"O yaz, 62 kentte binlerce öğrenci sınıfları değil sokakları doldurdu. Ellerinde pankartlar, ceplerine doldurdukları taşlarla yürüdüler bir uçtan bir uca ve bir isyanı kazıdılar tarihin satır aralarına."
1911 senesinin yazı bir çok greve tanıklık etti. İngiltere’nin Hull şehrinde tersane işçileri ağır koşullarda çalışıyorlardı. Kıt kanaat geçinirlerken her sabah kahvaltıda kuru ekmeğin yanında bir yumurtayı paylaşıyor, çocukları çıplak ayak dolaşıyorlardı. Bir tekstil kasabası olan Dundee’de, çoğunluğu İrlanda göçmeni olan işçiler keten fabrikalarında çalışıyor, ciğerlerine ve midelerine dolan kenevir lifler yüzünden sürekli susuzluk hissiyle yaşıyorlar ama yine de karınlarını doyuramıyorlardı. Hatta bu tekstil bölgesinde çocuklar da “yarı zamanlı” olarak çalışıyor, haftada üç gün fabrikaya iki gün okula gidiyorlardı. Diz boyu yoksulluğun içinde yaşayan, İngiltere’nin her yerinde ağır çalışma koşulları altında, uzun saatlerce, düşük ücretlerle çalıştırılan tüm bu işçiler; dokumacılar, taşımacılar, madenciler, tersane işçileri 1911 yazı artık yeter dediler ve greve gittiler. Sendikal hareketin yükselmesiyle beraber o yaz yüzlerce grev ve yürüyüş düzenlendi, öyle ki resmi rakamlara göre 1911 yılında 10.115 milyon günlük bir zarar oluştu (grevlere katılanların sayısı ve grev günleri birlikte hesaplandığında). Ancak bu yazı da, 1911 yazı boyunca gerçekleşen grevlerden ve greve katılan işçilerden değil, grevler süresince pek dikkate alınmayan çocuklardan ve onların sonbaharda başlattığı isyanlarından bahsedeceğiz.
İlk Kıvılcım
1911’in sonbaharına yayılan bu isyanın başlangıç noktası Llanelli’de Bigyn İlkokulu. 5 Eylül günü bir arkadaşlarının öğretmenden dayak yemesi üzerine “Bu kadar yeter” diyen çocuklar okulu terk ettiler ve greve gittiler. Llanelly Mercury gazetesindeki 7 Eylül tarihli bir habere göre bu isyan, herkesi greve çağıran bir notun yazılı olduğu kağıdı sınıfta dolaştıran bir çocuğun öğretmenden dayak yemesi üzerine, herkesin sınıfı terk etmesiyle başlamıştı. Bigyn okulundan çıkan çocuklar bağırarak ve şarkılar söyleyerek Llanelli sokaklarını doldurdular ve isyanın ateşi hepsini sardı. Bundan sonraki üç hafta içinde bu grev, 62 ilde binlerce öğrencinin katıldığı büyük bir isyana dönüşmüştü. Güneyde Portsmouth’dan kuzeyde İskoçya’nın Montrose kentine kadar isyan dalga dalga yayıldı.
Ertesi gün, Liverpool’un Edgehill Bölgesinde bir grev daha patlak verdi. Buradaki çocuklar tıpkı babaları gibi grev komiteleri oluşturdular ve komite temsilcileri ile taleplerini öğretmenlerine ilettiler. Talepler şöyle sıralanıyordu:
“Dayak cezası yasaklanacak.”
“Yarım gün fazladan tatil verilecek.”
“Okul başkanlarının yaptığı iş ücretlendirilecek.”
İsyan Manchester bölgesine de sıçradı. Burada da ilk kıvılcım aralarından birinin dayak yemesiyle parlamıştı. Northern Daily Telegraph gazetesi’ndeki 9 Eylül tarihli bir haberde olay şöyle yer alıyordu:
Genç ihtilafçılar kavgayı büyütmeye niyetliydi, grev gözcülerini belirlediler ve keplerine “Gözcü” yazılı kağıtları iğnelediler ve tek vücut olarak Holland caddesindeki Belediye okuluna yürüdüler, fakat kapıda bekleyen öğretmenler, grevcilerin okula girmelerini engellediler ve “barışçıl” ikna sürecini işletmelerinin önüne geçtiler. Grevciler daha sonra Varley Caddesi’nde Corpus Cristi okuluna yürüdüler ancak bu kez daha militan bir duruş takındılar, yol üstünde sopalarını hazırladılar ama daha korkunç olanları oyuncak silah taşıyanlarıydı. Grev yapan çocuklar “babalarının oğlu” olmakla nam salmışlardı. “Babalarımız istediklerini almak için aç kaldılar, onlar yaptılar biz de yapabiliriz” diyorlardı. Grev ülke çapında yayılmaya başladıkça yetkililer de basını çocukların kafasına bu fikirleri sokmakla suçlamaya başladılar.
Grevdeyiz kim geliyor?
Hull, tersane işçilerinin grevlerinden sonra, bu kez çocukların greviyle çalkalanıyordu. Eylül’ün 13’ü Hull Daily News gazetesi olayları şöyle yazıyordu:
Hull yine karıştı, dün yüzlerce öğrenci greve gitti. Geçtiğimiz aylar boyunca Hull her türden karışıklığa sahne oldu, öyle ki herkes sırada ne olduğunu merak eder hale geldi. Önce denizciler ve tersane işçileri, sonra dokumacılar ve çimento işçileri, keresteciler, demiryolu çalışanları, gazeteci çoçuklar, fabrika kızları… Şimdi de okullu çocuklar…
St. Mary’s Roman Katolik Okulu’nda; daha büyük sınıflardan 12 çocuğun, ilk tenefüste kendilerinden küçükleri parktan çıkarması üzerine, çocuklar greve gittiler. Onların grevde olduğu haberleri hızla yayıldı ve öğleden sonraki derslere gelindiğinde haber Hull’ın doğu yakasındaki başka okullara ulaşmıştı bile. Çok geçmeden okul kapılarının önünde toplanan çocuklar bağırıp çağırıyorlar, derse gidenlere “Dışarı çıkın satıcılar!” diye sesleniyorlardı. Saat bir buçuk gibi biraz ileride Pryme Caddesi’ nde St Charles Roman Katolik Okulunda ise çocuklardan biri bir çöp varilinin üzerine çıkmış bağırıyordu “ Çok fazla ödev var!” “ Ve çok dayak yiyoruz”… Her cümlesi etrafında toplananların onaylayan gürültüsüyle kesiliyordu.
Greve başlayan çocuklar okulları ziyaret etmeye karar verdiler. Başka okullardan da aralarına katılanlarla, doğu yakasındaki ana caddeye vardıklarında, sayıları yüzleri bulmuştu. Ellerinde pankartlar ve süt şişeleriyle yürüyorlardı. Pankartların birinde “Grevdeyiz kim geliyor” yazıyordu. Çocuklar üzerlerinde hırkaları ve kravatlarıyla yalınayak yürüyorlardı. O gün ilerleyen saatlerde polise şiddet olayları bildirilmeye başlandı. St Mark’s Okulu’nun hemen yakınında oturan Papaz Butler Cholmeley’de çocukların attığı taşlardan nasibini almıştı. Çocukların asıl niyeti okulu dağıtmaktı ama bu kez pek başarılı olamadılar.
Çocuklar bir çok okulu dolaştılar, Buckingam caddesi, Escourt caddesi, Craven caddesi, Mercy caddesi… Lincoln caddesi ve Courtney caddesinden çocuklar da katıldı onlara. Hep birlikte Batı yakasındaki Hull tersanesi işçilerinin mitinglerinin gerçekleştiği meydanda toplandıktan sonra yine hep birlikte Humber nehrine yüzmeye gittiler. En küçükleri dahil bu salgından etkilemişlerdi. Islington’daki Risinghill okulunda üç yaşındakilerin bile greve katıldığına dair bir rapor var. Tower Brigade Polisi ise 6 ve 8 yaşlarında iki ufaklığın komiserin karşısına getirildiğini söylüyor, bu çocukların ikisi de Bermondsey’den, karakola getirilmelerinin nedeni ise yanlarında velileri olmadan dolaşıyor olmaları. Grevcilerin en etkili eylemleri ise komşu okulları örgütlemek oldu. Örneğin Swansea’da 300 kadar çocuk St. Thomas Okuluna gitti ve oradakileri greve çağırdı, ardından dış kapıları kapatıp zincirlediler.
Liverpool’da ise Edgehill bölgesindeki çocuklar greve gittiklerinde, çocuklara okula gelmemelerini söylediler ve yürüdükleri yol boyunca camları indirip ve sokak lambalarını kırıyorlar hatta bazı “sadık öğrencileri” sopalarla dövüyorlardı.
Çocuklar pankartlar taşıyor, slogan atıyor ve taleplerini her yere tebeşirlerle yazıyorlardı. Talepler çoğunlukla dayak cezasının yasaklanmasını, ödevlerin kaldırılmasını ve fazladan tatil istemekle birlikte her bölgede farklılık gösteriyordu. Örneğin Montrose’da talepler şöyle sıralanıyordu:
“Buharlı ısıtıcılar istiyoruz.”
“Çalışma yaşında 14 yaş sınırı.”
“Daha kısa saatler.”
“Patates tatili.”
“Ev ödevi kaldırılsın.”
“Kayışla dövme yasaklansın.”
“Bedava kalem ve silgi verilsin.”
Küçük kadınlar İsyanda
İsyanın genelinde kız çocukları çok görünür değildi, fakat iki raporda onlardan bahsedildiğini görüyoruz. Biri Portsmouth’da yaklaşık 150 kız çocuğunun sokaklara çıktığına ve başka isyancıları da aralarına katmak için farklı okulları dolaştığına dair. Bir diğeri ise İskoçya’da Kirkcaldy ve Cambuslang’da karşımıza çıkan İngiltere ve Wales ‘dakinden daha militan okullu kızlar. Bunun nedeni muhtemelen İskoç eğitim sisteminde kızarın da -grev dahil- okulda gerçekleşen tüm etkinliklerde aktif rol almasıyla ilgili. Greenock Telegraph Gazetesinde 16 Eylül tarihli bir haberde bu küçük kadınlar şöyle yer alıyor:
Yüz oğlan ve yüz kız çocuğu dün Sunderland okuluna geldi. Okul yetkilileri erkeklere sıraya girmelerini söyledi ancak kızlar korkusuzca kafa tuttular “Düş peşime, kapıl sende” şarkısını söyleyerek sokakları arşınladılar…
Ezilenlerin kenti Dundee
Dundee’deki grev tüm ülkedeki en büyük grevdi. 14 Eylül Perşembe günü Cowgate okulunda başlayan grev, akşam olmadan önce bütün kente yayılmış ve binlerce çocuk sokaklara dökülmüştü. Ertesi gün Paisley Daily Express gazetesi olayları şu başlıkla duyuruyordu:
Dundee’de 8 okul greve gitti, yüz okul camı kırıldı.
Dundee’de isyanın bu kadar kısa zamanda böyle yayılmasındaki en önemli sebep burada uygulanan “yarı zamanlı” sistemiydi. Bir tekstil kentiydi burası ve 10 – 14 yaşlarındaki çocukların çoğu keten fabrikalarında çalışıyordu. Bu fabrikalarda keneviri işleyip keten haline getirirken, ciğerlerine ve midelerine dolan liflerle sürekli bir susuzluk hissi çekiyor ve zamanla hastalanıyorlardı. Fabrikalar yasa gereği çocukların eğitimini de üstlenmek zorundaydı, bu nedenle okullar ya fabrikaya çok yakın ya da zaten fabrikaların içinde yer alıyordu ve yarı zamanlı sistemiyle haftanın üç günü fabrikaya iki gün okula giden çocuklar, bir sonraki hafta ise üç gün okula iki gün fabrikaya gidiyorlardı. Sabah 6’dan akşam 6’ya kadar kahvaltı ve akşam yemeği için verilen molalar dışında durmadan çalışıyorlar; okulda öğretmenlerden, fabrikada şeflerden dayak yiyorlardı. Durum böyle olunca bu grevlerin Dundee’de başka bir anlamı vardı.
Daha az ödev, daha az çalışma, daha az dayak, daha fazla tatil, ve 14 yaşından küçüklerin çalıştırılmamasını talep ediyordu bu çocuklar ve bunu nasıl yapacaklarına dair basit bir planları vardı:
Birlik olacaklardı ve birbirlerini asla yalnız bırakmayacaklardı.
Böylece sokaklara döküldüler Wallacetown, Victoria caddesi, Blackness, Balforu caddesi, Hill caddesi ve Ann Caddesi okullarını geçtiler. Aralarından bazıları yol üstünde bir liseyi de ziyaret etti ve akşam saatleri geldiğinde sayıları 1500’ü bulan bu çocuklar silahlarını kuşandılar, sopalarını hazırladılar ve ceplerini taşlarla doldurdular… O akşam isyancılar 8-9 okulu taş yağmuruna tuttular, hasar tam olarak tespit edilemese de yüz kadar okul camı kırılmış ve o akşam okula gelen bir öğretmen taşlanarak yaralanmıştı.
Ve onlar şarkılarını söyleyerek devam ettiler: düş peşime, kapıl sende, gel bizimle ve hiç düşünme, güven sen bize, biliyorum ben nereye gidiyoruz, haydi sen de katıl bize” diyerek…
İşte tarih sayfalarında unutulmuş, satır aralarında karşımıza çıkan tüm bu sahneler, 1911 sonbaharında yaşanmış gerçek bir isyan öyküsünü anlatıyor bizlere. O çocuklar artık yeter diyerek sınıfları terkettiler ve sokaklara çıktılar; dillerinde sloganlar, ellerinde sopalar, ceplerinde taşlarla, yan yana omuz omuza söylediler özgürlük şarkılarını hepberaber. Ve aslında o günden bugüne taşıyor bu çocukların sesleri, yine okullardan, yine sokaklardan… Kimi kilitliyor okulları öğretmenler gününde, kimi taşlıyor bir panzeri Amed’de, ötekisi kafa tutuyor bir İsrail askerine eli belinde…
İlyada Erkuş
Meydan Gazetesi Sayı 6, Aralık 2012