Yaşadığımız coğrafyada son süreçte yükselen bir gündem var: cinsel istismar. Ana haber bültenlerinde Adana’da 3 yaşında çocuk, sosyal medyada Antalya’da 4,5 yaşında çocuk; orada 1,5 yaşındaki, burada 16 yaşındaki…
Erkek devletin erkek erkanı da her gün bu meseleye dair açıklamalar yapmaya başladı. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Mahkeme kararıyla, infaz süresince, kimyasallarla cinsel isteği azaltma ve ortadan kaldırma konusunu birkaç gün içinde yürürlüğe koyma hususunda irademiz var” diyerek kimyasal hadımı yeniden dillendirdi mesela.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise çıtayı yükselterek idam söylemiyle çıktı sahaya: “Kim ki çocukların hakkını, hukukunu inkar ve imha etmeye kalkıyorsa, ya anasından doğduğuna pişman edilmeli ya da kurulacak bir darağacında boğazına yağlı urgan dolanmalıdır.”
Başta cinsel istismar olmak üzere çocuklara yönelik her türlü istismarın araştırılarak alınması gereken “önlem”lerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, kararın alınmasından 435 gün sonra Meclis Genel Kurulu’nda görüşüldü. Yukarıdaki açıklamalarla aynı tarihlerde gerçekleşen görüşme sırasında -ne hikmetse- koltukların çoğu boştu.
Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, kendisinin koordinasyonunda, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kayan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ve Sağlık Bakanı Ahmet Demircan ile çocuklara yönelik cinsel istismara karşı bir komisyon kurulduğunu hatırlattı.
Halk tepkiliydi, herkesin canını sıkan bir meseleydi bu. Bu koşullarda, Erdoğan’ın herkesin konuştuğu bu gündemde geri kalması mümkün değildi. Evli olmayan bireyler arasındaki birliktelik olarak tanımladıkları “zina” ile cinsel istismarın aynı kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini söyledikten sonra “terör suçlusu” olarak tanımladıkları bireyler için de idamın gündemde olduğunu söyleyiverdi. Yani bu gündemi bile “istismar” ederek kendi amaçlarından birine ulaşmak için araçsallaştırdı.
Bazen toplumu sakinleştirmek için, bazen asıl yapılması gerekenlerin konuşulmasını engellemek için, bazen de başka amaçlarla ortaya atılan bu fikirleri bir kenara bırakıp açıklanan verilere bakacak olursak “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre kadınların en az %20’si, erkeklerin en az %10’u 18 yaşından önce cinsel istismara uğramakta”ymış. Yaşadığımız topraklarda -sadece 2017 yılında- 387 çocuk istismara uğramış. Bu konuda açılan dava sayısı son 10 yılda 3 kat artmış. Bu yüksek(!) verilerin bile, gerçeği yansıtacak kadar yüksek olmadığını biliyoruz.
Erkek devletin erkek erkanı “çocuklara yönelik bu alçaklıkların istismar değil alenen izmihlal olduğunu, toplumumuzu çöküşe götürebileceğini” söylemiş. “İstismar değil izmihlal”miş… Onca çocuğun yaşadığını tanımlamak onlara mı düşmüş? İstismar demek yaşananları ifade etmez, yumuşatır. Toplumun gözünde daha kolay kabullenilir hale getirmeye, meşrulaştırmaya çalışır. Yaşananlar “cinsel istismar değil, cinsel işkence”dir. Açık konuşalım; yaşananları tanımlamak o ya da onlara değil, bize düşer. Çünkü biz biliyoruz, istismar hafif kalır.
Cinsel işkencenin, sıkça yoksullarda görüldüğünü söylüyorlar mesela; zengininden yoksuluna, yaşlısından gencine pek çok kesimde görüldüğünü ve hastalık olmadığını biliyoruz. İşkencecilerin anormal davranışları olan yabancı kişiler olmadığını, genelde tanıdığımız, yakınımızdaki kişiler olduğunu da. Gece yarısından sonra ıssız sokaklarda, boş inşaatlarda, umumi tuvaletlerde ya da gitmememiz gereken “tehlikeli bölgeler”de değil; genelde kendimizi güvende hissettiğimiz bölgelerde gerçekleştiğini de… İddia edilenin aksine, çocukların olan biteni çabuk unutmadıklarını ise sıra arkadaşımızdan, komşumuzun kızından, kendimizden biliyoruz. Cinsel işkenceyi gerçekleştirenlerin kim olduğunu, bu işkencecilere çanak tutanların ve aklayanların kimler olduğunu hele, çok iyi biliyoruz.
Bu yüzden tekrar söylüyoruz; bu konuda tanım koymak onlara düşmez. Yaşananlar cinsel istismar ya da izmihlal değil; cinsel işkencedir!
Meltem Çuhadar
Meydan Gazetesi Sayı 44, Mart 2018