Franca Rame bir hikaye anlatıyor bize. Tanıdığımız, çok yakından bildiğimiz bir hikayeyi anlatıyor. Yüzlerce, binlerce, milyonlarca kadının yaşadığı bir gerçeği anlatıyor. Sadece kadın olduğumuz için her an yaşanabilecek bir olayı oyunlaştırıyor. Bu oyunun adı TECAVÜZ.
Bu oyunda yedi tecavüzcü var. Dört erkek, bir doktor, bir polis, bir yargıç. Ve tecavüze uğrayan bir kadın. Kadın bir sandalyenin üzerinde oturuyor.
doktor küçük hanım ya da bayan; tecavüz süresince sadece acı mı duydunuz yoksa bir çeşit tad aldınız mı? yani bir tür tatmin?
polis: böyle bir sürü erkekle, sanırım 4 kişi, hep beraber, böylesi sert bir tutkuyla, onlardan hoşlanıp onları umutlandırmadınız mı yani?
yargıç: hep pasif miydiniz yoksa bir noktada olaya katıldınız mı?
doktor: tahrik oldunuz mu? kaç kez?
karşı taraf avukatı: ıslandınız mı?
yargıç: sizin ağlayıp inlemeleriniz, tabii acı çektiğiniz için, ama acaba bir çeşit boşalmanın etkisiyle diye düşünülebilir mi?
polis: boşaldınız mı?
doktor: orgazm oldunuz mu?
avukat: evetse kaç kez?
Oyunda bu tipler canlandırılarak tecavüze uğrayan bir kadının başvuracağı makamların zihniyeti deşifre ediliyor. Yukarıdaki sorular bugün dahi tecavüze uğrayan birçok kadının -iğrenç bir biçimde- maruz kaldığı sorular.
Oyunda bütün gerçeklikleriyle bir tecavüz resmediliyor. 4 erkek vahşice kadına tecavüz ediyor. Kadın tecavüzü yaşadığı mekanı, koşulları, tecavüzcü erkekleri, tecavüz anlarını tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Okudukça yüzümüzdeki ifade değişiyor. Duygularımız tanımlaması zor bir hale geliyor. O anı yaşıyor gibi hissediyoruz. Anlatan kadın ve anlatırkenki cesareti bizi hayret içinde bırakıyor. Nefret ediyoruz bunu yapanlardan, içimizde büyük bir öfke beliriyor. Kadının anlatışında hiçbir çaresizlik görmüyoruz. Kadın aksine özgüvenli, gözlerinden yaş süzülüyor fakat dik duruyor. Sandalyede oturan o küçücük kadın anlattıkça, kocaman bir “dev”e dönüşüyor. Şimdi bu kocaman kadını bir tanıyalım.
1970’li yılların İtalya’sındayız. Kadın karakterimiz bu yıllarda devrimci mücadelenin içerisinde yer alıyor. Ezilen işçilerle beraber sokaklara çıkıyor, kadın mücadelesinin tamamiyle içinde yer alıyor. Bu nedenle tutuklanıyor, tutukluyken işkence görüyor. Serbest bırakılmasının ardından 9 Mart 1973 günü, yani 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nden bir gün sonra 5 faşist erkek tarafından kaçırılıyor. Bir karavana hapsedilip işkence görüyor. Türlü işkencenin ardından 5 erkeğin aynı anda tecavüzüne uğruyor. Ardından karanlıkta bir parka atılıyor.
Anlatılanlar oyun değildi aslında. Anlatılanlar tamamen gerçekti. Tecavüze uğrayan kadın ise bu gerçeği oyunlaştıran “kocaman” kadın Franca Rame idi. Şöyle söylüyor Franca: “Olaydan sonra eve döndüğümde kaçırıldığımı ve dayak yediğimi söyledim. Tüm olanları anlatamadım, susuyordum. Dario ile beraberken de… Evdekiler ne olduğunu anlamıştı ama sormaya ve cevabı duymaya cesaretleri yoktu. İçimde hep o şey vardı. İçimi kemiren o anı. Psikiyatriste gitmek istemedim, kimseyle konuşmak, kimseye anlatmak istemiyordum. Sonra bir gün oturdum ve yazmaya koyuldum. Cinsel tecavüz yasası tartışılmaya başlandığında, artık yazdığım oyunu oynamam gerektiğini farkettim. Oyunu prova edemiyordum. Bir kaç replik sonrası ağlama krizine tutuluyordum. İlk gösteri Pisa’da olmuştu. Uyanış’ı bitirmiştim. Sahnede tek bir sandalye vardı. Sahneye hiçbir şey söylemeden girdim ve oyunu neredeyse tek nefeste sonuna kadar oynadım. Oyunu tüyler ürpertmek için değil, olayı yansıtıp bu “şeyi” yaşamış diğer kadınlara yardım etmek ve yüreklendirmek için oynadım.”
Oyunu okuyalım. Anlatılanları yaşarcasına hissedelim. Bu olayı yaşayan diğer kadınları yüreklendirmek için her defasında yeniden yaşamak pahasına tecavüzü oyunlaştıran ve oynayan kocaman yürekli, cesur kadına Franca’ya teşekkür edelim.
Didem Deniz Erbak
Meydan Gazetesi Sayı 44, Mart 2018