Anarşist bir gazetenin yayın ekibi olarak, anarşizm üzerine ve özellikle de anarşizm teori ve pratiğine yaşamıyla çok değerli katkılarda bulunmuş Kropotkin hakkında çıkan her yeni yayını ilgiyle takip ediyoruz. Kimi zaman yapılan çevirilerin ya da yazılan yeni fikirlerin özensizliği dikkatimizi çekerken kimi zaman da literatürü genişleten ve bizim de bilgilerimizi çoğaltarak bu alandaki çalışmalara katkıda bulunan eserlerle tanışmış oluyoruz. Geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık’tan çıkan, Michel Huteau’nun “Reformcu Filozof ve Anarşist Coğrafyacı” başlıklı kitabını da böyle bir perspektifle değerlendirmeye çalışacağız.
Kropotkin Kitaplarına Duyulan Genel İlgi ve İhtiyaç
Hem toplumsal mücadelelerde devletsiz, özgürlükçü düşüncelerin yaygınlaşması hem de yaşadığımız coğrafyadaki düşünce hayatında hala yeni denilebilecek bir yeri olmasıyla anarşizm üzerine yazılan kitaplar, pek çok yayıncının yayın programında daha fazla yer ayırdığı konu başlıklarından biri haline geldi. Son yıllarda genel olarak anarşizm çevirilerine ve özellikle de Kropotkin kitaplarına yönelik, farklı yayın çevrelerinde duyulmaya başlayan ilgi biz anarşistler için sevindirici bir gelişme olarak takip ediliyor. Bu ilginin ise yalnızca yukarıdaki iki faktörle açıklanamayacak başka kaynakları olduğu açık.
Bilimsel araştırmalarla, özellikle de sosyal bilimlerle uğraşan pek çoğumuzun fark ettiği gibi başta “postmodernizmin yetersizliği” karşısısında duyulan yeni bir paradigma ihtiyacının sonucu olarak anarşist klasiklere geri dönülürken Kropotkin kitapları temkinli ve öngörülü çözümlemeleri, bütüncül mantığıyla bir adım öne çıkıyor. Bir yandan güncel tartışmalara dair zihin açıcı olması, diğer yandan da “kent çalışmaları, kültür tartışmaları, insan ahlakının kökeni” gibi özel araştırmalara yönelik doğrudan katkısıyla, politik mücadelelere ilgi duymayan kişilere bile felsefe, bilim ve siyasetin ne kadar iç içe olduğunu tekrar hatırlatıyor.
Elimizdeki kitap ise işbu ilgilerin bir sonucu olarak Sel Yayınları etiketiyle yayınlandı. Alev Er’in çevirmenliğini yaptığı bu kısa kitap, kadın hareketine yaptığı katkılarıyla ve Darwin’in ilk çevirmenlerinden olmasıyla öne çıkan antropolog Clémence Royer ve Kropotkin arasında geçen kurgu bir diyalog olarak yazılmış. Fransız psikolog Michel Huteau’nun kaleme aldığı kitap, ilgi çekici iki figürü bir araya getirmesiyle enteresan bir fikri hayata geçiriyor ve bunun altından başarıyla kalkıyor gibi görünse de çevrilmemiş pek çok klasiğin kenarda duruyor olduğu düşünüldüğünde insan “Neden bu kitap?” demeden de edemiyor. En basitinden kitabın referanslarında geçen ve Kropotkin’in hapishane anılarını birinci ağızdan anlatan “Fransız ve Rus Zindanlarında” isimli kitap hala yerli okuyucuya ulaşmış değil. Ya da Kropotkin’in gazetemizde çevirdiğimiz yazıları dışında suç ve cezalandırma sistemine ilişkin hala çevrilecek pek çok çalışmasının olması bu kitabın da başlıklarından birisini oluşturan hapishaneler konusuna ilişkin Kropotkin’i anlamayı güçleştiren faktörlerden birisi olarak karşımızda duruyor.
Peki Bu, Kitabı Değersizleştiriyor Mu?
Tabii ki henüz çevrilecek olan çok şeyin olması ve özel konu başlıklarına ilişkin konuları anlamak için daha iyi bir okumaya ihtiyaç duyulması basılan bir kitabı olumsuzlamaya yetmez. Söz konusu eleştirimiz daha öncelerinde Proudhon’un “Sefaletin Felsefesi” bilinmiyorken “Felsefenin Sefaleti”ni çevirmek gibi bir durumdan daha fazlası değil… Hatta belki çok daha azı bile denebilir.
Huteau’nun kaleme aldığı kitap çok büyük bir iddia taşımıyor. Bir sosyal darwinist olan Royer ve Karşılıklı Yardımlaşma düşüncesinin teorisyenlerinden Kropotkin’in kendi eserlerinde yazdıkları bölümlere bağlı kalınarak oluşturulmuş hayali bir sohbet kurgulanmaya çalışılmış. Devrim ve reform, sömürü ve eşitsizlik, kadın mücadelesi, ahlak gibi pek çok konu başlığı etrafında -en azından iyi bir Kropotkin okuru olarak- bir çelişki ya da akıl dışılık görmediğimi belirtmek isterim. Kropotkin’i iyi tanıyanlar için keyifli ve belki de başkalarıyla tartışırken açığa çıkan kimi sohbetlerin onun ağzından cevap verilseydi nasıl olacağını görmek açısından da hayli ilgi çekici bir okuma olacak. Kropotkin’i tanımayanlar için belki ilk elden başka kitaplara yönelinse daha çok fayda alınabileceğini söyleyebilirsek de Kropotkin eserlerine ilgi duyulması bağlamında ilgiyi artıracağını düşünüyorum.
Clémence Royer’i ise bu kitap sayesinde tanımış olmak, yazarın ilgi alanlarıyla ilgilensin ya da ilgilenmesin herkes için farklı açılardan besleyici olabilir. Darwin ve insanlık tarihinin gelişimi hakkında -sonrasında ırkçılar tarafından ilham alınan- talihsiz pek çok fikre kaynaklık etse de Royer, tıpkı Gustav Kossina örneğinde olduğu gibi günahları anılarak tekrar değerlendirilebilecek bir tarihsel şahsiyet gibi görünüyor.
Kropotkin’in Hapishane Yaşamı ve Bu Kitabın Geçtiği Ortam
Kropotkin’in kaldığı hapishaneler arasında onun üzerinde bıraktığı olumlu izlenimlere dayanarak seçildiği hissedilen Clervaux Hapishanesi yılları, peşinen söylemek gerekir ki Kropotkin’in genel hapishane yaşantısı içinde çok istisnai bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Bu sayede Royer ve Kropotkin arasındaki görüşmeye daha gerçekçi bir zemin kazandırabilen yazarın yazdıklarına ek olarak belki Clervaux Hapishanesi ve Kropotkin’in hapishaneler üzerine düşüncelerine kısaca değinmek faydalı olabilir.
Kropotkin’in 1883 ve 86 yılları arasında üç yılını geçirdiği hapishane yılları özellikle Herbert Spencer, Albert Einstein, Victor Hugo gibi bilim ve sanat camiasından pek çok ismin dayanışma için devlete karşı başlattığı politik baskının bir sonucu olarak, kitaplara ve yazı yazmaya epey vakit ayırabildiği bir süreç olmuştu. Beraber kaldığı yoldaşlarıyla kozmografi, geometri, fizik çalışabildiği ve dil dersleri yaptığı zamanların yanında Kropotkin bu hapishanede kitap ciltleme zanaatını da öğrenmişti.
Hapishanenin bulunduğu kasabaya yerleşen eşiyle de sıkça görüşmesine izin verildiği bu hapishane dahi Kropotkin’in suç ve ceza sistemi hakkındaki düşüncelerini değiştirmedi. Sıtmanın çok yaygın olduğu hapishaneye ilişkin Kropotkin “hiçbir suçu olmayan insanların hükümlülerden çok daha ağır bir şekilde cezalandırıldıkları yer” diyerek ceza sisteminin nasıl politik baskının bir aracına çevrildiğini anlatıyordu.
Hapishane yöneticilerinden biriyle olan diyaloğunu anlatan Kropotkin, ona kendi hapishanelerinin iyi olarak gösterildiğini söylediğinde “Saçma! Ben kesinlikle böyle bir yalana katılamam.” dediğini anlatıyor. Tutsakların yaşantısını kütleştirmesi ve onların sosyalliklerini ellerinden almasıyla bir “suç üniversitesi”ne dönüşen hapishanelere ilişkin Huteau’nun kitabında da önemli kısımlar bulunuyor.
Sonuç olarak bu kitabın, anarşizm üzerine yapılacak okumalara katkı sağlayabileceğini söyleyebiliriz. “Kropotkin -belki de en çok karşısına aldığı- sosyal darwinistlerle tartışsaydı nasıl konuşurdu?” sorusuna cevap aramasıyla yalnızca eski bir tartışmanın fantazyasını değil aynı zamanda yazdıklarının bugün hala neden güncel olduğunu anlamamız açısından da önemini açığa çıkaran kitap, ilk etapta Kropotkin okurlarına hitap ediyor. Öte yandan kitabın öyle ya da böyle gerçek eserlere dayansa da bir kurgu olduğunu ve hem Royer hem de Kropotkin’i daha yakından tanıyabilmek, düşüncelerini anlayabilmek için kendi eserlerine yoğunlaşmak gerektiğini akılda tutmak gerekiyor.
İlyas Seyrek
Meydan Gazetesi Sayı 54, Ekim 2020