Sahadan Masaya Savaş: Kuzey Suriye'de Savaşın Kronolojisi

Sayı 51, Kasım 2019

Savaş, Suriye’de var olan cephelerde birer birer sona erer, yeni anayasa yazım süreci gibi “masa başını” işaret eden gelişmeler yaşanırken, ABD Başkanı Trump’ın aldığı asker çekme kararı ile birlikte TC’nin Suriye kuzeyine yönelik saldırısıyla tekrar gündeme geldi. Her ne kadar ABD açıklamasında söz konusu askeri hareketlilikle ilgili “IŞİD ile mücadelenin” Ankara’ya devri işaret edilse de asker çekme kararının TC tarafından nasıl okunacağı herkesin malumuydu.

Savaşın bitmesi beklenirken, yeniden bir savaşı gündeme getiren ve “Barış Pınarı” adı verilen operasyonun başlaması sonrası dünyadan gelen yoğun tepkiler, iki noktayı belirginleştirdi. Bunların ilki, IŞİD ile mücadelesi sonrası kazandığı olumlu imaj nedeniyle Kürtleri TC’nin bir iç sorunu olmaktan çıkartarak uluslarasılaştırdı. Bir diğeri, Ağustos ayındaki ABD-TC mutabakatında oluşturulması planlanan güvenli bölgeden, üstelik politik imaj kaybıyla, daha az bir alana -ve Rusya tarafından altı çizildiği üzere geçici olarak- rıza gösteren bir Ankara tablosuydu.

TC’deki mevcut iktidarın bu imaj kaybını ne kadar dert edindiği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, Kuzey Suriye’ye düzenlenecek operasyonda murad edilenleri iç politika getirilerinde aramakta fayda var. Bu “faydalar” da muhalefette belirginleşme emareleri gösteren CHP-HDP yakınlaşmasının bıçak gibi kesilmesi, AKP içinde var olmaya başlayan çatlaklara beton dökülmesi ve Davutoğlu-Babacan isimleri etrafında kurulacak yeni partilerin -en azından bir süre- gündemden düşürülmesi olarak öne çıktı.

Kuzey Suriye’ye yönelik yapılan Barış Pınarı harekatının bölgedeki gidişatı belirlediğini belirterek 2011’de başlayan Suriye Savaşı’ndan bugüne bölgenin yaşadıklarına bir bakmak gerek.

Kronoloji

• Suriye’deki savaşta 18 Temmuz 2012 tarihi, savaşın ilerleyen yıllarda devletin kuzeyinde yoğunlaşacağını işaret eden bir dönüm noktası oldu. Öyle ki, 18 Temmuz günü Şam’daki üst düzey güvenlik ve istihbarat toplantısı bombalı saldırıya uğrayan Beşar Esad, Suriye’nin özellikle kuzeyindeki sınır bölgelerinden, iç kesimlere çekildi. Nitekim 19 Temmuz’da Rojava’da fiili özerklikler ilan edildi. • 2013 yılının Mart ayında El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi, Urfa Akçakale’nin karşısındaki Tel Abyad’a girdi. Tel Abyad, Ocak 2014’te de IŞİD kontrolüne geçti. • 2014 Yılının Ocak ayında Afrin, Kobané ve Cezire bölgelerinde özerk kanton yönetimlerinin hayata geçirildiği ilan edildi. • Ocak 2014’te o dönemlerde ismi yeni yeni duyulmakta olan IŞİD, Tabka Barajı’nın yakınlarında bulunan ve doğalgaz yataklarının olduğu Rakka’yı işgal etti. • Suriye’nin kuzeyinden Irak sınırına doğru sarkan IŞİD, 2014 Haziran ayında hilafet ilan ettikten sonra Fırat’ın batısına yöneldi ve Ağustos ayından itibaren YPG/YPJ kontrolündeki Kobané’yi kuşattı. • Kobané’deki kuşatmayı, kontrolü altında tuttuğu, doğusundaki Tel Abyad ve batısındaki Cerablus üzerinden gittikçe büyüten IŞİD; ayrıca TC’ye sınır kapısı olan bu bölgelerden, Musul’a dek uzanan “hilafet devletine” askeri, lojistik ve cihatçı transferi de sağlarken, Musul bölgesinden çıkardığı petrolü de “pazarlara” sunuyordu. • 14 Eylül 2014’te ABD öncülüğünde ve 40 civarında devletin destek verdiği IŞİD ile Mücadele koalisyonu kuruldu. Söz konusu koalisyonun kurulmasında, aynı yılın yaz aylarında internet üzerinden, Guantanamo Kampı’na atfen turuncu elbise giydirilen ABD’lilerin infaz görüntülerinin yayınlanmasının büyük payı vardı. • 25 Ocak 2015’te, Kobané’de yaklaşık 6 ay süren IŞİD kuşatmasının kırıldığı ve cihatçı terör çetesinin yenilgiye uğratıldığı ilan edildi. Bu, IŞİD’in 2013 yılından beri süren düzenli ilerleyişinde sahada aldığı ilk yenilgiydi. • Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlip, Mart 2015’te destekçileri arasında TC’nin de olduğu Ahrar-uş Şam, El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi gibi bileşenlere sahip Fetih Ordusu tarafından işgal edildi. • Haziran 2015’te IŞİD, bu kez Tel Abyad’da yine YPG/YPJ güçleri tarafından yenilgiye uğratıldı. • YPG/YPJ’nin ağırlığını oluşturduğu, Arap, Süryani, Ermeni ve Türkmenlerin de katıldığı Suriye Demokratik Güçleri’nin 10 Ekim 2015’te kurulduğu ilan edildi. • 24 Kasım 2015’te Lazkiye’nin kuzeyinde, TC sınırında bir Rus uçağı TSK F-16’ları tarafından düşürüldü, uçağın paraşütle kurtulmaya çalışan pilotu, yerde TC desteğindeki çetelerce infaz edildi. • SDG bileşenleri tarafından 16 Mart 2016’da daha önce özerklik ilan edilen kantonlarda Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun kurulduğu duyuruldu. • SDG ile Fırat’ın batısı ve doğusu gerilimi yaşayan TC, 24 Ağustos 2016’da Cerablus, Azez ve El Bab bölgelerini içine alan Fırat Kalkanı harekatını başlattı. • İran destekli milis güçleri, Lübnan Hizbullah’ı ve Rus ordu desteğindeki Suriye Arap Ordusu tarafından Halep’in doğusuna yönelik olarak Eylül 2015’te başlatılan harekat 19 Aralık 2016’da sonlandırıldı. Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep tamamen Suriye yönetiminin denetimine geçerken, burada bulunan cihatçılar İdlip’e gönderildi. • 6 Mayıs 2017’de İran, Rusya ve TC tarafından oluşturulan Astana sistemince, aralarında İdlip’in de yer aldığı çatışmasızlık bölgeleri ilan edildi. Ekim ayından itibaren TSK birlikleri, cihatçı çetelerin denetimindeki bölgelerde gözlem noktaları oluşturmaya başladı. • 5 Eylül 2017’de Kuzeydoğu Suriye’nin Deyr ez Zor kentindeki IŞİD kuşatması Suriye Arap Ordusu birliklerince kırıldı. • 6 Kasım 2016’da SDG tarafından başlatılan, IŞİD işgalindeki Rakka Operasyonu 17 Ekim 2017’de bitirildi. • 20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı adı altında Afrin’e yönelik olarak başlatılan saldırılar sonrası 18 Mart’ta Afrin kent merkezi TSK yedeğindeki cihatçı çetelerin kontrolüne girdi. • 19 Aralık 2018’de ABD Başkanı Donald Trump, Kuzey Suriye’den askerlerini çekeceklerini açıkladı. • 23 Mart 2019’da SDG, IŞİD’in tutunduğu son toprak parçası olan Bağuz’da kesin olarak yenilgiye uğratıldığını duyurdu. • 9 Ekim 2019’da TSK, eski adı ÖSO olan Suriye Milli Ordusu adı altındaki cihatçı çetelerle birlikte Kuzey Suriye’ye yönelik Barış Pınarı ismiyle yeni bir harekat başlattı. 22 Ekim’de ise, önce TC-ABD ve sonrasında Rusya-TC görüşmeleri sonrası, Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov operasyonun “bitirildiğini” duyurdu. • 27 Ekim’de IŞİD lideri Ebubekir el Bağdadi, TC sınırına 5 Km mesafede ve TSK denetimindeki İdlip’e bağlı bir köyde, düzenlenen ABD operasyonunda öldürüldü.

Kuzey Suriye’ye saldırı hamlesini salt mevcut iktidarın iç politika getirileri bağlamında değerlendirmek, TC’nin devlet geleneği anlamında düşünüldüğünde eksik bir okuma olabilir. Zira Ankara’nın kadim devlet geleneği, dönemlerinin iktidar sahipleri açısından Suriye coğrafyasını “beka bulma” adresi olarak göstermiştir. Bunlardan biri 1957’de Menderes döneminde hem TC’yi o dönemin “Soğuk Savaş” şartlarında güvenilir ortak kılma, hem de 1955 sonrası yaşanmaya başlayan ekonomik sorunlardan doğabilecek hoşnutsuzlukları milliyetçi hamasetle susturma amaçlı Suriye sınırına asker yığarak Suriye ile savaşın eşiğine getiren hamleydi. Bir diğeri de 1998’de Abdullah Öcalan’ın Şam’da olması bahane edilerek yaşanan gerilimdi. Kuzey Suriye’ye yönelik saldırının sonlanmasını sağlayan ve Putin ile Erdoğan arasında Soçi’de yapılan görüşmede tekrar gündeme gelen Adana Mutabakatı metni de o süreçte yazılmıştı. Ancak 1957 ve 1998’de gerçekleşen her iki girişimin de dönemin iktidar sahiplerine uzun vadeli getirisi olmadı. Şu anda yaşanan ise, asker sokulan yerlerde açılan PTT büroları, fakülteler kurma, kaymakam atama hamleleriye ters orantılı bir şekilde iki haftadan az ömürlü oldu.

ABD cenahında da sahada yaşanan son gelişmeler paralelinde hem Trump, hem de ABD “kurulu düzeni” nezdinde işlerin yolunda gitmediği not edilmeli. Trump açısından çekilme hamlesi, 2020 seçimleri öncesi, Suriye’de savaşın maliyetinden kurtulunması nedeniyle kullanışlı bir argümana dönüştürülmek istenirken, bu silah tam anlamıyla ters tepti. ABD kurulu düzeninde kaşların çatılmasına neden olan, hem IŞİD ile mücadelede müttefik olunan SDG’nin saldırı altında olması ve dolayısıyla ABD’nin Bush döneminde açıkladığı “teröre karşı küresel savaş” doktrini çerçevesinde ittifak yaptığı/yapacağı yerel ortaklar nezdinde oluşacak “güvenilmez ortak” imajı, hem de sahanın Rusya’ya bırakılmasıydı. Diğer taraftan bu cenahtaki asıl hoşnutsuzluk ise ABD’nin Ortadoğu’daki temel öncelikleri arasındaki yeri hiç değişmeyen “İsrail’in güvenliği” çerçevesinde İran’ın bölgeye uzanan kollarının kesilmesinin akamete uğrama ihtimaliydi.

Kürtler ve “yerel müttefik” SDG açısından, değişen tüm bu denklemler ışığında iki yol beliriyor. Birincisi Rusya’nın Afrin sürecinden bu yana uyguladığı Kürtleri Şam ile barıştırma politikasının izinden gitmek. Ki, bu olasılık ilk işaretlerini Kürt birliklerinin Suriye Ordusu’na entegre edilerek İdlip operasyonuna katılması ve daha ileri bir vadede Afrin’in TSK’den arındırılması söylemlerinin gündeme gelmesiyle verdi. 2012’deki kantonal yapıyı ortaya çıkaran “üçüncü yol stratejisinin” güncellenmesine dair ise herhangi bir işaret görünmüyor.

2011’de Şam yönetimini devirmek için girdiği savaşta başdöndürücü(!) diplomasi politikaları sonucu bir dönem “sınırlarında görmek istemediği” Suriye ordusunu geri getiren TC’nin bu hamlelerinin “kazananları” Suriye ve Rusya’ya gelince... Şam yönetimi 2012-2013’te tabiri caizse “direkten döndüğü” savaşta müttefikleri İran, Hizbullah ve Rusya’nın desteğiyle iktidarını korurken geride yıkılmış bir coğrafya, 6 milyonu aşkın göçmen ve yaşamını yitirmiş ya da sakat kalmış milyonlar bıraktı. Suriye devleti için “kayıptan kazanç” Suriye halkları için ise her halükarda kayıp.

Sahadaki ve masadaki siyasi satrancını maharetle gerçekleştiren Rusya, Şam’daki yönetimin değişmemesi, Doğu Akdeniz’de bir hava ve bir kara üssüne sahip olmak, savaş sırasında deneyerek “pazara sunduğu” sofistike silahlarla edindiği -başta TC olmak üzere- müşteriler ve ekonomik kazanımlar nedeniyle elini daha fazla güçlendirmiş görünüyor.

Ortaya çıkan tablo, Birinci Dünya Savaşı sonrası Irak sınırında İngiltere, Suriye sınırında Fransa’nın egemen olmasına benzer bir şekilde Irak’ta ABD, Suriye’de de Rusya’yı belirginleştiriyor. Quentin Tarantino’nun Rezervuar Köpekleri filmindeki, “Meksika Açmazı” adı da verilen herkesin silahları birbirine doğrulttuğu sahneyi çağrıştırıyor. Şimdi, eller tetikten çekilmeden geçilecek anlaşma salonunda “devletlerin barışı mı” hayata geçecek, yoksa o sahnede olduğu gibi zaten her yer kan gölü olmuşken, tekrar tetiklere mi basılacak sorusu önümüzde duruyor.

Emrah Tekin

Meydan Gazetesi Sayı 51, Kasım 2019

Paylaşın