çalışan devlet, OHAL ile birlikte tutsakların zihinlerini de teslim alabileceğini sanıyor. Yakın zamanda Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevinde uygulanan, açık görüşlerde üzerinde “terör hükümlüsü” yazan yaka kartı takma zorunluluğu, şimdi Yenişehir K-1 Tipi Cezaevi’nde uygulanmaya başlandı. Tutsaklar, görüşe çıkmayarak bu psikolojik şiddete dayalı uygulamaya karşı direniyorlar.
Tutsaklar için OHAL’in “olağanüstü” koşullarının baskısı artarak devam ederken, onlarla dayanışmak için bir çok yerde basın açıklamaları eylemler organize ediliyor. Ama bu sistematik baskı ve şiddet silsilesine asıl cevap içeriden verilenlerdi. OHAL baskılarına karşı süresiz-dönüşümsüz açlık grevini 55. gününde zaferle sonuçlandıran Devrimci Anarşist Tutsak Umut Fırat Süvarioğulları’nın sözleri, hem içerideki hem de dışarıdaki “tutsaklara” direnişin, dayanışmanın, örgütlülüğün önemini özetliyor; Hiç kimse gelmeyecek bizi kurtarmaya, bizim adımıza direnmeyecek hiç kimse, çare biziz. Çare mücadeleyi, dayanışmayı örgütlemekte!
Abdülmelik Yalçın
Meydan Gazetesi Sayı 39, Temmuz 2017