Bakunin’in Almanya’da Gericilik Kitabı Üzerine
Anarşizmin “kurucularından” olarak görülen, yaşamı ve düşünceleriyle devrimci siyaset içerisinde belki de en büyük tartışmalardan pek çoğunun tarafı olan Mikhail Bakunin, hayatının sonuna dek barikatlar arkasında bir mücadele örgütleyen cesur bir devrimciydi. Bakunin sonrasında anarşizm, komünizm, mutualizm, bilimsel sosyalizm, kooperatifçilik, blankizm, sosyal demokrasi vb. gibi çeşitli isimler alacak büyük parantez olan “sosyalizm” ortaya çıkmadan önce bile, bu dünyayı yıkıp yeniden yaratmanın felsefesini yaratmaya çalışıyordu. Bakunin’in bu erken dönem eserleri çok kez eksik bir anlatımla “anarşizm öncesi dönem” olarak yorumlandı.
Sam Dolgoff’un önemli derlemesinde sınıflandırdığı gibi “devrimci panslavizm” dönemi olarak adlandırılan ve kitap içerisinde sırasıyla “Almanya’da Gericilik”, “1830 Polonya Ayaklanması’nın 17. Yıldönümü Üzerine”, “Slavlara Çağrı” yazılarını kapsayan işbu dönem, Bakunin’in devrimci anarşizm düşüncesinin tohumlarını barındıran ve adına anarşizm demese dahi, olan bitene anarşist bir gözle baktığı kavrayışını edindiği dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözün özü, Bakunin bu dönemde -henüz bütünlüklü bir hareket olarak ortaya çıkmamış olan- anarşizm düşüncesinin bir savunucusu olarak yazmamıştır belki ama herkes için koşulsuz şartsız özgürlük isteği, bütün halkların “parlamenter olmayan bir cumhuriyet” yani devletsiz bir federasyon çatısı altında bir araya gelmesine dair yürüttüğü propaganda ve her şeyden önemlisi “eyleme” ve halihazırda var olan dünyamızın yıkılıp yeniden yaratılması gerekliliğine olan devrimci inancıyla, bu dönüşümün ağırlık noktası itibariyle anarşist çizgide durmaktadır.
Bir önceki paragrafta bahsedilen yazıların ilki olan “Almanya’da Gericilik: Bir Fransıza Mektuplar” (Die Reaktion in Deutschland. Ein Fragment von einem Franzosen) adıyla bilinen metin bizim için belli yönleriyle önem taşımaktadır. İlk olarak 1842 yılında, Dresden’e yanına gittiği kişi olan Arnold Ruge’un yayını “Deutsche Jahrbücher” içerisinde yayınlanan, Bakunin’in hayatında anarşist fikriyatla ve özel olarak da P. J. Proudhon’la tanıştığı yıllara denk gelmesi sebebiyle büyük bir dönüşümün başlangıcı olan bu metni, tam haliyle Türkçeye kazandıran Anarşist Gençlik oldu. Sam Dolgoff’un doğru bir saptamayla vurguladığı gibi Bakunin felsefesinin temel metni olan bu çalışmanın, günümüze dek gelen düşünce ve eylem dünyasını anlama ve gerçekleştirme yolunda önemli bir katkı sunmaktadır. Zira Bakunin burada -Slavlara Çağrı, Devlet ve Anarşi gibi eserlerinde sıklıkla yaptığı gibi- yoğunluklu olarak güncel politik durumun tahlili üzerinde yoğunlaşmamış, sıfırdan bir mantık kurgulamış ve her şeyden önemlisi -tanrı fikri ya da politik idealleri sonrasında kısmi farklılık yaşasa da- dikkate değer bir sistematik kurmuştur. Bakunin’in Tanrı ve Devlet’ten Enternasyonal Kardeşliğin Programı’na dek hemen hemen bütün eserlerinde vurguladığı “yıkım” düşüncesini bu metin sayesinde derinlikli bir şekilde anlama fırsatı yakalamaktayız.
Öncelikle Almanya’da Gericilik’in dönemin ruhunu yansıtan bir metin olduğunu söylemek gerekir. Siyasi literatürde “Genç Hegelciler” diye bilinen gruba Bakunin’in de dahil olduğu bir dönemde yazılmıştır. Metinde ağır bir dil ve Hegel felsefesine dair yüzeysel de olsa bir bilgi sahibi olmadan anlaşılamayacak bir üslup kullanılmıştır. Bunun sebebi yazının, yayınlandığı dergide, Hegel takipçilerinin Hegel’in düşüncelerini değerlendirdiği başyazılardan biri olmasıdır. Bu metin Hegel felsefesinin tarihsel materyalistler tarafından okunmasının dışında negatif bir okuması olarak değerlendirilebilir.
Bakunin en felsefi metinlerinden biri olan bu metninde de sonucuyla beraber bir devrim çağrısı yapmaktaydı. Bu felsefi metnin yazılış arka planında dahi Bakunin’in sosyalist hareketin inşasına katılımı ve yaptığı konuşmalardan dolayı karşılaştığı ağır yaptırımlar yer almaktadır. Örneğin Almanya’da Gericilik yayınlandıktan iki yıl sonra Rusya’ya geri çağrılmış ve Sibirya’ya kürek mahkumu olarak gitme cezasına çarptırılmıştır. Takip eden süreçte, 1830 Polonya İsyanı’nda katledilenleri anmak için Paris’te düzenlenen bir eylemde yaptığı Rus hükümetini eleştiren konuşması nedeniyle Fransa’dan sınırdışı edilir. Söz konusu konuşmada Bakunin şöyle demektedir:
“Arkadaşlar, bu benim için oldukça kutsal bir andır. Ben bir Rusum ve Polonya Devrimi’nin yıldönümünü kutlamak üzere burada düzenlenen büyük toplantıya geldim. Buraya teşrif etmeniz bir tür meydan okumadır. Polonya’ya zulmeden tüm zalimlerin suratına savrulmuş bir lanet ve gözdağıdır!”
1840’ların başında, yazılan onlarca makale, yayınlanan bildiriler ve birbiriyle çatışma halindeki düşüncelerle birlikte Bakunin güçlü bir analiz yayınlamaya karar verdi. Genç Hegelciler arasında günden güne daha uzlaşmasız daha radikal bir devrimciye, bir anarşiste dönüşen Bakunin’in eserinden bu kıvılcım hissedilmektedir. Hayat hikayesini yazanlar tarafından da vurgulandığı gibi Bakunin bu yazısıyla beraber yüzünü Alman idealizminden Fransız devrimciliğine çevirmişti, belki de bu sebepten yazısına imza olarak bir Fransız ismi seçmişti. “Almanya’da Gericilik” günümüzde anarşist hareket içerisinde başlığı dahi tartışmalı olabilecek pek çok kavram içermekte ve bunlar içerisinde taraf tutmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen önemini ve güncelliğini kaybetmemiştir. Örneğin güncel politik halk hareketlerini takip ederken bile onun negatif diyalektik yorumundan beslenen bir analizde bulunulabilir. Ya da geçmiş devrim deneyimlerini anlayıp günümüzde daha doğru tercihler yapmak noktasında iyi bir hareket noktası olabilir.
Slavlar’a Çağrı’nın Önemi
Bakunin’in “Almanya’da Gericilik” metnini kaleme aldığı dönemde, bütünlüklü bir devrim programı olmadığını önemli olmakla beraber, özgürlük adına hareket edilmesi gerekliliği noktasında en ufak bir şüpheye düşülmemesi gerektiğini vurgulanmalıdır.
Yakın dönemlerde yazılan diğer metinlerle olan organik bağını açığa çıkarmak gereken bu metinlerden “Slavlar’a Çağrı”nın hemen başında, Almanya’da Gericilik’te vurgulanan “uzlaşma” karşıtlığı kendini gösterir. Bakunin’e göre dünya iki tarafa ayrılmıştır, bir tarafta devrim öteki tarafta ise karşı devrim yer almaktadır. Bu açık seçenekler Slav halklarının ve bütün dünya halklarının önünde durmaktadır. Herkes tarafını seçmelidir, ara bir yol yoktur. Ara bir yol olduğunu söyleyenler ya halkı ya da kendilerini aldatmaktadırlar...
Demokrasi’nin zaferini ilan edecek olan tek seçeneğin, bütün halkların dertlerine çare olacak özgür bir federasyondan başka bir şey olmadığını Bakunin burada bize göstermektedir.
Daha önce de belirtildiği gibi metinde geçen bazı felsefi kavramları anlayabilmek, anakronik bir gözün uzağında ancak dönemin tartışmalarına dair yeterli bir kavrayışla mümkün olabilmektedir.
Gericilik
Bakunin, Almanya’da Gericilik metnine başlık seçerken saldırdığı temel düşünce eğilimlerini özetleyecek bir genelleme aracı olarak gericilik demiştir. Bugün bu “gericilik” kavramı, sol literatürde marksizmle özdeşleşen “tarihsel ilerlemecilik” savunucusu birinin ağzından kullanılan bir küfür gibi düşünülmemelidir. Çünkü Bakunin yazısının hiçbir yerinde “ilerleme” kavramını doğrudan kullanmamıştır. Gelecekte anarşist hareket bu ilerleme tartışmasını farklı boyutlarıyla pek çok vereceğini göz önünde bulundurursak Bakunin’in temkinliliğini anlayabiliriz. Yazıda da belirtildiği gibi:
“Restorasyondan kısa bir süre sonra tüm Avrupa’da ortaya çıkan gericilerdir. Siyasette buna Muhafazakarlık, hukuk biliminde Tarihsel Ekol ve spekülasyon biliminde ise Pozitif Felsefe denir. Biz işte tam da bunlarla konuşmak istiyoruz.”
Yani Bakunin için “Gericiler”, Hegel’in dünyayı artık geri dönüşsüz bir şekilde dönüştürdüğüne inanan ve pozitivizmden asla vazgeçmeyecek olan -sağ veya sol- bütün pozitif felsefe ve bu tartışmanın ortasında diyebileceğimiz “uzlaşmacılar” yani pozitifle negatifin bir sentez oluşturması için uğraşan bütün “orta yolcular”dır.
Demokrasi
Bakunin için o dönemin asıl mücadelesi özgürlüktür. Kimse özgürlük mücadelesini reddedemez hale gelmiştir. Peki bu özgürlük siyasi karşılığını nerede bulmuştur? Tabii ki demokrasi kavramı içerisinde. Tıpkı gericilikte olduğu gibi günümüzde ifade ettiği devletleşmiş, parlamenter, neoliberal ideolojinin elinde -ki hatta bu bile artık güncelliğini yitiriyor- iyi bir araç halinde olan demokrasi değil oluşmakta olan bir demokrasi kavrayışıdır. Parlamenter ve devletli demokrasiye karşı bizim önüne doğrudan kelimesi getirir bir şekilde kullandığımız demokrasiden Bakunin’in anladığı budur. Zaten metnin içinde de bunu şu şekilde ifade eder:
“Demokrasinin hükümete herhangi bir konuda karşı olmaktan ya da herhangi bir anayasal ve politik-ekonomik değişiklikle ilişkili olmaktan farklı olduğunun, aksine henüz tarihte var olmamış yeni ve özgün bir dünyanın habercisi olan toptan bir dönüşüm olduğu(...)”
Tiranların bir bir yıkılmakta, Avrupa’nın kökünden sarsılacağı bir devrim ateşiyle yanmakta olduğu bir dönemde, Bakunin’in seçtiği taraf tereddütsüz doğrudur. Yazısında hedef aldığı “uzlaşmacılar” gibi siyasal iktidarın adım adım çözüldüğü, yeni bir koşula evrildiği “aşamalar” değil toplumu kökünden sarsacak bir devrim öngörmüştü Bakunin. Öngörüleri de doğru çıktı. Pozitivizmin zaferi, dünyayı sağ ve sol mutlakiyetçi diktatörlüklerin katliamlarına, savaşlara ve “insanlığın yok oluşuna” götürdü. Totaliter rejimlerin güçlenerek, zeminini hazırlayan Hegel’lerin, Marx’ların aklına dahi gelmeyecek süper güçlere dönüşmesi, Bakunin’in ta Tanrı ve Devlet’in bile yazılmasından önce, bu yolun doğru bir yol olmadığına yönelik başarılı öngörüsü, tarihi bir uyarısı olmaktadır. SSCB’nin devrime ihanet ederek merkezi ve güçlü bir imparatorluğa dönüşmesi bunun “sol pozitivizm” bağlamında iyi bir örneği olacakken Nazizmin zaferiyle -tarihin ironik bir tesadüfü belki de- Almanya’da büyüyüp serpilen bu düşüncenin başta Alman toplumu olmak üzere bütün değerleri yok etmeye başlaması “sağ pozitivizmin” zaferine iyi birer örnek olabilir.
Bakunin’in Negatif Diyalektiği
Metnin özellikle ortasından itibaren yoğunlaşan felsefi kısmı, Bakunin’in sonrasında “Negatif Diyalektik” olarak adlandırılan düşüncesine ilişkin ayrıntılı bir kavrayış sunmaktadır. Bakunin burada pozitivistler tarafından iddia edilen, pozitifin zaferinin kendi çelişkilerini yok edeceğine olan öngörüye çıkmaktadır.
Hegel’in takipçileri Hegel’in kaldığı yerden devam ederek felsefeyi bilimleştirmeye, bilimleştirdiği bu felsefeyi din yerine yeni dünyanın mutlak gerçekliği kılmaya çalışmıştır.
Bu mantığın temeline inildiğinde iflas ettiğini anlamamızın en iyi yolu “Almanya’da Gericilik”tir. Mesele bu örneklerde olduğu gibi pozitif tarafından incelenirse tarihsel seyir içerisinde varlığını koruyan pozitifin içindeki negatif anlaşılamaz. Çünkü aslında pozitif idealin negatifi içermemesi gerekirdi. Ona ulaşıp onu yıkması gerekirdi ama Bakunin’in başarılı bir şekilde tespit ettiği gibi var olan dünya onların pozitif vaatlerini karşılamamıştır, tam tersine sürekli savaş dünyasına dönüşmüştür. Onun değerler sistemi tamamen değersizlik üzerine kuruludur, onun olumsallığı mutlak negatiftir.
Bakunin’in yöntemi bizi sersemletir, üzerinde durulan zemini kökünden söküp atmak üzerine kuruludur ancak buna rağmen tutarlılığından bir şey kaybetmez. Bütün bakış açılarını, bütün argümanları, bütün tarafları tek tek ortaya atan Bakunin ancak her şeyi “yıktıktan” sonra bize özgürlüğün yolunu gösterecek anahtarı verir.
Bununla birlikte, Polonya başta olmak üzere Dresden’de, Prag’da, Bohemya’da ve daha bir çok yerde yaşamıyla, Slavlara Çağrı’sıyla ve diğer metinleriyle paralel bir şekilde okunduğunda da yazılarıyla kanıtladığı gibi taraf tutar Bakunin. Metnin içinde şöyle demektedir:
“Kendimizi koruyamamak uğruna bile olsa, doğru tarafta kalmalıyız, kendimizi tıpkı bu tek taraflı herşeyi kucaklayan ve herşeyin tarafında olan çok az miktarda politik olan din gibi aşmalıyız.”
Bakunin bu sözcükleri felsefeyi açıklamak için kullanırken yaşamını aydınlatan bir ışık ortaya çıkardığının da bilincindeydi. Yükselen halk hareketlerinin içerisinde aktif bir özne olarak kendisini özgürlüğün sarsılmaz bir savunucusu olarak ifade ediyordu. Halkın özlemleriyle birebir örtüşmese dahi bütün devletlerin bu özgürlüğe ket vuran birer unsur olduğunun farkına varıyordu. Sonrasında anarşizm fikrini net bir tarih okumasıyla ve doğa bilimlerinin katkısıyla geliştirecek olan Kropotkin’e esin verecek şekilde, halk hareketlerinin içinde devletsizliği savunmuştu. Bakunin’e göre iktidarın ortadan kalkması, ancak onun reddedilme olasılıklarının olduğu “devrimci” anlarda ortaya çıkabilirdi. Bu yüzden yüzünü ne olursa olsun isyanlara, ayaklanmalara, devrime döndü. İşte bu yüzden şöyle seslendi: Yıkmak yaratmaktır.
http://anarsistgenclik.org/yikmak-yaratmaktir-almanyada-gericilik-ve-negatif-diyalektik/
Anarşist Gençlik
Meydan Gazetesi Sayı 54, Ekim 2020