Göçmen Değil Göç Sorunu

Sayı 54, Ekim 2020

Sokratik yöntemin problemi, sonuçların neden olarak ele alınmasında yatıyor. Devletlerin çoğu zaman kendisini meşru kılmak için kullandığı bu neden-sonuç çarpıtmalarını göçmen meselesine bakarken de görüyoruz. “Göçmen ya da Mülteci Sorunu” söyleminin altında çoğu zaman basit bir ele alış probleminin ötesinde, krizin nedenini kapitalist işleyişten ve devletlerin sınır politikalarından uzaklaştırıp öznenin kendisine yükleyen bilinçli bir çarpıtma yatıyor.

Toplumlar yüzyıllardır yaşamlarını sürdürebilmek, insanca yaşamak, savaşmamak için güneşin ısıttığı topraklara göç ediyor. Ama gelin görün ki devletler ortaya çıkıp mitlerden milletler kurulduğundan beridir göç, verimli toprak anlamı değil devletlerin gri bürokrasisine sürgün anlamı taşıyor.

İnsan haklarını güvence altına aldığı söylenen uluslararası hukuk düzenlemeleri, devletlerin altından girip üstünden çıktığı başka bir şeye dönüşüyor.

Türkiye’nin 1967 yılında coğrafi şerh koyarak imzacısı olduğu “Mültecilik ve Uluslararası Koruma” kapsamlarının tanımlandığı 1951 Cenevre Protokolü’nün 33. maddesine göre “Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tâbiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatıyla da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade (“refouler”) etmeyecektir.”

“Mültecilik statüsü” bulunduğunuz çoğu ülkede oy vermek dışında ulaşım, barınma, çalışma, eğitim gibi haklardan yararlanmanızı sağlayan bir kavram. Protokole rağmen devletin hiçbir göçmene mülteci statüsü tanımadığının altını çizmek gerek. Ancak 2014 yılında devlet, Suriye savaşının yarattığı yıkım sebebiyle gelen göçmenleri kapsayan “Geçici Koruma Yönetmeliği” isimli bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmeliğin 7. maddesi şöyle: “Bakanlık, geçici korumanın sona erdirilmesi için Cumhurbaşkanı’na teklifte bulunabilir. Geçici koruma, Cumhurbaşkanı kararıyla sonlandırılır.” Daha açık bir ifadeyle; Cenevre Protokolü’ne rağmen Türkiye’de bulunan göçmenler Cumhurbaşkanı kararıyla yasadışı ilan edilebilir, geri gönderilebilir, siyasi koz olarak kullanılabilir.

Yani Suriye’den çıkıp güneşli topraklar ararken yolu Türkiye’den geçen biriyseniz, siz göçmen değilsiniz, geçici koruma altındasınız. Mülteci olmadığınız için ulaşım, çalışma, barınma ve sağlık haklarından da ancak geçici olarak faydalanabilirsiniz. Mesela geçici koruma altındaysanız ve çalışmak istiyorsanız -nasıl yürüdüğü tam bir muamma olan- bir dizi bürokratik işlem gerçekleştirerek başvuru yapmalısınız. Tabii herhangi bir gerekçe olmasa da başvurunuz reddedilebilir. Eğer “geçici koruma kimliği”nizin verildiği şehirden başka bir şehre geçmek istiyorsanız yine bir dizi evrağı hazır edip devletin gerekçesiz kararını beklemek zorundasınız. Tabii bu geçici koruma durumu -dilin yapısından mıdır bilinmez- yer yer geçici korumama durumuna dönüşür.

Mesela devlet sizi asgari ücretin üçte biri karşılığında 12-13 saat çalıştıran patronlara karşı geçici korumaz.

Mesela devlet sizi kendi yarattığı faşizme karşı korumaz.

Mesela devlet sizi, kiraya karşılık sizi ya da kızınızı isteyen ev sahiplerine, tecavüze karşı geçici korumaz.

Mesela devlet sizi sokaklarda katleden ırkçı zihniyete karşı korumaz.

Mesela devlet geçici korunamayan aileniz, arkadaşlarınızla sosyal mesafesiz yaşadığınız evlerinizde sosyal güvencesiz karantina sürecinden sizi geçici korumaz.

Devlet çoğu zaman geçici korumaz, hiç korumaz.

Geri Gönderme Merkezleri denilen toplama kamplarında yaşanamayacak koşullarda yaşamaya çalışan ya da insan kaçakçılığı yapan yaşam tacirlerinin istediği parayı veremeyince üçüncü kattan atılan göçmenlerin, istenmedikleri için başka okullara gönderilen göçmen çocukların, konteynırlarda yanarak ölen bebeklerin sorunlarını -varlığını savaş üzerine temellendiren- devletli sistemin çözemeyeceği ortada. Kendisi kriz olan sistemde göç sorununun uluslararası kurumların kağıt üzerindeki düzenlemeleri ya da insan hakları adına -asla göçmenler için kullanılmayacak şekilde- dağıtılan milyar dolarlık fonlar ile çözülemeyeceğini biliyoruz. Sorunu çözüyor-muş gibi gözüken kurumların çözümün değil sorunun bir parçası olduğunu da biliyoruz.

Batuhan Çotur

Meydan Gazetesi Sayı 54, Ekim 2020

Paylaşın