Anarşizm tarihindeki önemli devrimcilerden Alexander Berkman eylemle propaganda döneminin suikast eylemlerinden işçi grev ve eylem örgütlenmelerine, gazete/dergi editörlüğünden kitap yazarlığına, savaş karşıtı hareketten Bolşevik Darbe'yi eleştiren çalışmalara pek çok alanda anarşizmi eylemeye, örgütlemeye çalışan bir devrimci anarşistti. Özellikle Amerika’daki faaliyetleriyle anarşizmin örgütlenmesinde, ezilenlerin yaşam mücadelesinde önemli bir yeri olan Berkman, eylemleri kadar yazdıklarıyla da anarşizme önemli katkılarda bulundu.
Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış, Meydan Gazetesi olarak bizim de her hafta bir bölümünün çevirisini meydan.org sitesinden yayınladığımız bu kitabın çevrilmemiş ve yayınlanmamış olan 20. bölümünü, “Anarşizm Nedir?” bölümünü ve Alexander Berkman’ın kısa yaşam hikayesini sizlerle paylaşıyoruz.
Alexander Berkman o günlerde Rus Çarlığı’na bağlı olan, bugünse Litvanya’nın başkenti olan Vilnius şehrinde Ovsei Osipovich Berkman ismiyle doğdu. Babası başarılı bir deri tüccarı, annesi ise varlıklı bir ailenin üyesiydi. St. Petersburg’a taşındıktan sonra Yahudi ismini bir Rus ismi olan Alexander ile değiştirdi. Burada şehrin varlıklı ailelerinden gelenlerle beraber iyi bir eğitim aldı. 1881 yılındaki Çar 2. Alexander’ın suikastı esnasında sadece 11 yaşındaydı ve patlamanın şiddetiyle okulun camlarının kırılmasına şahit olmuştu. Ailesi bu olanların Yahudiler üzerindeki baskıyı arttıracağından korkarken genç Berkman, başta nihilizm olmak üzere radikal fikirlere ilgi duymaya başlamıştı.
Alexander Berkman’ın babasının ölümünden sonra aile St. Petersburg’da kalma hakkını kaybetti. Bundan sonra Berkman okulda çar tarafından yasaklanan devrimci yayınları okuyup tartışan bir gruba dahil oldu ve “Tanrı Yoktur” başlıklı bir yazı yazdı. Bunun sonucunda tanrısızlığı yaymak suçuyla bir sene uzaklaştırma cezası aldı. Annesinin 1887 yılındaki ölümünün ardından radikal fikirlerinin aile mirasına zarar vereceğinden şüpheleniyordu, tam da öyle oldu. Sınav sorularını çalıp bir hademeye rüşvet verirken yakalandığı için artık adı “Nihilist Komplucu”ya çıkmıştı. 1888 yılında ise anarşizm mücadelesine atılacağı ve devrimcilik tarihine geçeceği New York’a göç etti.
Berkman’ın New York’a varınca yaptığı ilk iş önceden Haymarket Saldırısı'ndaki tutsaklar için çalışma yürüten gruplar aracılığıyla anarşist olmaktı. Sonrasında yolu Johann Most ile kesişti ve kısa bir süreliğine Most’un Freiheit (alm: Özgürlük) gazetesinde çalıştı. Most o dönemin en büyük ve etkileyici “Eylemle Propaganda” savunucularından biriydi ve Berkman bu fikre gitgide ısınıyordu. Ancak belli bir süre sonra Most ile fikir ayrılığı yaşadı ve Emma Goldman ile beraber Die Autonomie’ye (alm: Otonomi) geçti. Die Autonomie anarşist komünist bir gazete olarak yayın yapıyordu. Gazetenin editörü Joseph Peukert başka bir anarşist komünist gazete olan Die Zukunft’u (alm: Gelecek) Viyana’da çıkardığı dönemde anarşizm güçlüydü ve ciddi bir devlet baskısı ile anarşistlere karşı savaş verildi. Die Zukunft editörlerinden Hermann Stellmacher bu çatışmalar sırasında öldü, Peukert ise kaçmayı başardı.
Sonrasında 1892 Homestead grevinde işçilerin üzerine paralı askerleri göndererek büyük bir katliamı düzenleyen patron Henry Clay Frick’e suikast düzenledi. Ofisine gitti ve üç el ateş ettikten sonra hançerini Frick’e sapladı. Suikast sonucunda 22 sene hapse mahkum edildi. 13 yıldan fazla zaman geçirdiği hapishane anılarını anlattığı “Anarşistin Yaşamı” adlı kitabını bu süreçte yazdı. Tutsaklık sürecinde gazete çıkarmaya, grev örgütlemeye ve mücadeleye devam etti. Hapisten çıktıktan sonra Emma Goldman ile “Mother Earth’ü” (ing: Toprak Ana) yayınlamaya başladı. 1. Dünya Savaşı başladığında da görüşlerini gizlemedi ve her devrimci anarşistin yapması gerektiği gibi onları yaymaya çalıştı. Savaş karşıtlığı, anti-militarizm ve vicdani retçi düşünceleri sebebiyle kendini tekrardan hapiste buldu. Yoldaşı Emma Goldman ile beraber Rus Devrimi sonrası Rusya’ya büyük umutlarla gitti ve tıpkı Emma Goldman gibi büyük bir düş kırıklığı yaşadı. “Bolşevik Miti” eserini anarşistlerin bir bir hapse atılması ve devrimin bir grup tarafından ele geçirilmesi üzerine yazdı. Takip eden süreçte Fransa’ya göç etti, anarşizmi saf ve anlaşılır bir dille anlatan bir eserin eksikliğini fark edip bizim de çevirmekte olduğumuz “Anarşizm Nedir?” kitabını yazdı. Hayatının geri kalanında editörlük yapmaya devam edip İberya Devrimi’nden sadece 19 gün önce hapishanede yakalandığı hastalıklara yenik düşerek yaşamını yitirdi.
20. Bölüm: Anarşizm Nedir?
“Bize anarşizmin gerçekte ne olduğunu kısaca anlatır mısın?” diye soruyor arkadaşın.
Deneyeceğim. En basit haliyle, anarşizm zorlamanın herhangi bir biçiminin olmadığı bir toplumda yaşayabileceğimizi öğretir.
Zorlamanın olmadığı bir yaşam doğal olarak özgürlük anlamına gelir; zorlama ve baskıdan kurtulma, özgürlüğü ve hayatını sana en uygun şekilde sürdürme şansındır.
Özgürlüğünü kısıtlayan, yaşamına müdahale eden kurumları ve seni gerçekten istediğinden farklı davranmaya zorlayan koşulları ortadan kaldırmadıkça böyle bir yaşam süremezsin.
Bu kurumlar ve koşullar nelerdir? Özgür ve uyumlu bir yaşam için ne yapmamız gerektiğine bakalım. Neyin ortadan kaldırılması gerektiğini ve onun yerine neyin geçmesi gerektiğini bildiğimizde, bunu yapmanın yolunu da bulacağız.
Peki özgürlüğü güvence altına almak için ortadan kaldırılması gereken şey nedir?
Her şeyden önce, elbette sana en çok saldıran, özgürce hareket etmeni engelleyen şeyi; özgürlüğüne müdahale eden ve seni kendi seçimin olmayan bir yaşama zorlayan şeyi ortadan kaldırmak gerekir.
Bu devlettir.
İyice bir düşün, devletin en büyük işgalci olduğunu göreceksin; bunun da ötesinde, insanlığın gördüğü en kötü suçlu olduğunu da göreceksin. Dünyayı şiddetle, dolandırıcılıkla, hilekârlıkla, baskı ve sefaletle doldurur. Büyük bir düşünürün dediği gibi “nefesi zehirdir.” Dokunduğu her şeyi yozlaştırır.
Kabul ediyorsun: “Evet, devlet şiddet ve kötülük demektir.” Ve soruyorsun: “Ama onsuz yapabilir miyiz?”
Bu, tam da üstüne konuşmak istediğimiz şey. Şimdi sana devlete ihtiyacın olup olmadığını sorsam, eminim ki senin ihtiyacın olmadığını ama başkalarının ihtiyacı olduğunu söylersin.
Aynı soruyu bahsi geçen “başkaları”ndan birine sorsan, o da senin gibi cevap verecektir; devlete ihtiyacı yoktur ama “başkaları için” gereklidir.
Neden herkes polis olmadan da yeterince dürüst olabileceğini, ancak “başkaları”nın sopaya ihtiyaç duyduğunu düşünür?
Diyorsun ki: “Devlet ve yasa olmasaydı insanlar birbirlerini soyar, öldürürlerdi.”
Gerçekten öyle yapacak olsalardı, bunu neden yaparlardı? Bunu sadece zevk için mi yaparlardı yoksa bazı sebeplerle mi? Belki sebeplerini incelersek onlar için çare bulabiliriz.
Diyelim ki sen, ben ve başkaları gemi kazası geçirdik ve kendimizi türlü meyveyle dolu bir adada bulduk. Tabi ki yiyecek toplamak için çalışmaya başlardık. Aramızdan birinin, her şeyin kendisine ait olduğunu ve hiç kimsenin kendisine haraç ödemedikçe tek bir lokma alamayacağını söylediğini düşünelim. Öfkelenirdik, değil mi? Onun iddiasına gülerdik. Bu konuda sorun çıkarmaya çalışırsa onu denize atabilirdik ve deniz ona adil davranırdı, değil mi?
Bizim -ve bizden öncekilerin- adayı ekip biçtiğimizi, adayı rahat bir yaşam için gereken her şeyle doldurduğumuzu ve birisinin gelip her şeyin sahibi olduğunu iddia ettiğini varsayalım. Ona ne derdik? Onu umursamazdık, değil mi? Ona bizimle paylaşabileceğini, çalışmalarımıza katılabileceğini söyleyebilirdik. Ancak onun yine de her şeyin sahibi olmakta ısrarcı olduğunu, her şeyin ona ait olduğunu iddia eden bir kâğıt parçası çıkardığını düşünelim. Ona deli olduğunu söyleyip kendi işimize bakardık. Ama arkasında bir devlet olsaydı, “haklarının korunması” için ona başvururdu. Devletse bizi oradan zorla çıkarıp alanı “yasal sahibine” verecek olan polis ve askerleri gönderirdi.
Devletin işlevi budur; varoluş sebebi ve her zaman yaptığı şey budur.
Şimdi, bu devlet denen şey olmadan birbirimizi soyup öldüreceğimizi hala düşünüyor musun?
Asıl devlet varken soyduğumuz, öldürdüğümüz doğru değil mi? Çünkü devlet, bizim olanları güvence altına almıyor, tam tersine, önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, hakkı olmayanların çıkarı için onları elimizden alıyor.
Yarın sabah uyandığında devletin artık var olmadığını öğrenseydin, aklına gelen ilk şey sokağa koşup birini öldürmek mi olurdu? Hayır, bunun saçma olduğunu biliyorsun. Aklı başında, normal insanlardan bahsediyoruz. Öldürmek isteyen çıldırmış birisi, devletin olup olmadığına bakmaz. O, doktorların ve akıl sağlığı uzmanlarının alanına girer; hastalığının tedavisi için hastaneye yatırılmalıdır.
Sen ya da herhangi birisi sabah uyanıp devletin olmadığını görseydi, hayatınızı yeni koşullara göre düzenlemekle meşgul olurdunuz.
Sen açken, midesini tıka basa doyuranları görseydin sen de yemek yemeyi talep ederdin ve bunda kesinlikle haklı olurdun. Bu, başkaları için de böyledir; insanların yaşamın tüm varlıklarını elinde tutan birini kabullenmeyeceği anlamına gelir, onun elindekileri paylaşmak isteyeceklerdir. Dahası, başkaları lüks içinde yüzerken yoksulların yoksul kalmayı reddedeceği anlamına gelir. İşçinin, fabrikanın ve o fabrikada üretilen her şeyin “sahibi” olduğunu iddia eden patrona, ürettiklerini vermeyi reddedeceği anlamına gelir. Bu, çiftçinin kendisini ve ailesini geçindirmek için yeterli toprağı olmadığı halde binlerce dönümlük arazinin boşta kalmasına izin vermeyeceği anlamına gelir. Bu, hiç kimsenin toprağı veya üretim araçlarını tekeline almasına izin verilmeyeceği anlamına gelir. Bu, yaşamak için ihtiyacımız olan şeylerin özel mülkiyetine artık müsamaha gösterilmeyeceği anlamına gelir. Komşularının çocukları için yeterli ekmeği bile yokken, birilerinin bir düzine yaşam boyunca kullanabileceklerinden daha fazlasına sahip olmaları en büyük suç olarak kabul edilecektir. Bu, tüm insanların toplumsal zenginliği paylaşacağı ve herkesin bu zenginliği üretmeye yardım edeceği anlamına gelir.
Kısacası bu, tarihte ilk defa hukuk yerine adalet ve eşitliğin kazanacağı anlamına gelir.
Böylece devleti ortadan kaldırmanın aynı zamanda tekelciliğin, üretim ve dağıtım araçlarının mülkiyetinin ortadan kaldırılması anlamına geldiğini görüyorsun.
Bundan şu sonuç çıkar: Devlet ortadan kaldırıldığında ücretli kölelik ve kapitalizm de onunla birlikte gitmek zorundadır. Çünkü onlar, devletin desteği ve koruması olmadan var olamazlar. Tıpkı daha önce bahsettiğim adanın tekelini talep edecek olan kişinin, devletin yardımı olmadan o saçma iddiasını ortaya koyamayacağı gibi.
Böyle bir durumda devletin yerini özgürlük aldığında anarşizm var olacaktır. Ve özel mülkiyetin yerini eşit kullanım hakkı aldığında komünizm var olacaktır.
Anarşist komünizm olacaktır.
Arkadaşın “Komünizm mi?” diyor, “Ama sen Bolşevik olmadığını söyledin!”
Hayır, Bolşevik değilim. Çünkü anarşizm hükümeti ve devleti tamamen ortadan kaldırmak anlamına gelirken Bolşevikler güçlü bir hükümet ve devlet istiyor.
Soruyorsun: “Ama Bolşevikler komünist değil mi?”
Evet, Bolşevikler komünisttir ama diktatörlüklerinin, devletlerinin, insanları komünizm içinde yaşamaya zorlamasını isterler. Anarşist komünizm ise tam tersine gönüllü komünizm yani özgür seçimden doğan komünizm anlamına gelir.
“Farkı anlıyorum. Elbette iyi olurdu.” diye itiraf ediyor arkadaşın. “Ama gerçekten mümkün olduğunu düşünüyor musun?”
Çeviri: Mercan Doğan
Meydan Gazetesi Sayı 54, Ekim 2020