Sedef hastalığı, derinin normalden daha hızlı yenilenmesi yüzünden ciltte kuruma, pullanma ve kaşıntı ile kendini gösterir. Her bünyede farklı bir karakteristik özellik taşıyan sedef hastalığı kimi bünyeler de lokal kimilerinde ise cilt yüzeyinin neredeyse tamamını kaplayacak şekilde yaygındır. Bu hastalık kalıtsal özellikler taşır, bakteri ya da virüsle oluşmaz, bulaşıcı değildir. Kaynağı tam olarak belirlenememiş olan hastalık, zamanla kronikleşir ve hiçbir zaman tamamen tedavi edilemez diye bilinir. Oysa dünya nüfusuna oranladığımız da sayısı 140.000.000’u bulan sedef hastaları bilindiği kadar çaresiz değiller.
Sedef hastalığının bilinen en önemli nedeni STRES’ tir. Her yaşta görülebilen hastalık genellikle hayatınızda önemli değişiklikler yaşadığınız dönemlerde, sıkıntılı ya da mutsuz olduğunuz zamanlarda tetiklenir. Örneğin, çocukluktan ergenliğe geçilen yaşlarda, okul – dershane – ev üçgeninde, sınav stresiyle harmanlanmış bir dönem de bu hastalıkla tanışmanız oldukça olası. Saçınızın içinde sedef çıkar, kaşınırsınız, doktora gidersiniz doktor teşhis koyar, “Ne sıkıntın var evladım, kafana tokadan başka bir şey takmıycaksın şu hayatta” der, gönderir. Bu dönemi atlatırsınız sedefiniz geçer, geçmese bile hafifler ama kendinizi şanslı hissetmek için henüz erken. Çünkü sedef yaşta değil başta.
Sınavı kazansanız bile, üniversitede sizi bekleyen şey, yine sınav, yine rekabet, yine stres… Siz büyüdükçe dertler büyür, hoca size takar, arkadaşlarınız sizi satar, yalnızlaştıkça bencilleşir, bencilleştikçe çaresizleşirsiniz. Saçınızdaki sedef gün geçtikçe kudurur, o da yetmez, nereden yara alırsanız oranızda çıkar, okul sıraların da çürüyen dirsekleriniz başlar pul pul dökülmeye, kaşındıkça kaşınırsınız. Tekrar doktora gidersiniz krem yazar, losyon verir, “Kafanı takma her şeye der” gönderir…
Sınavı kazanamadıysanız, sizi bekleyen şey yine stressiz bir hayat değil. Bu kez siz evden işe, işten eve mekik dokurken, hayatınıza asgari ücretle paha biçilir… Kıt kanaat hayatta kalmaya çalışırken vardiya şefi, bölüm amiri, departman müdürü, müdürünün müdürü tarafından azarlanır, itilir kakılır ezilirsiniz… Sabah 8 akşam 5’te, fazla mesailerin de, ücretsiz izinlerin de stresin dibine vurursunuz. Saçınızdaki, dirseklerinizdeki yaralar yayılır, nasırlaşan ellerinizde, tutmayan dizlerinizde yaralar çıkar, kaşınır kaşınır kanatırsınız, doktora gidersiniz, ilaç yazar, psikolojik desteğe ihtiyacınız olduğunu söyler, gönderir. Ama siz bilirsiniz ki, aldığınız ilaçlar derdinize derman olmayacak, bir – iki hafta kullandıktan sonra hiç bir işe yaramayacak… Çünkü her gün aynı dertler tepenize bindikçe yaralarınız azdıkça azacak…
Ve bununla da kalmayacak… Yaralarınız azdıkça, vücudunuzun görünen yerlerine yayıldıkça, derdiniz daha da büyüyecek. Çünkü insanlar görecek, kimi “Ayy burana ne oldu?!” diyecek, kimi “Iıyy bu ne be!” diyecek! Ve hepsinin yüzüne acıma ile karışık bir tiksinti ifadesi oturacak, ya bulaşırsa diye ne elinizi sıkmak, ne birlikte yemek ne de yakınınızda olmak isteyecekler. Görüntünüz kötüleştikçe yalnızlaşacaksınız, kendinize olan güveninizi kaybedeceksiniz. Böylece stres içinden çıkılmaz bir hal alacak sizin için ve siz bir ucubeye benzediğinizi düşündükçe daha çok kaşınacak ve yaralarınızı daha da azdıracak ve kanatacaksınız… Çünkü aslında, size ucube gibi hissettiren şey sedefiniz değil, yaralarınıza bir “çirkine” bir “şişmana” bir “engelliye”, baktığı gibi bakan, tüm diğer ezilenler gibi sizi de ötekileştiren bakışlar.
Hal böyleyken belki de yapmak gereken şey, hayatınızı saran strese ve sedefinize sarılıp derinizi yani kendinizi parçalamak değil, sizi çaresizleştiren, yalnızlaştıran, ötekileştiren kapitalizme karşı, öfkenize sarılıp, hayatınızı saran stresi parçalamaktır.
Özlem Arkun
Meydan Gazetesi Sayı 6, Aralık 2012