“Şiddete karşı dünyanın her yerinde kadınların eylem ve mücadele günü olan 25 Kasım yaklaşıyor… İçimizde umutla bezenmiş bir öfke, dilimizde isyanla yükselen bir slogan, ne istediğimizi bilen kararlılığımızla sokaklarda olacağız bu sene de. Yaşamlarımız için, özgürlüğümüz için.”
Hizmet Bekleyen Erkek, Kadını Değil Kendini Eve Kapatsın!
“Erkek eve ekmek getirir, kadın yemek pişirir.”
Ataerkinin var olduğu çok eski zamanlardan bu yana değişmeyen bir kural gibi, hep bu söylendi kadınların kulağına. Annemizin, onun annesinin ve onun da annesinin kulağına... Erkek tüm gün dışarıda çalışıp akşam eve geldiğinde önce azarladı kadını. Azarladı çünkü tüm gün yorulmuştu, sinirleri tepesindeydi. Sonra yemek bekledi, ilgi alaka bekledi, sevgi bekledi, hizmet bekledi… Bekledi çünkü tüm gün çalışan erkekti, ay sonunda eve para getiren erkekti.
Kadınsa kulağına yüz yıllardır küpe edildiği gibi ev içinde erkeğin geleceği saati beklerdi. Ev temizlerdi, yemek pişirirdi, ütü yapardı, çocuk bakardı. Yapardı çünkü… O da bilmiyordu ya, sahi neden yapardı tüm bunları?
Çünkü böyle öğretilmişti. Evdeki emeğin hiç olduğunu, kadının görevinin erkeğe hizmet etmek olduğunu, eve kapatılan kadınların ev içinde yaşadığı şiddetin görünmez olduğunu, bu sistemde erkeğin kadını ezmesinin meşru olduğunu görmüştü yıllarca.
Ayşe Doğan, 25 yıldır evli olduğu erkeğe sofrada tuzluğu uzatmayıp “Kalk kendin al.” dediğinde katledilmişti ya… Sonra katil erkek “Pişmanım, bir anlık sinirimin kurbanı oldum.” demişti ya…
İşte o Ayşe, bizim isyanımızdır. O Ayşe, Ayşe gibi eve kapatılan bütün kadınların öfkesidir, evden sokağa taşan sabrımızdır. Bizi kapatıp şiddet uyguladıkları, hizmetçi haline getirdikleri, sindirdikleri, bize bir mülk gibi davrandıkları evlere kapanmayı kabul etmiyoruz.
Hizmet bekleyen erkek kendisi eve kapansın; biz özgürlüğümüzü seçiyoruz!
Yaşamını Savunan Kadınlar Kapatılamaz, Hapishaneler ve “Adalet” Sarayları Kapatılsın!
Devlet; erk sahibi, iktidarı elinde bulunduran ve iktidara tabi tuttuklarına zulmedendir. Devletlerin tarihi, erkek egemenliğin tarihiyle ne kadar yakından ilişkiliyse kadınların toplumda yaşadıkları adaletsizliklerin tarihiyle de o kadar ilişkilidir.
Devletin adaletinin adaletsizlikler üzerine kurulduğunu, hele ki söz konusu kadınlar olunca adaletsizliğin çifte olduğunu bilen kadınlardan sadece biri Çilem Doğan. Kendisini satmaya çalışan, defalarca ölümle tehdit eden erkeği öldürdüğü için devletin hapishaneye kapatmaya çalıştığı Çilem yargılandığı davada şöyle demişti: “Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için. Başka bir seçeneğim kalmamıştı.”
Zaten kadınlar ne zaman yaşadığı şiddetten kurtulmak için devlete başvursa, başvurduğu devlet mekanizmalarının her bir basamağında tekrar şiddete uğradı. Sözde “herkesi koruyup kollayan, kucaklayıp sahip çıkan” devlet, hiç kadınlardan yana olmadı. Olmadı çünkü bir erkek bir kadını öldürebilir, kadına tecavüz edebilir, istediği gibi şiddet uygulayabilirdi. Ancak bir kadın kendisini öldürmeye de çalışsa, şiddet de uygulasa asla bir erkeğe karşı koyamaz, yaşamını savunamazdı. Savunursa Çilem gibi “cezalandırılır”, hapishaneye kapatılırdı. Ancak bir erkek, bir kadını öldürdüğünde taktığı kravatla iyi hal indirimi alır, birkaç ay yatıp çıkardı. Erkeklerin “adalet” dedikleri de bu değil miydi zaten?
Nevin, yıllarca kendisine tecavüz eden erkeği öldürdüğü için kapatılmıştı ya hapishaneye… Yıllarca süren davanın sonunda “Meşru müdafaa yoktur.” kararı açıklanmıştı ya adalet sarayında…
İşte o Nevin, bizim isyanımızdır. O Nevin, Nevin gibi hapishaneye kapatılan bütün kadınların öfkesidir. Hapishane duvarlarını aşan umudumuzdur. Bizi kapatıp “suçlu” ilan ettikleri; bize şiddet uygulayan, bizi katledenleri ödüllendirdikleri adalete inanmıyoruz!
Yaşamını savunan kadınların hapishaneye kapatılmasını kabul etmiyoruz. Name, Çilem ve Yasemin gibi, ölmemek için öldüren kadınlar devletin adaletiyle değil kadınların dayanışmasıyla özgürleşecek.
Kadınlar Aileye Kapatılmayacak, Kapatılacaksa Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kapatılsın!
Aile, erkek için iktidarını sağlamlaştırdığı bir değer, kadın içinse erkeğin iktidarına itaati şart kılan bir hücredir. Evlilik diyerek soyu erkek olana bağlanan da, erkeğin mülkiyetine geçmek zorunda bırakılan da, ailenin devamlılığını sağlamak için sabırlı davranması gereken de kadındır. Çocuklara iyi bir anne, erkeğe iyi bir eş olmak zorunda kalan, ailenin “namusu” sayılan yine kadındır. Erkek içinse “ailenin direğidir” derler. Ailede sözü herkese geçendir, kuralları koyandır, ailenin namusundan sorumlu olandır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ise, adı üstünde biz kadınlara “Aile kur, biz senin toplumdaki rolüne aile çatısı altında karar veririz.” diyor. Yani devlet, politikalarıyla benliğini yok saydığı kadınları aile kurmaya şartlarken “Çıkarlarını ancak aile içinde korurum.” diyor. Kaç çocuk yapacağımız da onun konusu, bir kadın olarak nasıl davranacağımız da.
Evli olduğu erkek tarafından yakılarak katledilen Güllü var ya... 12 gün boyunca kaldırıldığı hastanede yaşama tutunan, sonrasında yitirdiğimiz Güllü...
İşte o Güllü, bizim isyanımızdır. O Güllü, Güllü gibi yakılarak katledilen kadınların ardından hissettiğimiz öfkedir. Devletin bakanlıklarını yıkacak inancımızdır Güllü.
Erkekliğin sürekliliğini sağlayan bir kurum olan aileye hizmet etmek zorunda değiliz. Kadınları çocuklara bakıcı ve evine sorumlu kılan ataerkiyi bir öğreti haline getiren aileye kapatılmayı kabul etmiyoruz!
Cinayetleri değil boşanmaları önleyen, daima erkeği güvence altına alırken kadınları şiddete ve işkenceye terk eden, katliamlara zemin hazırlayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na en güzel cevabımız onu kapatmak olacaktır.
Kadın Düşmanı Söylemlerle Kadını Görünmez Kılan Medya Kanalları Kapatılsın!
Erkeğin tarafında, erkekliğin varlığını sürdüren medya kanalları kapatılsın! Medyaya servis edilen haberlerde kadınları yardıma muhtaç, erkekleri düzen bekçisi kılan haber diliniz bitsin.
Saldırıya uğruyoruz, haberlere göre ya giydiğimiz etekten ya sürdüğümüz rujdan. Katlediliyoruz, haberlere göre erkekler de bir anlık sinir kurbanı, boşanma mağduru. “Olağan budur” dilini sindirip, susup, sessizce oturup izlememizi yani sadece seyirci kalmamızı istiyorlar. Gözler kör ve kulaklar sağır ediliyor “sıra bana ne zaman gelecek” korkusuyla sadece beklememizi istiyorlar. Her an büyüyen korku yük gibi binse de sırtımıza altında kalacağımızı bildiğimiz halde taşımamızı istiyorlar.
8 Mart’a yaklaşırken bu kez markaların, reklamların vazgeçilmezi oluyoruz, 8 Mart’ta eyleme çıktığımızda gazete manşetlerinde “marjinal”. 9 Mart’ta 3. sayfa haberlerinde “mağdur” oluyoruz.
Parti liderlerinin çıktığı kürsülerde “Karı mıdır kız mıdır, bilemem.” diyerek aşağıladığı; “Kadınlı erkekli yaşıyorlar.” diyerek hedef gösterdikleri de yine biz oluyoruz.
28 Mayıs tarihinde Ankara’da bir plazada cinsel işkenceye uğrayan, plazanın 20. katından atılarak katledilen Şule Çet hakkında ‘‘Ölmeden Önce Son Anları’’ isimli karalama videosunu iştahı kabararak medyaya servis eden, kadın davalarında basın açıklamalarının değil feryatların, üzüntülerin peşinde olan kameralar uzak dursun bizden!
Hande Kader katledilmeden önce ‘‘Çekiyorsunuz ama yayınlamıyorsunuz!’’ demişti ya kameralara… İşte o Hande bizim isyanımızdır. O Hande, kameraların asla çekmediği televizyonların asla yayınlamadığı öfkemizdir!
Kadınların yaşadığı şiddetin üstünü kapatan, kadın düşmanlığını yükselten tüm medya kanalları kapatılsın!
Tahrik, Kıskançlık, Namus… Erkeğin Şiddete Bahanesi Çok, Kadınlar Bedenini Kapatmayacak!
Kadının bedeni, yasaklanmış kadına. Dinlerin buyruğuyla da, ataerkil toplumun baskısıyla da kapanmak öğütlenmiş kadına. Erkek görmesin, tahrik olmasın; kadının “iffet”ine zeval gelmesin diye. Erkek her yerde sergilemiş bedenini oysa. “Malı meydanda derler ya” o hesap işte erkeğinki. Kadın için kapatılan, erkek için açılmış.
Kadının giydiği şort, erkeğin şiddetinin de bahanesi olmuş. Kadının ne giyeceğine bile karar veremediği bu ataerkil sistemde bedenini açan kadının uğradığı tecavüz de “kader” olmuş.
Ataerkinin süregeldiği toplumlarda kadın bedenine uygulanan ritüellerle kadın işkenceye tabi tutulmuş. Kadın sünnetiyle, zorla yedirmeyle, tecritle utandırılmış kendi bedeninden.
Böyle olmaz, böyle gelmişse böyle gidemez kadınlar için. Üzerimize geçirdikleri her kıyafet, giydiklerimizi bahane ederek bedenimize uzanan her el, bedenimiz üzerinden yapılan her politika bizi bulunduğumuz bedenden uzaklaştırıyor; bedenlerimize hapsoluyor, kapatılıyoruz.
Şort giydiği için bindiği otobüste şiddete uğrayan Melisa vardı ya… Melisa’ya saldıran erkek, “Ramazan’da böyle giyinmeye utanmıyor musun?” diyerek saldırmıştı Melisa’ya.. İşte o Melisa, bizim isyanımızdır. O Melisa, Melisa gibi bedeni kapatılmaya çalışan her kadının öfkesidir. Bedenimize müdahale eden ataerkiyi parçaladığımız güçtür.
Biz kadınlar bedenlerimizden utanmayacağız, kimse görmesin diye düşünerek bedenimizi saklamayacağız. Erkeklerin değer yargılarıyla, saldırganlıklarıyla, zihniyetleriyle kapatılmayacağız!
Kadınlar Kapatılmayacak! Ataerki, Devlet ve Kapitalizm Yıkılacak!
“….iyi talepler olabilir ama gerçek özgürleşme ne sandıkta ne de mahkemede başlar; kadının ruhunda başlar.” diyordu yoldaşımız Emma Goldman. Kadınların özgürlüğünün ancak kadınların mücadelesiyle kazanılacağına inanıyor ve devletin bu özgürlüğü kadınlara vermeyeceğini biliyordu. Emma, kadınların kendi özgürlüklerini devletten sökerek alacağına güveniyordu. Bizler de devletten hiçbir şey talep etmiyoruz. Devletin köklerine kadar saplanmış olan ataerkiyi görüyor ve onu yok etmeyi istiyoruz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde tüm kadınları örgütlenmeye, mücadeleye, kapatıldığımız hücrelerden sokaklara taşarak özgürlüğümüzü almaya çağırıyoruz!
Anarşist Kadınlar
Meydan Gazetesi Sayı 51, Kasım 2019