Devrim sonrası Fransa’sında, yasaya bağlanan özgürlük ve eşitlik gibi ideallerin evrenselliği, bu kavramlar çerçevesinde devlet, toplum, sözleşme, birey tartışmalarında birçok düşünür ve yazar tarafından savunulmaya başlanmıştı. Bu kavramaların getirmiş olduğu tartışmalar içinde yaşanılan toplumun yeniden kurumsallaşması da önem taşıyordu. Bu kurumsallaşmayı sağlayan toplumsal sınıflar, kendi iktidarlarının meşruluğunu bu tartışmalarla sağlamaya yüz tutmuşken yasalarla meşrulaştırdıkları bu haklarını da uygulamaya sokuyorlardı.
Rousseau ve Montesquieu gibi düşünürler bu tarz bir çabanın sözcüsü olurken, sadece Fransa’da değil, Fransız Devrimi’nin ortaya çıkarttığı idealleri sahiplenen her coğrafyada böylesi bir hukukun sembolleştirdiği isimler haline geliyorlardı.
Bu kavramların böylesine yükseldiği bir dönemde bir düşünür, çoktan es geçilmiş ya da görünmez kılınmış bir konuyu gündem ederek evrensel kılındığı söylenen tüm hukukun, bu hukuka dayalı tüm kurumsal yapılanmaların ve aslında bütün bu yeniden kurumsallaşmaya yol açan burjuvazinin kaynağını sorguluyordu. Pierre Joseph Proudhon’un “Mülkiyet Nedir?” sorusu ve bu soruya verdiği cevabı 1840’ların Fransa’sında büyük tartışmalara yol açtı. Proudhon, Besançon Akademisi’ne gönderdiği bu tezi “hukukun ve yönetimin ilkesi üzerine araştırmalar” olarak da isimlendirmişti.
O, toplumdaki sefalet ve acıların nedenini ve bireyin mutsuzluğunun kaynağını, kimi reform girişimcilerinin kurnazlıkla yaptığı gibi, hükümetin beceriksizliğinde ve genel cahillikte aramadı. Mülkiyet nedir sorusuna doğrudan hırsızlıktır cevabını verdiği ve hükümetin ve kurumların temel ilkesi olan mülkiyeti tartışmaya kalktığı kitabın birinci bölümünde mülkiyetin yasallaşma sürecini tartışır. Mülkiyet ve adalet arasındaki ilişkiyi mülkiyetin bir hak değil, insanlar arasında adaletsizliğe yol açan bir ilişki biçimi olarak tanımlamasıyla, kitabın ilk bölümünde kitapta izlenen yöntemi anlatır. İkinci bölümde mülkiyetin doğal hak olarak görülme nedenleri ve genel kabul gören mülkiyetin temelinin ne olduğunu açıklar.
Üçüncü bölümde mülkiyet hakkının nedenini sorgulayan Proudhon, mülkiyetin olanaksızlığını ispata giriştiği dördüncü bölümde mülkiyet hakkının fiziksel ve matematiksel açılardan olamayacağını tartışır: Mülkiyet olanaksızdır, çünkü yoktan bir şey üretmeye çalışır; çünkü mülkiyetin geçerli olduğu her yerde üretim değerinden daha pahalıya mal olur; çünkü sermaye veriliyken, üretim mülke göre değil çalışmaya göre değişir; çünkü cinayettir; çünkü mülkiyet varken toplum kendi kendini üretir; çünkü despotluğun anasıdır; çünkü mülkiyet getirisini harcarken yok eder, istiflerken akamete uğratır, sermaye yaparken onu üretime karşı döndürür; çünkü sınırsız biriktirme gücüne sahip olmasına rağmen ancak sınırlı nicelikler üzerinde tatbik edilir; mülkiyet karşısında aciz olduğu için olanaksızdır; çünkü eşitliğin yadsınmasıdır. Bu on önermeyle mülkiyetin olanaksızlığını ispat etmeye çalıştıktan sonra, hak ve haksızlık fikirlerinin hükümet ve hukuk ilkeleriyle ilşkisini ortaya koyduğu son bölümle tezini(kitabını) sonlandırır.
Besançon Akademisi her ne kadar bu tezi kabul etmese de Proudhon’un bu tezi yüzyıllar sonra bile mülkiyet meselelerinde ses getiren bir kitap olma konumunu koruyor. Mülkiyetin kökenini ve hukukla ilişkisini sorguladığı bu kitap, dönemin toplumsal hareketlenmeleri üzerinde bir hayli önemli etki yaratabilmiş durumdaydı.
Mülkiyetin hırsızlık olduğunu iddia ettiği bu çalışmasından sonra daha çok sosyal ve siyasi konularda çalışmaya yönelse de, Proudhon tüm çalışmalarında bu temel ilkeden izler taşıdı. Düşüncelerini pratiklemeye giriştiği deneyimlerle mülkiyetin toplumsal ilişkilerdeki konumunu ezilenlere aktardı. Ölümünden yıllar sonra dahi onun iktisadi, sosyal, siyasi önerileri ezilenlerin örgütlenmesinde yer buldu.
İlk basımı 1969 yılında Ararat yayınevi tarafından yapılan Mülkiyet Nedir?, 1998’de Toplumsal Dönüşüm Yayınevi, 2010’da da İş Bankası yayınlarınca yeniden basılmıştır. Fransızca orjinalinden çevrilen kitabın daha önceki basımlarında hukuksal terimlerle yapılan tartışmaların dili, kitabı daha az anlaşılır kılarken, son yapılan çevirisi bu anlam bulanıklığını ortadan kaldırıyor. 173 yıl önce yazılmış bu kitap tartıştırdığı konularla güncelliğini hala daha koruyor.
Meydan Gazetesi Sayı 7, Ocak 2013