Anarşistlerden Dayanışma Hastanesi “Devlet olmadan işimiz çok daha kolay!”

Sayı 8, Şubat 2013

“Devlet olmadan işimiz daha kolay!”

Onlar kapitalizmin sağlık sistemine karşı herkesin faydalanacağı bir dayanışma hastanesi kurarak, devlet olmadan da yaşayabiliriz diyorlar. Çünkü devlet olmadan işimiz çok daha kolay! Anarşist ve komünist inisiyatiflerin ortak çalışmasıyla yürütülen Dayanışma Hastanesi (Koinwniko İatreio), Yunanistan’da gönüllülük ve dayanışma esasına dayanarak, ihtiyacı olan herkese ücretsiz sağlık hizmeti sunuyor. Meydan Gazetesi inisiyatiflerinden Özlem Arkun’un Dayanışma Hastanesi gönüllüleri ile yaptığı röportajı sizlere aktarıyoruz.

Artık sağlık satılabilir tedavi hizmeti; tedavi ise, hastalığın sürekliliğini sağlayarak, maksimum kazanç sağlamak anlamına geliyor. İlaç sektörünün piyasada gittikçe daha büyük bir paya sahip olması, hastanelerin özelleştirilmesi, sağlık ve sosyal güvence konularındaki yeni düzenlemelerin hepsi bu ticarileşmeye zemin hazırlıyor. Hal böyleyken parası olmayanlar, bırakın tedavi olmayı hastaneden randevu almaya bile çekiniyor.

Bu yazıda yukarıdaki tarifin dışında bir hastaneden bahsediliyor. Bu hastane, Yunanistan’daki Dayanışma Hastanesi. Dahiliye, pediatri, diş ve kamu eczanesi gibi hizmetleri içinde barındıran Dayanışma Hastanesi, Yunanistan’ın Selanik şehrinde bir seneyi geçkin bir süredir halka hizmet veriyor. 200 kadar doktorun gönüllü olduğu bu hastanede, fiili olarak çalışmayan ancak hastaneyle dayanışmak isteyen birçok başka doktor, bedava sevk alarak hastane ile dayanışma gösteriyor. Ekonomik krizin etkisi hissedilmeye başladığından bu yana, bir taraftan halkın sağlık alanındaki ödenekleri kesintiye uğrarken, diğer taraftan da artan işsizlikle birlikte sağlık sigortasından da faydalanamayan insanların sayısı giderek artıyor. Durum böyle iken Selanik’te gönüllülükle işleyen ve tamamen ücretsiz olarak hizmet veren bu hastane, birçok insan için gerçek bir çözüm üretiyor.

Anarşist ve komünist inisiyatiflerin ortak çalışmasıyla yürütülen bu deneyimi paylaşmak adına Dayanışma Hastanesi’nin biri dişçi (Nefeli) diğeri sekreter (Delia) olan iki gönüllüsüyle yaptığımız röportajı aşağıda yayınlıyoruz.

Merhaba, ilk olarak Dayanışma Hastanesi fikri nasıl ortaya çıktı?

Nefeli A.: Aslında fikrin ilk ortaya çıkışı, yaklaşık iki yıl önce, göçmenlerin yaptığı açlık grevine rastlıyor. Çalışma ve oturma izni olmayan yaklaşık 300 göçmenin katıldığı açlık grevi süresince birçok politik grup onlarla dayanışma gösterdi. Bu grupların arasında bir de doktorlardan oluşan bir gönüllü grubu vardı. Bu açlık grevi süresince göçmenlerin sağlık durumu takip edildi, 40 günün sonunda göçmenlerin kağıtlarını alıp, açlık grevini sonlandırmalarının ardından gönüllü doktorlar tarafından bir toplantı yapıldı. Göçmenlerin sağlık hizmetinden faydalanamadığı gerçeğinden yola çıkarak oluşan göçmenler için bir hastane fikri, daha sonra biraz daha büyüyüp genişleyerek herkese açık bir Dayanışma Hastanesi fikrine dönüştü. Bu kararın alınmasının ardından herkesi dayanışmaya çağırdık. Bu süreçte birçok kişi bizimle dayanışma gösterdi, birçok şehirden her anlamda destek geldi. Sadece doktorlar, hemşireler ya da eczaneler değil herkes bu dayanışmaya ortak olmak için elinden geldiğince destek gösterdi. Bu hepimiz için çok motive edici bir süreçti.

Dayanışma Hastanesi herkese açık dediniz, peki Dayanışma Hastanesi’nde tedavi olmak için herhangi bir önkoşul var mı?

Delia N.: Herhangi bir önkoşul yok fakat, Dayanışma Hastanesi’nin bazı prensipleri var. Irkçı, faşist ideolojilere ve azınlıklara uygulanan ayrımcılığa karşı, dayanışma ve eşitlik prensiplerini sahipleniyoruz. Çünkü herkesin sağlık hakkı olduğunu savunuyoruz. Bu yüzden muayene olmak için randevu almak yetiyor.

İşsizliğin arttığı ve her geçen gün daha fazla insanın sağlık sigortasından faydalanamadığını biliyoruz. Bu durumda Dayanışma Hastanesine olan talep oldukça yoğun olmalı. Hastanenin işleyişini nasıl programlıyorsunuz?

D: Evet aslında oldukça yoğun çalışıyoruz, talep gerçekten de yüksek. Bu yüzden randevu sistemi işleri sıraya sokması açısından oldukça kolaylaştırıcı oluyor. Bunun dışında biz de bir mesai sistemi uyguluyoruz. Sabah 10-14, öğleden sonra ise 17-22 arasında çalışan iki vardiyalı bir sistemle çalışıyoruz. Hastanede her ay hep birlikte yapılan düzenli toplantıların dışında, her grubun kendi arasında aldığı toplantılarla vardiyaları ve nöbetleri belirliyoruz. Mesela sekreterler olarak biz ayda iki toplantı yapıyoruz ve günde iki vardiya olarak çalışıyoruz. Böylece kişiler kendi yoğunluklarına göre en uygun inisiyatif çizelgesini çıkarıyorlar.

Diğer taraftan siz de hiçbir tedavi ve ilaçtan para almıyorsunuz. Peki, Dayanışma Hastanesini nasıl döndürüyorsunuz?

N: Bu noktada bireylerin bizimle gösterdikleri dayanışmayı esas alıyoruz. Dayanışma Hastanesi açıldığından bu yana birçok insan hem parasal anlamda hem de ilaç göndererek bizimle dayanışma gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Hastanenin doktorlarının yanısıra bizimle dayanışma gösteren başka hastanelerden 200 kadar gönüllü arkadaşımız var. Bu şekilde hastanenin hizmet veremediği kliniklere de bedava sevk sağlayabiliyoruz. Bu şekilde örneğin doğum kliniğimiz henüz olmadığı halde, hamileleri hastaneye sevk ediyoruz.

D: Bireysel dayanışmanın yanı sıra biz de zaman zaman bazı etkinlikler düzenleyerek bütçe oluşturuyoruz. Örneğin geçtiğimiz Kasım ayında dayanışma merkezinin ilk yılında, üç gün süren bir dayanışma takvimi organize ettik. Bir sergi düzenledik ve bir dayanışma konseri yaptık, bu şekilde biraz para topladık. Yani hastanenin ekonomik iskeletini dayanışma oluşturuyor.

Peki, Dayanışma Hastanesi’nin bir hayır işi olmadığını nasıl anlatıyorsunuz?

N: Gelen insanlara anlatıyoruz, herkesle konuşmaya çalışıyoruz. Ve genellikle olumlu tepkiler alıyoruz. İnsanlar genellikle bunun bir parçası olduklarını anlıyorlar ve dayanışma göstermek istiyorlar. Örneğin benim bir hastam gelip hastanenin temizliğini yapıyor. Bunun dışında düzenli olarak hastanelerin önünde eylemler yapıyoruz. Bu eylemlerle hem doktorları, hemşireleri bu dayanışmaya dahil etmek için hem de Dayanışma Hastanesine gelen insanlara derdimizi bir nebze daha anlatabilmek için önemsiyoruz. Bu yüzden iletişime geçtiğimiz herkesi bu eylemlere çağırıyoruz.

Bunların dışında belediyenin ya da polisin tepkisi nasıl Dayanışma Hastanesi’ne?

D: Aslında şimdiye kadar hiç olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadık. Hatta altı ay önce belediye başkanı bize para vermek istedi. Ama biz kabul etmedik ve bunu yazılı olarak deklare ettik. Bu bağışı kabul etmedik çünkü belediye birçok alanda göçmenlerin işlerini zorlaştırıyor, onlara karşı ayrımcı bir politika uyguluyor. Biz belediyenin bu politikalarına karşı mücadele ediyorken, aynı kurumdan para almayı kabul etmiyoruz. Aynı şekilde polis de bize ilaç vermek istedi ve biz bunu da kabul etmedik. Çünkü polis de hem göçmenlerin, hem yoldaşlarımızın hem de toplumsal amaçlarımızın tam da karşısında duruyor. Dolayısıyla onları da onların yardımlarını da istemiyoruz; çünkü onlar olmadan işimiz çok daha kolay!

Yeri gelmişken genel olarak nasıl bir toplumsal amaçtan bahsedebiliriz? Dayanışma Hastanesinin örnek aldığı deneyimler var mı?

D: Zapatist kliniklerini örnek olarak verebiliriz. Aslında biz de dayanışmayı yükselten bir fikri benimsiyoruz. Ulusal sağlık sisteminden dışlanmış, sigortasız ve güvencesiz kimselerin sağlık hizmetlerimizden karşılıksız bir şekilde faydalanmasını istiyoruz. Bunu yaparken de kolektif bir dayanışma ilkesini işletiyoruz. Çünkü insan sağlığının, üzerinden kar edilen bir alan olmasını reddediyoruz. Bunun için de herkese açık bir dayanışma ile özyönetimi esas alan bir sağlık sistemini işletiyoruz. Böylece insanların devlete ihtiyacı olmadığını açık bir şekilde gösterebiliyoruz. Aslında bu bütünlüklü bir tahayyülün sadece bir parçası. Ve bu parçasında bize düşen sağlığın ücretsiz olması, halk sağlığının adım adım örgütlenmesi oluyor.

Son olarak bu sayıda değindiğimiz diş sağlığı ve beslenme ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Bir dişçi ve antikapitalist olarak diş problemlerinin kapitalist beslenme alışkanlıkları ile nasıl bir ilişkisi olduğunu düşünüyorsun?

N: Bu konuda bildiklerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim. Kapitalist beslenme kültürüne özellikle fastfood kültürüne baktığımızda yediklerimiz fazlasıyla yumuşak. Oysa diş sağlığı için yumuşak değil sert yiyecekler her zaman daha iyi. Bununla birlikte tabi endüstriyel gıdaların, et, süt, yoğurt gibi üretimi endüstriyelleşen ürünlerin besleyici değerini kaybetmesi bir yana zararlı hale gelmesinin de etkisi vardır. Fakat beslenme alışkanlıklarının dışında kapitalist sistemde sağlığın satılıyor olması da çok büyük bir etken. Yani iki taraflı bir kapitalist etki söz konusu. Hem hasta ediyor hem de tedavi etmiyorlar. Mesela diş sağlığı Danimarka, İsveç gibi Avrupa ülkeleri dışında sağlık güvencesi kapsamına alınmıyor. Bu yüzden çoğu kez görmezden geliniyor. Diş sağlığının ücretli olmasından dolayı sürekli ihmal ediliyor olması da ağız sağlığının bozulmasında oldukça etkili.

Paylaşımlarınız için teşekkür ederiz.

Meydan Gazetesi Sayı 8, Şubat 2013

Paylaşın