Anarşist Kadınlar'ın Nuriye ve Semih'in son duruşmasının ardından Nuriye'nin tutukluluğunun devamı kararı sonrası kaleme aldıkları yazıdır.
9 Kasım 2016’da Ankara Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde bir kadın, bir direniş başlattı. OHAL ablukasında milyonlarcamız az ya da çok baskının, şiddetin çeşitli biçimleriyle boğuşurken bir kadın, elinde dövizi, gözünde kararlılığı, yüreğinde cesareti, inancı…
OHAL KHK’ları ile işten atılan o kadın, daha o gün, direnişinin ilk gününde gözaltına alındı. O kadın, her gün baskıya rağmen bıkmadan, her gün gözaltına alınsa da usanmadan -en önemlisi yılmadan- sürdürdü direnişini.
Varlığını katliamlarından alan devlet, 20 Temmuz 2016’da ilan ettiği OHAL ile salgın bir hastalık yaratmıştı. Korku ve yılgınlık virüsleri salmıştı topluma. Hastalığın ilk belirtileri; bireylerin gözlerindeki ferin ve yüreklerindeki ateşin sönmesiydi.
Ancak devletin virüslerine direnci yüksekti direnenlerin. Direnişle çoğaldı o kadın, çünkü cesaret ve inanç da bulaşıcıydı yayılan salgına rağmen. O kadın; Nuriye Gülmen önce Semih Özakça oldu. Sonra Veli Saçılık, Acun Karadağ, Esra Özakça, Mehmet Dursunlu ve daha niceleri. O kadın, Yüksel Direnişçileri oldu, Kadıköy’de her hafta Cuma günü ve coğrafyanın dört bir yanında belirli aralıklarla gerçekleştirilen eylemleri örgütleyenler oldu. Açlık eylemiyle sürdürdükleri direnişte kararlılığı, inancı ve umudu örgütleyip ben oldu, sen oldu, BİZ oldu o kadın!
BİZ olmamız, devlet için büyük yenilgiydi. Buna tahammül edemeyen devlet, hapishaneye kapattı Nuriye ve Semih’i. Bugün o kadının, Nuriye’nin 9 Kasım 2016’da başlattığı Yüksel Direnişi’nin 348., Nuriye ve Semih’in açlık eyleminin 228. ve Nuriye’nin tutsaklığının 153. günü. Onca gündür azalmadı direnç ve umut, gittikçe çoğaldı. Semih’in avurtlarına çökse de ışığı sönmeyen gözleriyle, Nuriye’nin bedeni günden güne erise de kırılamayan iradesiyle çoğaldı.
Çok şey yaşandı, çok kötülük gördü gözlerimiz bu direniş boyunca... Açlık eylemi direnişçilerini gece yarısı birdenbire uyandırıp “öldünüz mü lan yaşıyor musunuz?” diyen gardiyanları gördü. Yüksel Direnişçileri’ne yakın mesafeden biber gazı sıkarken kahkaha atan ve her eyleme saldıran, dayanışmaya gelenleri gözaltına alan ve türlü işkenceler yapan polisleri gördü. Baştan itibaren “terörist onlar, hem de yiyorlar” diyen bakanları gördü. Son duruşmada, bir sonraki duruşma tarihini 40 gün sonraya ertelemesine avukatların “Nuriye o tarihte yaşamıyor olacak, duruşmayı erken bir tarihe verin.” itirazına gülerek “Daha erken tarih yok.” diyen hakimleri gördü. Devletin ve iktidarın bütün biçimleriyle kötülüğünü yeniden, apaçık biçimde gördü gözlerimiz.
20 Ekim’de görülen son duruşmada Semih elektronik kelepçe şartıyla serbest bırakıldı. Esra Özakça’nın dediği gibi “sevincimiz buruk” oldu, çünkü Nuriye hala tutsak. Veli Saçılık diyor ki “Devlet prestiji sarsılmasın diye bırakmıyor Nuriye’yi. Görüntüsü bakmaya cesaret edilemeyecek kadar korkunç. Bu görüntü toplumda infial yaratacağı için onu bırakmıyorlar, gözden saklıyorlar.” Gözden sakladıkları Nuriye, serbest bırakılmasının ardından evinin camından nasıl olduğunu soranlara “Direndikçe iyiyim!” cevabını veren Semih gibi, çoğumuzun tanımadan sevdiği, gözündeki ışık sönmesin diye direndiği, gözümüzden sakındığımız o kadın, hala tutsak; hepimiz tutsağız. Birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız!
Bizler, Anarşist Kadınlar olarak; 38 kiloya düşse de, nefes almakta güçlük de çekse, ışığa bakamasa ve yoğun bakımda olsa da umudu büyüten, inancı örgütleyen o kadının gülüşü solmasın diye sesleniyoruz bütün kadınlara. Nuriye’nin tutsaklığı sona erene kadar, adalete ve özgürlüğe olan açlığımızla direnerek kazanana kadar, hepimiz özgürleşene kadar mücadele edeceğiz.
Uzak olsun ölüm bize, biz hep güleceğiz. Direnişi de, yaşamı da kaybetmeyeceğiz!
Meydan Gazetesi Sayı 41, Kasım 2017