Alternatif eğitim modelleri, içinde bulunulan sistemin eğitim modeline karşı bilgiyle kurulabilecek başka bir yol arayışı. Sadece ne öğrenildiğinin değil, aynı zamanda bunun nasıl öğrenildiğinin de önemli olduğunu anlamamıza olanak verir.
Eğitimin devletli sistem içerisinde “düzene uygun kafalar yetiştirmek” amacıyla kurulduğu, içinde bulunduğumuz zamanda, her zamankinden daha açık bir şekilde kendini belirginleştiriyor. Devletin “kendi ideolojisine uygun değerlerle şekillendirmek istediği nesiller” projesinden dertli olan herkesin şimdilerdeki arayışlarında karşılarına çıkan alternatif çabalardan birisi, Montessori yöntemiyle eğitim.
Aslında, özel okullarda çocuklarının “normal” okullardan daha iyi bir şekilde eğitim alması ya da özel yetişmesini karşılamak için oluşturulmuş bir metod değil Montessori. Ama yaşadığımız coğrafyada ekonomik olarak belirli bir zümreye hitap eden okullarda uygulanan metotlardan birisi olması, yöntemin böyle görülmesine neden oluyor.
Metodun özü bir doktor, pedagog ve antropolog olan Maria Montessori’nin çocuğun bireyselliğini önemseyen bir eğitim anlayışına dayanıyor. Kendi seçimlerini yapan çocuğun, eğitimcinin ona etkisi olmaksızın isteklendirilmesi ve kendi eylemlerinin sonucu olan hatalarını kendisinin denetlediği bir işleyiş. Montessori, böylelikle çocuğun birey olabilmesini ve sosyalleşmesini dışarıdan dayatılan bir süreç içerisinde değil, kendi özgür seçimleriyle ilişkilendiriyor.
Yönteme ilişkin, alternatif eğitim modelleri içerisindeki tartışmalar bir kenarda dursun; yöntemi satmak ve böyle bir piyasa oluşturma çabası son 5 yıl içerisinde yaşadığımız coğrafyada sık rastlanan bir olgu haline geldi. Bu niyetle açılmış özel okulların temel hedefi, bu kaygıya sistem içinde bir çözüm bulmak ve bundan para kazanmak.
Eğitim şirketleri, bu alternatif eğitim meselesinden önemli miktarda para kazanmış olmalı ki TÜRGEV de bu alana çöreklenmiş. Vakfın İstanbul’un hemen hemen her yerinde reklam panolarını kaplamış kampanyasında Montessori eğitmenlerine eğitim başlığındaki ibare göze çarpıyor. TÜRGEV gibi, eğitimin mevcut devlet iktidarına göre şekillendirilmesinde önemli rolü olan bir vakfın, bu alternatif alana girişi oldukça tezat.
TÜRGEV’in eğitim meselesindeki politikasını anlamak, sistem dışı alternatiflerin önündeki engelleri görmek açısından önemli. Bu alternatiflerin sistem dışı kalabilme imkanı, bu ve buna benzer STK’ların hamlelerini anlamaktan geçiyor.
Aile Vakfı
Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde, 1996’da, onun girişimiyle kurulan İstanbul Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (İSEGEV) 2012 yılında çalışma kapsamını genişletmiş ve Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’na dönüşmüştür.
Önce yüksek öğrenim yurdu olarak verilen hizmetler, sonrasında ilköğretim ve anaokulu seviyesinde eğitim veren okullar kurmaya, 2015 yılında kendi üniversitesi olan İbni Haldun Üniversitesi’ni açmaya kadar gitmiştir.
Vakfın kuruluşunda Bilal Erdoğan, Esra Albayrak (Tayyip Erdoğan’ın kızı ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın eşi), Serhat Albayrak (Berat Albayrak’ın abisi, Turkuvaz Medya’nın CEO’su, Çalık Holding Yön. Kur. üyesi), Reyhan Uzuner (Bilal Erdoğan’ın Kayınvalidesi, darbe girişiminde halkı sokağa çıkarmak için silahlı milislerden oluşan bir platform kurduğu iddia edilen, Cemaatin Hizmet Vakfı mütevelli heyetinde bulunmuş, TCDD’den imtiyazlı ihale aldığı iddia edilen Betra A.Ş. patronu Orhan Uzuner’in eşi), Ziya İlgen (özellikle darbe girişimi sürecinde darbeyi Tayyip Erdoğan’a haber veren eniştesi olarak tanınan, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı sırasında sahip olduğu gıda şirketi ortağı, Bilal ve Burak Erdoğan’ın denizcilik şirketi ortağı) gibi isimler yer alıyor.
Vakfın kurulduğu tarih düşünüldüğünde, sonraki yıllarda yaşanan siyasal ve ekonomik süreçlerde, vakıf kurucusu bu isimlerin, yaşanan süreçlerdeki kilit noktalarda belirgin konumda bulunmaları şaşırtıcı değil. TÜRGEV’in 1996’dan günümüze evrilen pozisyonu, vakfın çalışma gösterdiği alandan ziyade ailesel bağların kurumsallaştığı yapı olmasıyla ilişkili.
Devlet-Şirket Ortaklığı
Vakfın şimdiki yönetim kurulundaki isimlerle bu aile yapısı her ne kadar gizlenmeye çalışılsa da, vakıfla ilgili herhangi bir politika kurucu üyelerin içerisinde olmadığı bir işleyişle belirlenemiyor. Bilal Erdoğan’ın özellikle 17-25 Aralık Yolsuzluk sürecinde, vakıfla özdeşleşen isminin belirginliğinden, farklı yönetim kurulu üyeleri isimlerinin belirginleştirilmesiyle kurtulmaya çalışılmış. Ancak Esra Albayrak’ın değişmeyen konumu, vakfın bu aileler için önemini anlamaya olanak veriyor.
Öte yandan, mevcut yönetim kuruluna şöyle bir göz atmak, Erdoğan ve AKP’nin siyasal iktidarı elinde bulundurduğu dönemde ön plana çıkan şirketler ve siyasi yapılar arasındaki ilişkiyi görmek adına ayrıca önemli. Şimdiki Yönetim Kurulu Başkanı, Fatmanur Altun AKP İstanbul yöneticiliği, Büyükşehir Belediye meclis üyeliği, THY Yöneticiliği, KADEM vakfı yöneticiliği; başkan vekili Ahmet Bayraktutar’ın Star Medya Grubu yöneticiliği; yönetim kurulu üyesi Murat Şeker’in Ziraat Bankası ve THY yöneticiliği, Tülay Kalav’ın AKP İstanbul yöneticiliği bulunuyor. Yönetim kurulu üyelerinden göze çarpan bir başka isimse İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal. Medyadan başka STK’lara; belediyelerden parti yöneticiliklerine vakıf etki alanını oldukça geniş tutuyor.
Eğitim Paravanı, Rüşvet Karavanı
Peki bu geniş etki alanı neden önemli? Özel eğitim sektöründeki kaliteyi arttırmak için değil tabi ki! Devlet kurumlarıyla şirketler arasındaki “hukuki olmayan” ilişkiyi gözden uzak tutmak, devlet bürokrasisinin içinde yer alıp kendinin ya da yakınlarının şirketlerine imtiyaz oluşturmak, imtiyaz isteyen şirketlerden yapılan işin maddi karşılığını alabilmek için.
Dört yıl önce yayınlanmış veriler ışığında, TÜRGEV’e doğrudan tahsis edilmiş 14 arazi bulunuyor. Bu araziler Adıyaman’dan Bursa’ya, İstanbul’dan Kütahya’ya farklı şehirlerde bulunan hazine arazileri, bakanlıklara ait araziler ya da şirketlerin (özellikle Cengiz Holding gibi şirketlerin) hibe ettiği araziler.
17-25 Aralık Yolsuzluk sürecinde inşaat şirketlerinin arazi ve bina hibelerinin yanında, yayınlanan tapelerle ortaya çıkan rüşvetler, TÜRGEV’in sürecin en önemli rüşvet merkezi olduğu gözler önüne serilmişti. Dönemin bakanlarından Zafer Çağlayan aracılığıyla Rıza Zarrab ve Bilal Erdoğan arasındaki para alışverişi, yine 17-25 Aralık Yolsuzluk sürecinde açığa çıkmış, bu para ilişkisinin, TÜRGEV’e bağış yoluyla kılıfına uydurulmaya çalışıldığı anlaşılmıştı. Rüşvet ve yolsuzluk soruşturması sürecinde TÜRGEV bağışları, bu sürecin ortak noktasıydı.
Bağışta bulunan şirketler arasında inşaat işçilerinin insani olmayan koşullarda çalışmaya zorlandıkları, kaza adı altında katledildikleri için yakın zamanda direnişe geçtikleri 3. Havalimanı’nın ihalesini alan Kalyon ve Cengiz İnşaat da yer alıyor. Taşyapı’nın 1.5 milyon, Kalyon İnşaat’ın 500 bin, Cengiz İnşaat’ın bir milyon, Mapa İnşaat’ın 6 milyon, Sinpaş GYO’nun 5.5 milyon, Ali Ağaoğlu’nun 100 bin, Mehmet Ali Aydınlar’ın 500 bin, İspa İnşaat’ın 750 bin, Altınok Kadıoğlu’nun A.Ş. 600 bin, Turgut İnşaat’ın 150 bin, OBP İletişim ve Medya Hizmetleri’nin 200 bin, İlbak Yapı ve Medya Hizmetleri’nin 375 bin, BBM Büyük Baskı Merkezi Matbaa’nın 600 bin, PC İletişim ve Medya Hizmetleri’nin 600 bin, 3. Mecra Reklam ve Turizm A.Ş.’nin 1 milyon 600 bin, ASL İnşaat’ın bir milyon, Özkoçaklar İnşaat’ın 200 bin, Haluk Ahmet Aksüs’ün 200 bin ve Özel Arnavutköy Hastanesi’nin 300 bin lira bağışladığı, yine bu süreçte açığa çıkanlar arasındaydı.
Özellikle 2012’de Royal Protocol’ün 200 milyon liralık bağışının açığa çıkmasıyla vakfın etki alanının yerel olmadığı belirginleşmiş, uluslararası gizli ekonomik ilişkilerin de hukuki bir yapıya büründürüldüğü bir mecra olduğu iyice gözler önüne serilmişti. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın -imar yasağı olan- Kandilli’deki arsasına izin çıkarmak için yüklü bir bağış yaptığı da ortaya çıkmıştı.
Bakanlar Kurulu’ndan 2011’de çıkan kararla TÜRGEV’e vergi muafiyeti statüsü kazandırılmış, vakfın ekonomik faaliyetleri önündeki engeller kamu-özel ortaklığıyla aşılmaya çalışılmıştır. Böylelikle 5 bin lirayla kurulan TÜRGEV milyonlarca dolarlık varlığa kavuşmuştu.
TÜRGEV’in aile-bürokrasi-şirket üçgeninde, gizlediği ilişkilerin açığa çıkan tarafı belki de mevcut ilişkilerin binde biri durumunda.
Bugün özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın attığı her adımda Bilal Erdoğan ve Esra Albayrak ikilisinin varlığı, eğitim alanında vakfı daha hareketli kılmayı hedefliyor. Montessori gibi özgürlükçü uygulamalarla bir yandan milliyetçi-muhafazakar eğitim yumuşatılmaya çalışılıyor; diğer yandan da deşifre olmuş görünmez ilişkiler unutturulmaya ve vakfa saygınlık kazandırılmaya çalışılıyor. Eğitim paravanı altında rüşvet karavanını sürenler, tuttukları çeşmelerin başlarını kaptırmamaya, mevcut pozisyonlarını korumaya çalışıyor.
Merve Arkun
Meydan Gazetesi Sayı 46, Ekim 2018