"Şu an yatıyorum, kalkıyorum; Başbakan olarak bütün hedefim, derdim vatandaşımızın tüketim gücünü nasıl artırırım; ona bakıyorum. Artırdıkça ülkemde üretim artıyor, üretim arttıkça yatırım başlayacak. Yatırım büyümeyi getiriyor, büyüme olunca istihdam alanı açılıyor. Tüket ki üretesin." - Formül: Tüket ey Türkiye!
Bütçe açığı beklentilerin üzerinde geldi, hükümet zam kararlarını art arda açıkladı. Akaryakıt, içki ve otomobildeki fiyat artışlarını, elektrik ve doğalgaz zammı takip etti. Zamlar ilk olarak ekmek fiyatını etkileyecek denilirken, sırada süt ve süt ürünleri, et, ve temel gıda ürünleri bulunuyor.
Maliye Bakanı, “düzeltici önlemler” üzerinde çalıştıklarını belirterek “özellikle cari açık nedeniyle mali disiplinin sürmesi için çabaladıklarını” söyledi. “Harcamalarda öngörülmeyen artışlar; gelirler tarafından ise özelleştirme gelirlerinin beklentilerin altında kalmasını” sebep olarak gösteren Şimşek, aslında zamların ilanından bir süre sonra oluşturulan savaş gündemi ve bunun için gerekecek mali tebdir ve takviyenin de sinyalini veriyor.
Muhalefet partilerine karşı hükümete büyük bir politik üstünlük sağlayan büyüme raporları bu sefer beklentinin altına düştü. Bütçe açığı nedeniyle frene basacağını belirten Maliye Bakanı, herşeye rağmen olumlu mesajlar vermeyi sürdürüyor. Türkiye’nin büyüme hızı ekonomistlerin ifadesine göre, AKP iktidara geldiğinden bu yana ortalama %4.23 artış gösterdi. Tüm bu gelişmelerin yanında son süreçte büyüme kriterlerinde kimi kritik dönüşümler var.
10 Eylül 2012’de Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı rapora göre ihracatta büyüme durma noktasına geldi. Halkın tüketime olan iç arzında ve özel yatırım oranlarında yaşanan düşüş ve inşaat sektöründeki durma, her ne kadar ‘dış etkenlerin’ etkisiyle açıklanmaya çalışılsa da, bu gelişmeler bambaşka gerçeklikleri görünür kılmaya başladı.
Peki bütün politikacıların dilinden düşmeyen ‘büyüme’ ne demek? Sürekli raporları yayımlanan gayrı safi milli hasıla nedir, böylesi hızlı büyümeye rağmen insanlar neden daha çok yoksullaşıyor?
Büyüye büyüye yoksullaşmak..
Büyüme, basitçe daha fazla harcamak demektir. İktisadi büyümenin ölçütü olan Gayrı Safi Milli Hasıla(GSMH), bir ülke vatandaşlarının verilen bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamı olarak lanse edilir; ancak GSMH modelinin en önemli özelliği, varlığını gayri-insani’liğinden almasıdır. Çünkü iktisadi büyüme, her türlü sınıflandırmayı insanın değil piyasanın değerlerine göre yapar. Büyümenin daha fazla harcamak manasına geldiği bir iktisadi politika içerisinde gelişimi sıcak paranın el değiştirmesi üzerine kurulu bir sistem, kendi insafsızlığı oranında “iyi toplum” algısına egemendir. Ve hatta ne kadar gayri-insani olursa, o kadar büyür, “milli” servete neş’e katar.
Milli hasılayı hesaplamanın alışıldık yöntemi, genel politikaların zaten gelir dağılımı eşit ve adil olmayan bir toplumda manasızlaşan tahlillerine dayanırken, açıkça ifade edilmeyen asıl hipotez, daha fazla para el değiştirdiğinde ekonominin büyüdüğü hesaplamasına dayanır. Bu hipoteze göre bir toplumdaki refah, “fakirden alınıp zengine verilerek hareket ettirilen” sıcak paranın ivme almasına göre artar.
Kapitalist bir işletme gibi çalışan devlet ekonomisi, ya büyümek ya da yok olmak zorunda olduğu rekabetçi piyasada, rekabet yeteneğini sürekli geliştirmek zorundadır. Bu nedenle karını arttırmak için düşük ücret, zam, vergi gibi yöntemler kullanarak üretim maliyetini düşürmeyi çabalar. Aslında büyümeye egemen olan GSMH modelinin baştan “eşit dağılım” ilkesini göz ardı ederek “işçinin böğrüne-piyasanın cebine” anlayışına kucak açmasındaki insafsızlığı, sınıflandırmayı sadece aldatıcı ya da yanlış olarak yapmasından değil, hiç sınıflandırmadığı şeylerden kaynaklanır. Çünkü bu paranın nereye ve ne için harcandığının hiçbir önemi yoktur.
Büyümeye dayalı kapitalist bir iktisat politikasında, para aklımıza gelebilecek her vesileyle el değiştirebilir. Örneğin, kredi kartına borcunuzu ödeyemediğiniz için avukatların haciz masrafı olarak sizden aldığı para, gayrı safi milli hasılaya güç katar. Trafik kazası yaptığınızda cebinizden çıkan para, iş kazasında ölen işçinin cenaze masrafları GSMH’ye can katar.. Savaş, parayı hareket ettiren en büyük kaynaklardan biridir. Binlerce temiz dereyi borularla kapatıp HES yaparak büyüyen özel sektör, devletle birlikte arıtma tesisi ve sudaki kirlenmeye karşı mücadele için on yıl içinde neredeyse üçe katlanacak “tüketim” ve dolayısıyla “büyüme” tahlilleri yapar. Bir yanda “şehir içi sürgünler” deprem riski ile meşrulaştırılarak “soylulaştırma” ekonomiye can verirken, diğer yandan gözetim toplumları, cezaevleri donanımları gayrısafi milli hasıla’nın büyümesine önemli katkıda bulunurlar.
Anlaşıldığı üzere, halkın cebinden çıkan her türlü ‘hareket eden’’ para, GSMH’nin sürekli büyümesini sağlayacaktır. Ve bu büyüme yoksul kesimin yaşam kalitesini arttırmaya değil, yoksullara kredi vererek zenginleşen, evsizleri gecekondularından atıp yeni binalar dikenlerin büyümesini sağlar..
Bir röportajında Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi ekonomi politikasını açıklarken vurguladığı cümleler, tam da bu politikanın dayanaklarını ortaya koymakta:
“Şu an yatıyorum, kalkıyorum Başbakan olarak bütün hedefim, derdim vatandaşımızın tüketim gücünü nasıl artırırım; ona bakıyorum. Artırdıkça ülkemde üretim artıyor, üretim arttıkça yatırım başlayacak. Yatırım büyümeyi getiriyor, büyüme olunca istihdam alanı açılıyor. Tüket ki üretesin. Formül: Tüket ey Türkiye!”
Varlığını paranın değişimi ve dolayısıyla yaşamın değil piyasanın değerleri üzerinden alan bir iktisadi politikanın, değerlendirmelerden uzak tuttuğu, böylece uygulamada yaşamsal değerler kadar kolektif ve bireysel refah konusunda da her türlü güncel değeri inkar ettiği açık. Peki her yıl hiç durmadan büyüyen biz olmadıysak, kimler büyüdü de zengin oldu?
Zenginler daha zengin, fakirler daha borçlu..
Son 10 yıla baktığımızda, bankacılık sektörü yıllık bazda yüzde 15 civarında reel büyüme kaydetti. Silah sektörü 2012’nin ilk 8 ayında %70, Suriye’yle sıcaklaşan siyasi gündem sonrası 27 Eylül 2012 itibari ile %100 büyüdü. Aselsan Suriye’ye atılan bombanın ardından borsada %8 değerlendi. İnşaat ise son yıllarda en çok büyüyen sektörler sıralamasından hiç düşmedi.
Her yıl ortalama %4 oranında büyüdüğü iddia edilen ekonomide, 2002’de bir memur maaşı ile 5310 bardak çay alınabilirken, 2011’de bu rakamın 3090’a düştüğü belirlendi. Asgari ücretlinin ise bugünün koşullarında 1260 bardak çay içebildiği kaydedildi. Çay fiyatı karşısında memur maaşları yüzde 42, asgari ücret ise yüzde 31,5 oranında eridi.
Bugün Türkiye’de 20 milyon hacze konulmuş dosya mevcut. Bu, bir yıl boyunca 20 milyon insanın evindeki eşyaların boşaltılması ihtimali var demek. Bu yılın ilk 6 ayında kredi kartı ve bireysel kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayısı geçen senenin tamamından daha fazla. Büyüme hızının hiç durmadan arttığı söylenen 10 yıllık dönemde tüketici kredisi borçları 79 kat, kredi kartı borçları 14 kat, tüketici finansman şirketlerine olan borçlar 12 kat arttı.
Aslında böylesi bir tabloda politika açıkça görülüyor: Paranın fakirden zengine büyüyen oranlarda geçmesine muhtaç olan devlet, artık fakirleri açlıktan öldürmüyor; süründürüyor. Eskiden daha fazla kar için halkı mülksüzleştirirken, bugün borçlandırıyor. Toplumu sürekli tüketime teşvik ederken, alın verin ekonomiye can verin diyerek, parayı hareket ettiriyor. GSMH durmadan artmasına rağmen para elde hiç durmazken, borç hiç bitmiyor.
Aslında ekonominin patlamaya hazır olması veya olmamasının ezilenlerce pek de bir anlamı yok. Zenginlerin krize girmeye yüz tutmuş ekonomisi, gelecek günlerde GSMH’yi arttırmaya yönelik savaş harcamaları ve zamlar olarak bize geri dönecek gibi görünüyor. Kredi kartından başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan ezilenler için ise isyan etmekten gayrı tek bir seçenek kaldı; borçlu olmak ya da daha çok borçlu olmak...
Mine Selin Sayarı
Meydan Gazetesi Sayı 4, Ekim 2012