İkisi de bir dünya klasiği olan John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar ve José Mauro De Vasconcelos'un Şeker Portakalı isimli romanı geçtiğimiz haftalarda M.E.B. ve İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün isteğiyle soruşturulmuş ve inceleme komisyonu tarafından, her iki roman da çocuklar ve gençler için “sakıncalı” ve “müstehcen” bulunmuştu. İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı basına yapmış olduğu bir açıklamasında Fareler ve İnsanlar isimli romandan “Ben kitabı okumadım, sadece sakıncalı kısımları okudum. Valla bir gencin çok bilmesi gereken şeyler değil bunlar diye düşünüyorum.” diyerek bahsetmişti. Bu gelişmeler ve sarf edilen bu sözler edebiyatçıları ve birçok kesimi hayretler içine bıraktı.
Ancak bu iki önemli edebiyat klasiği roman, okuyucular üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu kitapları soruşturanların “sakıncalı” ve “müstehcen” diyerek tanımladıkları olumsuz bir izden ve etkiden bahsetmiyorum. Zaten onlar ve onların yaşamları bu etki alanının çok dışındadır. Onlar bu romanların konusunda adı geçen kahramanların hayallerinin, hikayelerinin, sevinçlerinin ve üzüntülerinin ne anlam taşıdığını anlayamayacak olanlardır. Bu yüzden onları eleştirenlere de sormak isterim niye bu kadar şaşırdınız?
Bu gibi romanlar okuyucuya çok şey katar. Önce dokunur, sonra harekete geçirir. Belki de sadece bu yüzden sakıncalı ve müstehcen görülmüş bile olabilirler.
Yoksullar, İşçiler, Arkadaşlar
John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar isimli romanı 1937 yılında yayımlanmıştır. Yazar romanda, Kaliforniya’nın Salinas Vadisi’ndeki çiftliklerde çalışan tarım işçilerinin kötü çalışma koşullarını, zengin tarla sahipleri tarafından sömürülmelerini, her türlü olumsuzluğa rağmen yaşama sevinçlerini, umutlarını kaybetmeyen, yaşama tutunmaya çalışan insanları anlatır. Ezilen ve sömürülen tarım işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir edebiyatçı olarak elinden geleni yapmaya çalışır. Belki bu yazdıkları, kendisi de bu çiftliklerde çalıştığından, onun için ayrı bir öneme sahiptir.
Fareler ve İnsanlar romanında işlenen en önemli temalardan biri arkadaşlıktır. Romanın hikayesi iki arkadaş arasında geçer. George ufak tefek, zeki ve olgundur. Lennie ise iri yarı ancak zekası küçük bir çocuğunki kadardır. Romanda George’un Lennie’ye karşı gösterdiği sabırlı ve içten tutumu, insan ilişkileri üzerine yazılmış değerli bir anlatımdır. George, Lennie’nin rahat yaşayabilmesi için elinden geleni yapar, fakat Lennie yaptığı hiçbir şeyin farkında değildir. Aynı zamanda “dokunma hastalığı” denilen bir içgüdüye sahiptir. Bu yüzden de hayvanlara dokunmayı ve onları okşamayı pek sever. Fareler de Lennie için bu hayvanlardan biridir. Dokunarak istemeden ölümüne sebep olduğu bir fareyi günlerce pantolonunun cebinde saklar. Ardından bir gün saçlarını okşadığı bir kadını sert bir şekilde silkeler ve kadının boynunun kırılmasına neden olur. George, bu olaydan sonra, kendisi ne kadar uğraşırsa uğraşsın Lennie’yi kontrol etmenin olanaksız olduğunu, Lennie’nin çevresindeki insanlara zarar verdiğini, acı da olsa kabullenir. Arkadaşının çevresindekilere daha fazla zarar vermemesi için onu vurarak öldürmek zorunda kalır.
Romanda işlenen diğer bir tema yoksulluktur. George ve Lennie yoksul iki tarım işçisidirler. Tek istedikleri başlarını sokabilecekleri bir eve sahip olmaktır.
“Bizim gibiler, yani çiftliklerde çalışanlar, dünyanın en yalnız adamlarıdır. Aileleri yoktur. Yerleri yurtları yoktur. Bir çiftliğe gidip üç beş kuruş için gece gündüz çalışırlar, sonra şehre inip bütün paralarını çarçur ederler, ertesi gün bir bakmışsın yine bir çiftliğin yolunu tutmuşlar. Böylelerinin hayattan hiçbir beklentileri yoktur.”
Romanda işlenen diğer tema ise ırkçılıktır. Çiftliğin seyisi bir siyahtır. Sırf siyah olduğu için işçilerin kaldığı yatakhaneye onu almazlar. Ahırın yanında kötü bir barakada kalır. Bu dışlanma seyisin iç dünyasında derin yaralar açar. İçini dökecek, konuşacak birilerini arar, bulamaz. Yalnız yaşamaya mahkum olmak, psikolojisini bozar.
Bir gece Curley’in karısı odasına gelir, hakaretler yağdırır. “Bana bak zenci parçası” … “O ağzını açacak olursan sana neler yapacağımı biliyorsun değil mi?” … “Zenci köpeğin birisin sen, haddini bil.”
Roman bu üç temanın iç içe geçtiği belki de 1930’lardan bugünlere değişmeyen bu gerçekliklere ayna tutmuş önemli bir eserdir. Belki de okuması tavsiyelerden öte bir anlatıma sahip bu romanın, “sakıncalı” ve “müstehcen” kısımlarına bakmakta bir fayda var.
“Kaça patlıyor?”
“İki buçuk veriyorsun sadece. Yirmi beş sente bir duble viski içebilirsin. Susy’nin güzel koltukları var, onlara kurulup içkini içebilirsin. Canın kız çekmiyorsa bir koltuğa oturup içkini yudumlayabilirsin de, bütün gün takılabilirsin orada Susy sesini çıkarmaz. Müşteri peşinde koşturmaz, kız istemeyenleri kapının önüne koymaz.”
“Bir gelip görmek lazım,” dedi George.
“Gel tabii. Çok eğlenceli bir yer, hiç durmadan espri patlatıp durur Susy. Geçenlerde ne dedi biliyor musun? “Yere bir halı serip, masaya da süslü bir lambayla bir gramofon koyup ev işlettiklerini sananlar var.” Clara’nın evini söylüyor. “Ben siz erkeklerin ne istediğini çok iyi bilirim” dedi sonra. Benim kızlarım temizdir ve viskime de su katılmamıştır” dedi. İlle de süslü lambaya bakıp kazıklanmak istiyorum ben diyorsanız nereye gideceğinizi iyi biliyorsunuz” dedikten sonra bir de şunu ekledi: “Burada süslü lambaya bakmayı sevdikleri için pantolonlarının önünü kaldırarak yürümek zorunda kalan çocuklar görüyorum ben.”
Bu romanı okuyan herkes çok iyi bilir, George ve Lennie’nin hayali kazandıkları parayla barlara gidip içki yudumlamak veya kadınlarla birlikte olmak değildir. Onlar yoksulluklarına rağmen hayallerinin peşinden koşan insanlardır. Ve onların hayalleri güzeldir.
Fareler ve İnsanlar, bize her şeye rağmen güzel olanın ve hayallerin peşinden gitmeyi anlatıyor. Bu romanı “sakıncalı” ve “müstehcen” diyerek nitelendirenler öncelikle bunu anlamalılar.
Saliha Gündüz
Meydan Gazetesi Sayı 7, Ocak 2013