"Zorlukla ve yoklukla yoğrulmuş ekmek günümüzde nasıl hayatın kavgasıysa, öylesine bir kavgayla da taşınır sofralara. Bir zamanlar buğday tanelerinin ekmek olma hikayesi aynı zamanda bir paylaşma ve dayanışma hikayesidir."
Buğday, başak olur, dane olur, un olur, ekmek olur gelir soframıza…
Zorlukla ve yoklukla yoğrulmuş ekmek günümüzde nasıl hayatın kavgasıysa, öylesine bir kavgayla da taşınır sofralara. Bir zamanlar buğday tanelerinin ekmek olma hikayesi aynı zamanda bir paylaşma ve dayanışma hikayesidir.
Tarla denilen, taşlı toprakların ekimi ile başlar ekmeğin hikayesi. Şimdinin traktörü, eskinin öküzü. Toprak sürülür önce. Öküzü kara gözlüsü köylü’nün eli ayağı, her şeyi. Tarla sürmek, harman koşmak, tomruk çekmek, kızak çekmek ve daha birçok ağır iş onların nasırlaşmış boyunlarından geçer. Toprağı sürmek, volta atmaya benzer. Gide gele, türkülerle sürülür, söylenir, işlenir toprak. Geçen seneden kalmış tohumluk buğday serpilir toprağa. Ekilir.
Ekin hasadı’nın ayı Haziran’dır. Köyün en güzel günleri sayılır o günler. Çünkü tarlalar imece usulü biçilir. İmece güzeldir, yorgunluğu örter, sıkıntıları unutturur. Ekini yetişen komşu, tarlasını biçmek için çoluk çocuk tüm köylüyü toplar. Sabah erkenden hazırlıklar yapılır, yardıma koşan kadınlar ellerinde oraklar, düşerler yola. Çoğunlukla ekin kadınlar tarafından biçilir. Kadın eli toprağa bir başka değer. Sarıların orta yerinde çiçekli basmalı, ellerinde buğday sapları ekin biçer, ekin tarlaları içerisinde rengarenk görünür kadınlar. Oraklar bilenir, orak sesleri birbirine karışır. Kadınlar ekinleri “deste” ler halinde tarlaya bırakır, desteler erkekler tarafından toplanır “deste” haline getirilir, yapılan bu bağ’lar bir araya toplanarak, yığınlaşır.
Köylerde ekin biçme zamanı bambaşka olur. Köy o kadar kalabalık olur ki; hasad da günün on iki saati bedenlerini yorsalar bile köylüler dinlenmezler, gitmezler, neşeli olurlar. Hepsi aynı şeyi mırıldanır; ‘ortaklaşa yapılınca ayrı bir tadı, eğlencesi vardır hasadın’. Kadınlar ekinleri biçerken bir yandan da erkekler öküz arabalarına ekinleri yükler ve çocukları önlerine katarak köye sefer yaptırırlar. Özellikle gençler ve çocuklar için en lüks arabaya binmekten daha zevklidir bu yolculuk, taşlıdır, diktir, bazen de yol çok dardır ama zevklidir. Ekinler, köye taşındıktan sonra harmanlara yakın yerlere yığınlar halinde istiflenir ve üzerleri örtülür.
Sıra ekinin harmanda koşulmasına (dövülmesine) gelmiştir. Harman öncesi ekinin iyice kuruması sağlanır. Kurumuş ve dövülmeye hazır saplar harmana serilir ve yine öküzler girer devreye. Öküzlere (boyunduruk) bağlanır, araya halat şeklinde sağlam deriden yapılmış kalın kayış ve kayışa da harman tahtasına (düven) bağlanır. Ve başlar güneş altında dönmeler. Artık harmanda kaç tur atılır bilinmez. Harman tahtasına fazla ağır olmayan kişiler, genellikle çocuklar oturtulur. Başlangıçta saman üstünde kay kay yapmak zevkli olur ama güneşin sıcağını yedikçe, saman tozu ve kılçığı buruna, boğaza kaçmaya başlayınca kaçma yollarıda aranır. Bir de önünde sürekli kuyruklarını sinekten korumak için sağa sola sallayan öküzlerden gözünü hiç ayırmamak lazım, ola ki hayvan dışkısını yapacak olursa hemen yanı başında duran ağaçtan yapılmış kısa kürekle acil tedbir almak gerekir. Dönme işi harmana çıkana kadar devam eder, ta ki buğdayın danesi ayrılıp, saplar saman kıvamına gelinceye kadar. Bir harman 2-3 güne ancak çıkar. Bu günlerde hiç yağmur yağsın istenmez.
Harman koşulunca, sıra “harman savurmaya” gelmiş demektir. Yani buğdayın danesini samandan ayırma işlemine. Yaba ile yapılan savurma işleminin ardından buğdaylar torbalara doldurulmaya başlanır. Henüz ekmek halini almasa da nihayet köylünün elinde artık buğdayı vardır. Sıra buğdayın temizliğine gelir. Buğday teknede, çeşmelerde güzelce yıkanır, suyu süzülsün diye cugallarla taşınır ve kuruması için betonlara serilir. Kurutma işleminden sonra taşından, çöpünden ayırmak için elenir. Eleme, bu iş için yapılmış kalbur, elek ve tepurla gerçekleştirilir. Sonrasında ise elenip ambarlara kaldırılan buğday değirmene götürülecek ve un haline getirilecektir. Buğdaylar değirmenlere taşınır ve buğday götüren çuvallara un doldurularak eve gelinir ve ambarda bölmelere doldurulur. Ve nihayet un tekneye alınacak, ekşi hamurla yoğurulacak, karaağaç çalısı ile kızdırılmış fırında pişirilecek ve rengi daha esmer olan, mis kokulu tadına doyum olmayan ekmek soframıza gelecektir.
Artık birçok köyde bunlar yaşanmıyor. Köylerin şehirlerden pek bir farkı yok. Herkes ekmeğine emek değil, para ödüyor. Böylece ekmek artık köylü için bir kavga da değil, sadece karın tokluğu. Nitekim ekmeğin hikayesin de asıl yitip giden sadece kavga da değil, ortaklaşmanın, paylaşmanın ve dayanışmanın yani yok edilen imecenin kendisi.
Meydan Gazetesi Sayı 5, Kasım 2012