Sokaklar, geniş cadde ve kavşaklar, yaya geçitleri, trafik ışıkları, otobüs durakları, sokak isimlerinin bulunduğu tabelalar, alt katları dükkan ya da banka olarak kullanılan apartmanlar, hepsinin ortasında büyük bir anıt ya da fıskiyeli bir çeşme ve bunları çevreleyen peyzaj alanları, yapay yeşil alanlar...
Büyük kent merkezlerini gözümüzün önüne getirelim. Bulunduğu coğrafyaya ve/veya taşıdığı siyasi yapıya göre Kızıl Meydan, Tiananmen Meydanı, Milli Demokrasi Meydanı, Tahrir Meydanı gibi ismi, anlamı değişen meydanların ve benzeri yapıların dışında hemen hemen hepsinde yukarıda saydıklarımızı bulabiliriz. Bu benzerliği sağlayan faktörler kentin içerisinde bulunduğu politik, ekonomik ve dini iktidarlardır. Bunu daha iyi anlayabilmek için kentlerin ortaya çıkışına ve bugüne gelinceye değin geçirdiği değişikliklere kısaca göz atmakta fayda var.
İktidar-Kent
Günümüzde kent dediğimiz büyük yerleşim alanlarının prototiplerinin ilk köylerden biçimsel olarak çok farklı olmadığını ev, kutsal yer, sarnıç, yollar, -henüz pazaryeri olma özelliğini kazanmamış- agora gibi öğelerin hepsinin halihazırda köy içinde de şekillenmiş olmasından anlayabiliriz. Kentin en büyük farklılığı ise içinde taşıdığı iktidar ilişkilerinden kaynaklanmıştır. Siyasi, dini veya ekonomik iktidar yapıları kentlerin merkezi olmuş, kentler bu merkezler etrafında şekillenmiştir. Kimi zaman bir Ziggurat, kimi zaman bir manastır, kimi zaman bir kale/saray kentlerin ortasında, merkezinde yer almıştır.
Aynı zamanda etrafı surlarla çevrili bu ilk kentlerin gelişmesi bütünüyle kentin kendisinin ekonomik, dini veya politik bir merkez rolüne sahip olmasına neden olmuştur.
Örneğin M.Ö. 1200’lü yıllarda bir ticaret merkezi/ekonomik merkez olarak Tieion; M.Ö 900- M.S. 600 yılları arasında var olmuş siyasi bir merkez olarak Ninova; M.Ö 4000’li yıllarda yerleşim görmüş ve önce dini, ardından siyasi bir merkez haline gelmiş Arslantepe Höyüğü… Hepsi ilk kentlerden ve hepsinin ortak özelliği bir iktidar biçimi üzerinden hiyerarşik toplum yapısı oluşturmaları.
MÖ 3. binyıldan kalma bir belgede eski Mısır tanrısı Ptah’ın sıfatlarından biri olarak yazılan “kentleri kuran” nitelemesi de, kent-iktidar ilişkisini gösteren başka bir önemli örnek.
Kentlerin kuruluşundan gelişimine, iktidarlı yapılarla kurduğu ilişki açıkça karşımızdadır. Antik Yunan’ın kadınları, köleleri, yabancıları ve mülk sahibi olmayanları dışlayan demokrasisinin hakim olduğu polis’ten Roma İmparatorluğu’nun kentlerine; Orta Çağ’ın surlu manastır veya kale etrafında gelişen şehirlerinden merkezi güçlü krallıkların/ulus devletlerin büyük şehirlerine; sanayi devrimi akabinde fabrikaların ve işçi evlerinin oluşturduğu kentlerden milyonlarca kişinin yaşadığı metropollere, megalopolislere hepsi iktidarların kentleri olarak gelişmektedir. Ve aslında kentlerin yaşadığı bu dönüşümlere, kentlerin update’leri olarak bakmak gerekmektedir.
Bir Update Olarak Kentsel Dönüşüm
Ezilenlerin nasıl bir yaşam sürdürdüğünü önemsemeyen iktidar sahipleri coğrafi/bölgesel ya da küresel boyutta yaşanan teknik, politik, ekonomik gelişmelerin ışığında, kendi iktidarlarını korumak veya işlerliğini daha kolay sağlayabilmek adına kent mekanında kendi yararlarına bir dönüşüm planlamaktadır.
Kent, merkezin biçimlendirdiği dönüşümlere açık olarak kurgulanmıştır. Çünkü kent iktidar biçimlerinin dönüşümlerinin, baskı politikalarının mekansal/uzamsal yansımasıdır.
Örneğin Napoli Kralı Ferrante, 1475’te dar sokakları devlet için tehlikeli yerler olarak tanımlamış; surları ortadan kaldırmış, sundurmaları, barakaları, eski evleri yıktırmış, dolambaçlı sokakları -ezilenler tarafından savunulması kolay olmasın diye- düz caddelere veya açık dikdörtgen meydanlara dönüştürmüştür.Kentlerdeki yapısal veya biçimsel dönüşümlerin değişen siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamın ipuçlarını barındırdığını yaşadığımız coğrafyadan ve günümüze yakın bir tarihten örnekler aracılığıyla da anlayabiliriz. 1920’lerden sonra yeni inşa edilen devlet yapısının belirginleşmesi, ete kemiğe bürünmesi için kentler oluşturulmuş ya da kentler üzerinde dönüşümler hedeflenmiştir.
Yine yaşadığımız coğrafyada sanayileşme, iç göç ve gecekondulaşmanın ardından kentin aldığı durum hedef alınarak başlatılan kentsel dönüşüm, yeni bir update olarak karşımıza çıkmaktadır. “Soylulaştırma” denebilecek dönüşümle kent merkezinin ezilenlerden “temizlenmesi” hedeflenmektedir. Ayrıca OHAL döneminde kentsel dönüşümle ilgili olarak çıkarılan yönetmelikler ve fiili uygulamalarla kentsel dönüşümün anlamı genişlemiştir.
Cumhurbaşkanı “Bu şehre ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum” açıklamalarına rağmen köprü ve havaalanı gibi “dev” yatırımların yanı sıra özellikle Taksim’in genel görünümünü değiştiren/değiştirecek Topçu Kışlası, AKM’nin yıkılması ve Taksim Camii gibi projelerde oldukça ısrarcı. Kente yeni dönüşümler getirecek bu ısrarı, kendi görüşünü siyasi/toplumsal yapıda egemen kılmaya çalışmasının bir parçasıdır.
Geleceğin Kentleri
Kentin bütünsel dönüşümüne, bütün coğrafyalarda ve tarihin her döneminde rastladığımız gibi, yakın bir gelecekte de şahit olmamız mümkün. Endüstriyel üretimde teknolojik gelişmelerin yaşandığı, yapay zekaların toplumsal yaşamda etkili olacağının konuşulduğu böyle bir dönemin kıyısında olduğumuzu düşünürsek iktidarlar kentleri de daha teknolojik hatta “akıllı” bir şekilde planlayacak ve kendi dönüşümleri için tekrar araçsallaştıracaktır.
Daha şimdiden buna en somut örnek, Google’ın Kanada’nın en büyük şehri Toronto’da kurmaya başladığı ve tamamlandığında 5 bin kişinin yaşayacağı kent projesi. Şehrin algılayıcılarla donatılacağı bu projede elde edilecek verilerle şehrin tasarımı ve altyapı hizmetleri görülecek. Çöpleri robotlar toplayacak, postaları da robotlar dağıtacak. Yani kentin her yerine algılayıcılar ve kameralar yerleştirilecek, yaşayanlar her an gözetlenecek. Bu da yine iktidarlar için daha iyi yönetilebilir bir toplum anlamına gelecek.
Update’le Mekansal İhtiyaç Karşılanabilir mi?
Kentlerin, iktidarların mekan politikalarının aracı olduğunun üzerinde bu kadar durduktan sonra, özgür yaşam alanlarını konuşmak gereklidir. Kentin, iktidarların belirlediği şekliyle ihtiyaçları karşılayacak teknolojik bir dönüşüm geçirecek olması, o kentte yaşayanları özgürleştirmeyecektir. İçinde yaşadığımız kentlerin ve geleceğin akıllı kentlerinin yerine, toplumsal yaşamın ihtiyaçları doğrultusunda bireylerin ve toplumun kendi iradesi, üretimi ve planlaması olarak kolektif yaşam alanlarını gündemleştirmek ve bu alanların nasıl olacağını tartışmak gerekir.
İlyas Seyrek
Meydan Gazetesi Sayı 45, Nisan 2018