Hepimiz biliyoruz ki toplumda var olan bu cinsiyetçi söylemler, ataerkil kapitalist ve devletçi anlayışın bize hükmettiği günden beri devam ediyor.
Bir kadın olarak hayatımızın her alanında cinsiyetçi söylemlere maruz kalıyoruz. Cinsiyetimiz üzerinden aşağılanıyor, sözlü tacize uğruyor, hatta erkek egemen toplum anlayışı içerisinde kadının cinsiyeti üzerinden üretilen nefret dolu cinsiyetçi söylemler sonucu fiziksel şiddetle dahi karşılaşıyoruz. Ne yazık ki!
Devlet elinde var olan her türlü araçla toplumu istediği biçime sokmayı, istediği normları topluma benimsetmeyi oldukça iyi bir biçimde başarıyor. Bu araçlar arasında elbette en etkili yöntem ise medya. Devlet medya ile kadına ve erkeğe benimsetmek istediği cinsiyetçi rolleri oldukça etkili bir biçimde aşılıyor.
Özellikle ana akım medyanın kullandığı cinsiyetçi dil kadına karşı şiddeti, tecavüzü bir nevi meşrulaştırıyor. Kadın cinayetlerinde haberin veriliş biçimi haberde kullanılan dil kadına karşı uygulanan erkek şiddetini daha da arttırıyor. Medya kadına dayattığı cinsiyet rolleri ile erkeği uyguladığı şiddette haklı çıkarıyor.
Özellikle kapitalist sistemin en önemli düzen koruyucu araçlarından reklamlarda yer alan kadına dayatılan cinsiyet rolleri, kadının toplum içindeki görevlerini sistemli bir biçimde bilinçaltına yerleştiriyor. Reklamlarda yer alan mesajlar kadını evle özleştiriyor. Bulaşıkların yıkanması, çamaşırların yıkanması, yemek yapmak, ütü yapmak, evi temizlemek vb. her iş kadına bu sistemde oynaması gereken birer rol olarak sunuluyor.
Kapitalist, ataerkil ve devletçi anlayış; hayvanlara, doğaya, farklı dillere, inançlara, kültürlere ve LGBT bireylere uyguladığı sömürgeci yaklaşımını kadının cinsiyeti üzerinden de her daim uygulamaya devam ediyor. Öyle ki medya da kadını pasif, daha duygusal, daha affedici göstererek toplumda var olan eril şiddeti kışkırtıyor. En çok da medya yapıyor bunu evet. “Siz kadına ne kadar şiddet uygulasanız da o sizi affeder. Kadın duygusaldır. Kadın pasiftir dolayısıyla sizin o eril şiddetiniz karşısında tepkisiz kalacak ve siz ne tür bir şiddet uygularsanız uygulayın bu şiddeti kadın eninde sonunda kabullenecektir.” mesajını veriyor bize. Öyle ki ataerkil zihniyetin bize medya yoluyla sunmuş olduğu dizilerde de bu mesajla karşılaşıyoruz. Küçük küçük mesajlarla bir de bakıyoruz ki hiç farkında olmadan bilinçaltımıza çoktan yerleşmiş. Ve aslında devletin ayakta durması için var olması gereken aile kurumu üzerinden de devletin kadına yönelik şiddet politikasını görebiliyoruz.
Bu eril, sömürgeci, devletçi zihniyet aynı dizilerle bize sunduğu haber bültenleriyle tecavüzü de meşru hale getiriyor. Nedense o dizilerde tecavüze uğrayan kadın suçlanıyor, dışlanıyor ya da yaşadığı bu olaydan utanması gereken kadınmış gibi gösteriliyor. Bu şekilde topluma tecavüze uğrayan kadın ne olursa olsun suçludur algısı yerleştiriliyor. Bu algının toplumsal olarak dışa yansımasıysa oldukça korkunç! Zira gerçek hayatta tecavüz haberleriyle oldukça fazla yüzleşiyor olmamız bu mesajın ve algının toplumda nasıl da yer ettiğini gösteriyor bize.
Medyada var olan bu cinsiyetçi dilin yansımasıyla aslında son yıllarda sosyal medyada da fazlasıyla karşılaşıyoruz.
Kadının cinsiyeti üzerinden aşağılayıcı küfürler, kurulan cinsiyetçi cümleler ne yazık ki medyanın dilinde var olan bu cinsiyetçi anlayışın toplum üzerinde ne kadar olumsuz bir etki yarattığını gösteriyor bize.
Hepimiz biliyoruz ki toplumda var olan bu cinsiyetçi söylemler, ataerkil kapitalist ve devletçi anlayışın bize hükmettiği günden beri devam ediyor.
Ne zaman ki dünya üzerinde var olan sınırlar kalktığında, doğadaki bütün canlılar için çizilmiş sınırlar yıkıldığında, kadın erkek gibi cinsiyet kalıplarından bize sunulmuş sömürgeci anlayıştan kurtulduğumuzda, haberleşme dilimizi bu özgürlüklerle oluşturabildiğimizde, sanat ve edebiyat özgür beyinler tarafından üretildiğinde bütün bu cinsiyetçi söylemler de son bulacak.
Esra Güleç
Meydan Gazetesi Sayı 8, Şubat 2013