Aylardan beri korona krizinin içerisindeyiz ve bu krizin daha ne kadar süreceği belirsiz. Bu süreç içerisinde ezilenlerin yaşamlarının hiç ama hiç önemsenmediğini ve Covid-19’a kolayca maruz bırakılarak çalındığını tekrar tekrar gördük. “Evden çıkmayın!” çağrıları arasında milyonlarca işçi toplu taşıma araçlarında seyahat etmeye zorlandı. Güya işçileri işten çıkarmak yasaklandı ama patronlar işçileri istedikleri gibi işten çıkardı, çıkarmaya devam ediyor. Bu süreçte işsizlik oranı büyürken kapitalistler de ezilenleri daha uzun süreler çalıştırarak kârlarına kâr kattı, katmayı sürdürüyor.
İşten çıkarmaların yasaklanmasının ardından işçilerin üzerindeki baskılar işten kendilerinin ayrılmalarını sağlamak için yükseltilmiş; sokağa çıkma yasaklarında hafta sonlarında işçilerin çalıştırılamadığı zaman, hafta içleri fazla mesai adıyla işçilere dayatılmıştır. İşçi çıkarmanın yasak fakat işçinin istifa ettirilmesinin serbest oluşu devletlerin bu süreçte de patronlar için çalışmaya devam ettiğini açığa çıkartmıştır. Tazminat hakkının gasp edilmesine neden olacak şekilde ahlak kuralları bahane edilerek işçi çıkarmanın önünde de bir engelin olmayışı, patronlara yeni olanaklar sunmuştur.
Fabrikalardaki üretimde yeterli önlem alınmadan işbaşı yapılması ve iş cinayeti denilebilecek koşullarda Covid-19’a işçilerin maruz bırakılmasının üzerine cinayetlerin sorumluluğunun işçinin üzerine yıkılması, patronların sırtlarını devlete yasladıklarını açıklar niteliktedir. Vestel, Dardanel gibi şirketler ve patronları bu konuya yerinde örnekler. Sektörün devamlılığı açısından çok fazla işçinin dip dibe çalıştırılmasının mazur görüldüğü film/dizi setleri; birçok sektörde maaş ödemeleri yapılmadan işçilerden çalışmalarına devam etmelerinin istenmesi; korona krizi boyunca durdurulmak istenmeyen fabrikaların, batık vermesi ve satılmasının ardından işçi tazminatlarını ödememekte ısrar etmesi işçiler üzerinde uygulanan baskılardan bazıları...
TÜİK, verilerle korona krizi süreci boyunca işsizlik oranında bir artış olmadığını iddia etse de sokağa çıkıldığında bahsedilen araştırmanın uydurma ve ısmarlama olduğu anlaşılmaktadır. Bunu anlayabilmek için istatistik bilmeye veya veri analizi yapmaya gerek yok. Sokaklara inildiğinde, hanelere uğranıldığında durum apaçık ortaya çıkıyor. Aylarca çeşitli yasakların uygulandığı sektörlerde çalışmakta olan işçiler, kısa çalışma ve işsizlik ödeneği gibi haklardan mahrum bırakılmıştı. TÜİK’in bu raporu, insanların iş bulmak umuduyla bekledikleri İŞKUR ve kaymakamlıklar gibi yerlerin önündeki kuyrukları görmezden gelerek hazırladığını da belirtmeye gerek yok. Zira sonu gelmeyen kuyrukların görüntüleri hepimizin aklında.
Bütün bunlar olurken Ekonomi Bakanı Berat Albayrak’ın açıklamalarına değinecek olursak Albayrak’ın sunumunu yaptığı bütün grafiklerin ekonomiden biraz olsun anlayan birisinin ağzından çıkmadığını anlamak için uzman olmaya gerek yok. Fiyatları artan temel ihtiyaçlardan dolmayan market torbalarına, yıl içerisinde yapılan doğalgaz, elektrik zamlarından yoksulun evinde boş kaynayan tencerelere…
Dövizin hareketlerine bakmayan bir bakanın öncülüğünde, genel anlamda nasıl hayatların yaşandığına gözlerini kapamış bir kurulun hazırladığı, hayallerini yazdığı kâğıtların birilerine umut olması beklenemez. Kendisi her ne kadar enflasyonun seyrinin aşağıdan yatay trende geçtiğini savunuyor olsa da TL’nin değer kaybetmesi ve doğal olarak bunun temel ihtiyaçlara etkisi yine kendisini yalanlar durumdadır.
Bakanın iddialarına göre ekonomide harikalar yaratılırken markette 50 liradan satılmaya başlanan 400-500 gram peynire, çocuk bezlerine artık alarm takılıyor. Korona krizinde devletin yaşadığı para kaybının acısı faturalara, fişlere, vergilere yansıtılarak ezilenlerden çıkarılıyor.
Aylarca kapalı oldukları için gelirleri kesilmesine rağmen giderleri devam eden işletmelere sürecin başında kullandırtılan kredilerin ve erteleme sağlanan ödemelerin vaktinin gelmesi de ekonomi denilince akla gelenlerden. Devletin ekonomi programı Demokles’in kılıcı gibi insanları borçlu tutmak istemesinden kaynaklanıyor. Böylelikle işletilen sömürü ve yaptırım daha rahat işletilecek.
İsteyen ve çalışabilen herkesin istihdam edilmediğini aksine minimum el ve maksimum çabanın kapitalizmin ilkesi ve kârı olduğunu savunan Alexander Berkman kapitalist sistemde işsizliği, kapitalistin elinde tuttuğu bir kırbaç olarak tanımlar. Buradan yola çıkıldığında yaşanmakta olan korona krizinin yarattığı devasa işsizliğin kapitalistlerin işine yarayacağı aşikâr. Bu tanıyı koymak zor değil. Fakat bu süreçte farkındalıkları arttırmak ve farkındalıkların artmasıyla gelecek olan örgütlülük, kapitalistlerin korkması gereken yeni gerçekliktir.
Ve evet söylüyoruz; kapitalistler ezilenlerden, ezilenlerin öfkesinden korkmalılar.
Sergen Saka
Meydan Gazetesi Sayı 54, Ekim 2020